KÖŞE YAZILARISANATTAN

Hafıza ve Anlam Uzamı olarak “Kırıl-ma” – Melis Boyacı yazdı…

Ayşe Canbolat’ın “Kırıl-ma” serisi ile karşı karşıya geldiğiniz andan itibaren zıt öğelerin tekrarının yarattığı ve sizi içine çeken uzamsal bir yayılma hissedersiniz. Söz konusu bu uzamsal yayılma dişiliğe dair sorgulama alanları oluşturur. Uzam, “uz” kökünden ve ”an-on” ekinin bozulmasından türemiştir. “Uz” kökü, “genişlemek, büyümek, gelişmek, elverişli, uygun” anlamlarını içermektedir. “An-On” eki ise, “evrensel güç/töz” anlamındadır. Bu ek, aynı zamanda, “kavramak, saklamak, sınır, zihin” anlamlarını da taşımaktadır. Uzam ayrıca, aldığı ek ile içinde “vulva, rahim” anlamını da içermektedir. Bu kökensel bağlantıların sonucu olarak “uzam”, tanrıçanın doğurganlık/yaratma alanı, yaşamı var eden yer anlamlarına karşılık gelir. İzini sürdüğümüz bu anlamsal ilişki ağı, guruların “yeniden doğuş” için çekildikleri tapınakları da imlemektedir. Bu tapınaklar bir bakıma tanrıçanın rahmini, onu içinde barındırdığı kavrayış/bilgelik ve doğurganlığı içermektedir.

Canbolat yarattığı bu uzamsal alan ile iç bakışa, tefekküre dair verimli bir kapı aralar. Kendi tapınaklarını yaratmıştır. Her biri hafıza ve anlam uzamları olarak işler. Kullandığı formlar ve yarattığı uzamsal katmanlılık sürekli birbirini besler. Yumurta viyolleri ve içlerindeki memeye dönüşmüş yumurtalar tanrıçanın/kadının doğurganlığına/yaratıcılığına gönderme yapmakta ve Eski Türklerde kadına yüklenen bilgeliği yeniden çağırmaktadır. Bu anlamda yumurta viyolleri tıpkı tapınaklar gibi yeniden doğuşu ve sürekli bir yaratımı içinde barındırır. Diğer yandan ise yumurtadan dönüşen memeler viyollerin içinde olmaları bakımından kadınların gerçekleşememiş potansiyellerini imler. İçinde barındırdıkları bu anlamsal açılımda ise yumurta kapları artık kadının sınırlandırıldığı ve şekillendirildiği erkek egemen toplumun kalıplarını temsil etmektedir. Karşılıklı gidip gelen bu ilişkiyi kaidede kullandığı üçgen, kare ve daire biçimleri daha da güçlendirir. Üçgen ve daire biçimi kadının rahmine, doğurganlığına gönderme yapar. Daire aynı zamanda, doğanın hareketine denk gelir. Bir ağacın dalları gövdenin etrafında daireler oluşturacak şekilde çıkmaktadır. Yine benzer şekilde yıldızlar ve gezegenlerin hareketi yerçekimi ve kendi etraflarında dönme kuvvetleri ile karmaşık biçimler alsalar da daire ve küreler oluşturmaya çalışırlar. Kare ise dairenin karşıtı olarak doğaya ait olanı değil insanın ölçme yeteneğinin simgesi olarak algılanır. Daire doğurganlığın ve yaratıcılığın içinde barındırdığı sonsuz döngüyü imlerken kare ölçülebilir ve sonlu olmaya karşılık gelir. Böylece denilebilir ki kaidede kullanılan kare biçimi yumurta viyollerinin toplumsal baskı göndermesini güçlendirirken, daire ve üçgen biçimleri ise kadının üretkenliğini imlemektedir. Bu ise karşılıklı gidip gelen ve çatışan anlamsal katmanlılığı güçlendirir. Serideki çalışmalarda yarattığı iç ve dış yapı arasındaki bu zıtlık ve süreğenlik güçlü bir ritim yaratır. Ritimdeki vurgu meme formundaki yumurtaların ezilip büzülmüş ya da çatlamış olmalarıyla erkek egemen toplumlarda kadına bakış ve yaratılan baskı noktasında yükselir. Kadının bu noktadaki kırılganlığı ve gücü ise,  kurulan biçimsel ilişkinin yarattığı gel-git ile toplumdaki hafıza ve anlamlandırma alanlarında “Kırıl-ma“ yaratır.

