KİTAPKÖŞE YAZILARI

‘1984’ün Günümüz İzdüşümleri – Nevzat Yılmaz yazdı…

1984‘ü uzun yıllar sonra yeniden okudum. İlk okuduğumda daha çok eleştirel bakış yöneltmiştim, bu kez anlamaya, yorumlamaya çalıştım.

Romanda, Büyük Birader‘in gözleri Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya toplumlarının üzerine çevrilip onları biçimleyip birörneğe dönüştürürken şu küreselleşme çağında biz insanlar, bile isteye kasabın bıçağına koşan koyunlar gibi geldi bana. Devletlerin ortadan kalktığı, Avrasya ve Doğu Asya’nın sürekli savaş ortamını korudukları Okyanusya’da geçse de roman, biçimlendirilen birörnek insan tipi her üç devlette de aynı kalıptan çıkmış gibidir.

Orwel‘in her odaya yerleştirdiği Teleekran gibi, bizim kendi ellerimizle elimize aldığımız güya akıllı telefonlar birer küçük Teleekran değil mi?
Biz değil miyiz, yaşama kota, GB, beğeni atma, paylaşma, yorum yapma penceresinden bakan?
Biz değil miyiz, denetlenmekten hoşlanmayan ancak kredi kartı, cep telefonu sinyalleri ile ve diğer araçlarla yolumuzu, izimizi belli eden, izlenmemizi sağlayan?

Küreselleşme zokasını Özal,Afrika’nın balta girmemiş, en uzak bölgesinden haberimiz olacak diye bize yutturmamış mıydı? Yuttuk. Ve de tontonun deyimiylealıştık. Küreselleşmeyi de, “globalleşme” diye bir bulamaca bulayarak elma şekeri gibi bize sunan tonton, rekabete dayalı piyasa ekonomisini de manavdan alacağımız domatesi daha ucuza kapımıza getirecek aygıt olarak sunuyordu.

Tonton… Toprağı bol olsun… Domates neyse de artık soğan ve patatesin zenginlerin ulaşabileceği nesneler oluverdiğini bilse; kim bilir “Bu kadarının düşünü, ben bile kuramazdım” diyebilirdi. Domates artık genetiğiyle oynanmış, şapşal bir meyve oluverdi. Tohumu ikinci yıl meyve vermeyen bir sebze… Nasıl ki Orwel bile cep telefonu ve tableti öngörememişse tonton da bu kadarını kestirememişti.

Üçüncü Havalimanı inşaatında çalışırken, armağan GB’larına sevinen işçileri gözlemleyip anlamaya çalışıyordum. Hakkı elinden alınırken, hukuku çiğnenirken sesini çıkarmayan proleterlerimizin GB’larını elinden alsan birer Spartaküs olup karşına dikilirler gibi gelmişti bana. 

Uzun aradan sonra ayakta kitap okuyan işçiyi görünce de sevindirik olmuş oturması için yerimi vermiştim.
Elektrik kesilse, internet kesintiye uğrasa birbirimizin ayırdına varıyor oluşumuz, saklı yalnızlıklarımızın açığa çıkması kafamıza dank eden bir gerçek değil mi?

Bu kitaba KitapDevrimi.com’dan ulaşabilirsiniz: http://kitapdevrimi.com/magaza/kitap/dunya-klasikleri/1984-george-orwell/

Romanlar, öyküler, şiirler yeniden yazılmıyor 1984’te olduğu gibi. Okumadığımız için bu büyük tehlikeyi (!) elbirliği ile savuşturmuş oluyoruz. Sevgi Bakanlığı kurmadık belki ama, Adalet Bakanlığımız var ve özerk yapısını koruması gereken yargımız onun yan odası gibi. Yasama, Yürütme, Yönetme erkleri arasındaki olması gereken ayrım yerine, sıcak ve doğrudan bağlantı, salt bizde değil bütün dünyada da, hemen hemen Eski Site Devletlerindeki demokrasileri anımsatıyor. Köleler artık oy kullanabiliyor. Ancak sonuca etki etmeleri, köle sahiplerinin iznine bağlı. Ve de olanaksız.

Kuşkusuz, 1984‘teki gibi düşünce suçlusu olarak düşünce polisinden kaçmamıza gerek yok. Elimizde akıllı olduğu söylenen bizi akılsızlık üzerine eyleme yönelten, beynimizi, bilincimizi çalışmamak üzerine programlayan küçük Teleekranlar…

Ne denli eleştirsek de ne bütünüyle dışındayız, ne de başımızı kaldırmadan sürekli içinde olmalıyız.
İletişim olanakları arttı diye “iletişmek” işini daha bir zevkle yaptığımız söylenebilir mi?

Celâl Üster‘in özenli çevirisi, daha önceki basımlardaki dizgi, bilgi yanlışlarından arınmış bir 1984 okumak ayrı bir keyif verdi bana.

Nevzat Yılmaz

Başa dön tuşu