2017’de Yayımlanan Ve Dikkat Çeken 25 Felsefe Kitabı
2017 yılında felsefe üzerine yüzlerce kitap yayımlandı. Hepsi birbirinden değerli kitaplardan bir derleme yaptık.
Türk ve yabancı düşün adamlarının yayımlanan son kitapları işte burada:
1. Bir Hayvan Bir Filozof – Robert MAGGIORI
Bazen büyük bir düşünür, insanı gülümseten saçma laflar eder ve bunlar bilimsel araştırmaları asırlar boyunca yolundan saptırabilir. Filozof bazen bir kuşu, köpeği ya da kurdu tasvir ederken; ötekiyle ilişki, farklılık, özgürlük, utanç, iktidar, dini inanış ve kötülük gibi konularda felsefenin binlerce kavram kullanarak söylediği şeylerin özünü bir kaç cümlede, bir meselde dile getiriverir.
Bir hayvan, bir filozof, içerdiği otuz altı başlıkta, filozofların farklı hayvanlar hakkındaki ilginç ve çarpıcı düşüncelerini analiz eden keyifli felsefe / deneme metinleri sunuyor.
Bir gün, Zhuangzi rüyasında kelebek olduğunu görür, yaşadıklarını şöyle anlatır:
“Kelebek olmaktan son derece memnundu: O ne hürriyet, nasıl bir keyifti! Zhou olduğunu unutmuştu. Birden uyandı, ve Zhou’nun vücudunda olduğuna şaşırdı. Ama bilmiyordu, Zhou mu kelebek olduğunu görmüştü yoksa Zhou olduğunu gören kelebek miydi.”
2. Algının Fenomenolojisi – MAURICE MERLEAU-PONTY
20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Maurice Merleau-Ponty, başyapıtı olan Algının Fenomenolojisi’nde, Husserl’den aldığı fenomenolojik yöntemi estetik bir anlayışla yeniden yorumluyor. Bedeni merkeze oturtan bu yorum, bir yandan psikolojizm ile entelektüalizm arasındaki Descartes ve empiristlerden beri devam eden tartışmaya özgün bir boyut kazandırıyor. Diğer yandan, bilim ile sanat arasındaki derinlemesine ilişkiyi felsefe aracılığıyla yeniden keşfetmemizi sağlıyor. Gerek analitik felsefenin gerekse kıta felsefesinin çağdaş sorunlarının ilk taslaklarını ortaya koyan bu çalışma, aslında yalnızca felsefe alanına değil, düşünceyi deyim yerindeyse ete kemiğe büründürmek isteyenler için bir referans kitap olma özelliğiyle edebiyattan sosyal bilimlere kadar uzanan geniş bir kapsama da hitap ediyor.
“Bizler dünyadayız, yani, şeyler bir resim gibi ortaya çıkar, devasa bir birey kendini olumlar, her varoluş kendini ve başkalarını anlar. Yapmak gereken sadece tüm kesinliklerimizi temellendiren bu fenomenleri kabul etmektir.”
– Maurice Merleau-Ponty
“Merleau-Ponty hep görme hakkında düşündü. (…) Görmek nedir? Bu soru sonuna kadar diğerlerine dayanak oluşturdu; ama bunun nedeni konuşmadan önce veya düşünmeden önce görüyor olmamız değil, daha ziyade her zaman bu görme hakkında konuşmamız ama onu unutmamızdı, sorgulamanın zaten ondan geçen bir sorgulamayı uyandırmak olmasıydı, aynı anda hem gözü hem de sesi titreştirmek, ifadenin gizemini kabul etmek olmasıydı…”
– Claude Lefort, “Eleştirel Baskıya Önsöz”
3. Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine – EMIL MICHEL CIORAN
“İnsan ortaya çıkar çıkmaz, çiçekler de ortaya çıktı.”
Bana kalırsa, çiçekler insandan çok daha önce vardı ve insanın gelişiyle hâlâ içinden çıkamadıkları bir şaşkınlığa gömüldüler…Ne zaman ölümü düşünmesem, hile yaptığım, içimdeki birini aldattığım hissine kapılıyorum. Bilinç ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir. Ölümün bizim için artık ilginç yanı kalmayıp, ondan hiçbir şey elde edilemeyeceğini düşündüğümüzde, doğuma geri çekilir, başka türlü bir dipsiz uçuruma meydan okuyarak haykırmaya başlarız…Yaşamak, savaşta toprak yitirmektir”
4. Alman Felsefesi Üstüne Diyalog – ALAIN BADIOU, JEAN-LUC NANCY
İki filozof arasında hakiki bir tartışma: Alman felsefesinden, yani Kant, Hegel, Marx, Heidegger ve Adorno’dan yola çıkıp hem genel olarak felsefeyi hem de kendi pozisyonlarını tartışıyorlar. Birbirlerine şakacıktan değil gerçekten “vuruyorlar”. Jan Völker’in felsefi tartışmanın imkânı ve rolü üstüne düşünen güzel sonsözüyle beraber bu diyalog diğer Metis Diyaloglar’ın bıraktığı yerden birlikte düşünmenin yollarını araştırıyor.