Bu ritmi güçlendiren bir diğer eleman olarak renkler devreye girer. Canbolat temelde üç renk üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunlar siyah, beyaz ve kırmızıdır. Siyahla başlarsak, Türklerde bayraklarda kullanılan bu renk, aynı zamanda, cülus törenlerinde hükümdarın üzerine oturacağı seccade ve halının da rengidir. Yüksek ve saygıdeğer bir ifadeye sahiptir. Bunun hemen akabinde, Dede Korkut hikayelerine bakacak olursak, oğlu olanın ak otağa, kızı olanın kızıl otağa, oğlu kızı olmayanın kara otağa oturtulur, önüne kara keçi yahnisi konur. Diğer yandan Türklerin toplumsal teşkilatlanmasında, halk tabakasına kara budun denir. Kara sevda, kara kış vb. deyimler de yer alır. Bunun yanı sıra, Türk kültüründe büyüklüğü gösteren bir anlamı da vardır. Çağatay çevresinde “Kara Çerik” büyük yürüyüş halindeki ordu demektir. Beyaza geldiğimizde, Şamanların külahlarını beyaz kuzu derisinden yaptırmaları, bu rengin Türk inançlarında yüceliğin sembolü olduğunu gösterir. Beyaz atlar büyük rütbeli askerleri taşıyan atlardır. Selçuklular ve Osmanlılardaki ak sancak da adalet ve gücün sembolüdür. Dede Korkut hikayelerinde Ak Bürçekli Ana tabiri oldukça fazla kullanılır. Şehit bayrağı da beyazdır. Bu renk, aynı zamanda iyimserlik ve temizliğin de sembolü olmuştur. Kırmızı renk ise Türklerin hayatında üçüncü derecede önemli renktir. Türklerde al ile kızıl renkler birbirinden farklı tonlardadır. Al; koyu turuncu anlamındadır, kızıl ise parlak kırmızı renk anlamındadır. Türklerin en eski inançlarında Al Ruhu adı verilen bir koruyucu ruhun varlığı bilinmektedir. Türklerin en eski devirlerinden beri al bayrak kullanmalarının bu koruyucu ruhla ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Dede Korkut’da evlenecek bir kızın ve damadın kırmızı kaftan kazandırdığı fikri hakimdir. Al sözü aynı zamanda, hile anlamına gelmektedir. Al bastı, yanakları al al olması hayra alamet olarak kullanılmaz. Renklerin içinde barındırdığı bu ikili karşıt anlamlar Canbolat’ın çalışmalarındaki karşıt ve birbirini besleyen ilişkiyi güçlendirir. Renkler bir yandan kadına eski dönemlerde yüklenen yücelik, bilgelik gibi özellikleri çağrıştırırken diğer yandan kadına yüklenen cadılığı ve uğursuz yönleri imler ki bu toplumun kadın üzerinde kurduğu baskıya da göndermede bulunur.

Bu bağlamda, Canbolat’ın çalışmaları izleyiciyi, kendi başlarına ve birbirleriyle karşılıklı diyalogları ile kurulan hafıza ve anlam uzamları olarak kadına dair tarihsel bir sorgulamaya götürür.

Melis Boyacı

Sergi 5 Nisan 2019 tarihine kadar Bodrum Ticaret Odası Sergi Salonunda ziyaret edilebilir.

Başa dön tuşu