NANCY— Soruların sırasını biraz bozacak olsa bile şu soruyu yöneltmek istiyorum sana: Felsefe neden ortaya çıktı?
BADIOU— Bana mı soruyorsun?
NANCY— Evet evet, sana!
BADIOU— Bana sormakta haklısın, çünkü neden başladığını çok iyi biliyorum. Felsefe ortaya çıktı, çünkü matematik ortaya çıktı.
NANCY— Matematik neden ortaya çıktı?
BADIOU— İşte bunu bilmiyorum. …
NANCY— … tek başına Antik Yunan matematiğin, felsefenin ve siyasetin doğuşudur. Fakat bu doğumun olmasının nedeni bir dünyanın değişmiş olması.
BADIOU— Elbette öyle. Fakat bir dünyanın değişmiş olması ile bu dünyanın değişiminin doğasını ayırt edemediğin için olaysal olana dönüyoruz. O anda dünyanın neden değiştiğini ben sana sorayım.
NANCY— Peki. Ben de söyleyeceğim.
BADIOU— Söyleyeceksin öyle mi?
NANCY— Çünkü tanrılar çekip gitti. …
5. Anlamak İçin Yaşamak – Gökhan Yavuz Demir
Bugünlerde “saf bilim” iddialarıyla ciddi ciddi ilgilenen pek fazla bilim insanı kalmadı neyse ki. Herşeyin herşeyle ilişki içinde olduğu kozmozdan, herkesin herkesle ilişki içinde olduğu insan-dünyasına varıncaya dek durum böyle. Başkasının sesine kulaklarını tıkayan sağır; gözlerini başkasına kapayansa kördür!
Gökhan Yavuz Demir, sosyoloji ve antropolojinin yöntem ve verilerini başta edebiyat olmak üzre felsefe, linguistik, tarih, politika ve hukuk gibi temel bilimlerle karşılaştırarak ve birleştirerek “sosyolojik” ve “antropolojik” olanı, yani “insanı” ve eylemlerini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor Anlamak İçin Yaşamak’ta. Kültür, adalet, kimlik ve ötekilik, suçluluk ve aptallık gibi evrensel olduğu kadar artık günümüz Türkiye’sinde de güncel olan kavramları titizlikle ve cesaretle analiz ediyor.
6. Dinsel Deneyimin Çeşitleri – WILLIAM JAMES
Bu eser, William James’in geçen yüzyıl başında “Doğal Teoloji” veya “Doğal Din” konusu üzerine verdiği derslerden oluşuyor. James, ‘soyut kavramlar’ alanında değil daha çok ‘somut vaka örnekleri’ etrafında dolaşıyor. Çalışmanın özgün yönlerinden biri James’in malzeme seçimindeki tutumu. Çünkü düşünür konusunu Aziz Augustinus, Azize Terasa, Jacop Böhme, Angelus Silesius gibi meşhur aziz ve mistiklerin yanı sıra ortalama insanlar, sıradan psikolojik vakalar, ulaşılması pek de kolay olmayan hasta günlükleri ve mektupları üzerinden de ele alıyor. Kitabın bir başka özgün yönü de düşünürün kendisini yalnızca Hıristiyan teolojisi ve mistisizmiyle sınırlamayıp Budizm, Hinduizm ve İslam sufizmi gibi ‘çeşitli deneyimlere’ de yer vermesi.
Öte yandan bu eser, kurumsal ve dışsal olanla bireysel ve içsel olan, teolojiyle bireysel duygu, inanç akidesiyle bireysel deneyim gibi kavram çiftleri arasındaki özsel farka odaklanarak bu farkın sonuçlarına dikkat çekiyor. Meselenin nörolojik, psikolojik ve felsefi boyutu, alelade ve samimi azizlik deneyimleri, anlık ve ağır ağır gelişen ihtida, çeşitli mistisizm türleri gibi değişik duraklara uğradıktan sonra kesin birer yargı olarak değil de birer çıkarım olarak kendi sonuçlarını ortaya koyuyor. Böylece dersler boyunca her satırın altına gizlenmiş ana kaygı olarak duran Din Bilimi’nin olanaklı olup olmadığı sorusu, din söz konusu olduğunda bilimsel kesinlik, nesnellik gibi niteliklerin muhtemel farklı yorumlarına kapı aralıyor.
7. Çıplaklıklar – GIORGIO AGAMBEN
Felsefe ve sanat çevrelerinin sabırsızlıkla beklediği kitap. Nihayet Türkçede. Çağdaş filozof Giorgio Agamben’in olgunluk eseri orijinal dilinde çevirildi. Çıplaklıklar Agamben’in kırk yılı aşkın bir sürede sabırla, incelikle inşa ettiği felsefesinin önemli yazılarını bir araya getiriyor. Çıplaklık örtüklüğün tersi, tüm örtülerin kaldırılması ise, Çıplaklıklar’ın da hakikatin üzerindeki perdeleri aralayan bir kitap olduğu söylenebilir. Şiirle felsefe arasında gidip gelen, akış halindeki dilsel bilgelikte zaman zaman beklenmedik şekilde ortaya çıkan ara sözlerle, metafizik sorgulamalarla modern hayata dair eleştiriyi birleştiren bir metin… Ele alınan konu ister bireysel kimlik ister biyometrik aygıt; ister bir itirafçı ister bir kadastrocu; ister Kafka ister Kleist olsun, her bir sayfa zamanımızın bu en parlak filozoflarından birinin biricik izlerini taşıyor..
8. Düşünceler – Pascal
Blaise Pascal (1623-1662): Fransız matematikçi, fizikçi, filozof ve yazar. Yazmaya başladığında on bir yaşındaydı. Kendi kendine geometri öğrendi ve on altı yaşında Essai sur Les Coniques’i [Koniler Üzerine Deneme] yazdı. Maliyede çalışan babasına yardım etmek için, bugün ilk hesap makinesi kabul edilen, bir aritmetik makinesi tasarladı. Bugün “integral” olarak adlandırdığımız yöntemi kullanarak sikloid problemini çözdü. “Boşluk” meselesi üzerinde çalıştı, bu konuda deneme ve incelemeler yazdı. Paris’te ilk omnibüs hattının kurulması gibi pratik meselelerle de ilgilendi. 1652’de Port-Royal Manastırı’na girdi ve kendini bilime adadı. Lettres Provinciales’ı [Taşra Mektupları] ve 1664’te kendisini bütünüyle Tanrı’ya adama kararının neticesi olan Apologie de la Religion Chrétienne’i [Hristiyan Dininin Savunması] yazdı. En büyük eseri Düşünceler, ölümünden sonra yakınlarının çabasıyla 1670’te ilk kez kitaplaştırıldı. Modern aklı tatmin etmesi zor görünen tezlerine rağmen, yazarını bugüne taşımış bir içgörü, ilhamla, şaşırtıcı gözlemlerle dolu olan Düşünceler Türkçede ilk kez tam metniyle Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde.
9. Eşcinsellik Üzerine – Alfred Adler
Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren toplumsal algının zenginleşmesi ve özgürlükçü düşünce yapısının yaşam tarzına bir serbesti kazandırmasıyla, günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde bir “yönelim” olarak görülen eşcinsellik tarih boyunca tartışılmış ve çoğunlukla ahlaksızlık, suç ve günah olarak kabul edilmiştir. Adler de, çoğu meslektaşının aksine, eşcinselliğin doğumsal değil, edinsel olduğu tezini geliştirmiştir. Eşcinselliğin büyük ölçekli bir cesaret kaybından, yani yaşamda oynanacak cinsellik rolüne yeterince hazırlanılmadığından kaynaklandığını ve ilgili kişinin toplum içindeki “diğer” insanlardan biriymiş gibi eğitilmesindeki hatanın sonucunda ortaya çıktığını ileri sürmüştür.
Adler, ayrıca, cinsel sapıklık olarak gördüğü sadizm, mazoşizm, fetişizm ve eksibisyonizm konularını da tarihleriyle birlikte ele almış ve bu “sapıklıkları” tedavi edilmesi gereken birer anomali olarak değerlendirmiştir.
10. Hayvanlara Niçin Bakarız? – John Berger
İnsanlar ve hayvanlar arasındaki ilişkiye dair düşünsel bir yolculuk…
“Hayvanat bahçesi ancak hayal kırıklığı yaratabilir. Hayvanat bahçelerinin kamusal amacı ziyaretçilere hayvanlara bakma olanağı sağlamaktır. Oysa hayvanat bahçesine gelen hiçbir yabancı bir hayvanla göz göze gelemez. Olsa olsa hayvanın bakışı şöyle bir parlar, sonra ona bakandan uzaklaşır. Hayvanlar başka yana bakarlar. Görmeden uzaklara bakarlar. Dış dünyayı mekanik olarak tararlar. Karşılaşmalara karşı bağışıklık kazanmışlardır, çünkü hiçbir şeyin artık onların dikkatini çekecek kadar merkezi bir önemi kalmamıştır.”
Ülkemizde Görme Biçimleri isimli yapıtıyla tanınan İngiliz yazar, eleştirmen, şair John Berger, hayvanlar ve insanlar arasındaki iletişimi sorguladığı Hayvanlara Niçin Bakarız? kitabında günümüz toplumuna dair etkileyici bir bakış sunmakta.
Cevat Çapan tarafından Türkçeleştirilen eser, yakın geçmişte kaybettiğimiz Berger’ın insan, hayvan ve doğa denklemini ele aldığı, 21. yüzyıl insanını bunun üzerine sorgulamaya teşvik ettiği, farklı makalelerden oluşuyor.
Hayvanat bahçeleri neden var? Modern kapitalist toplumlarda insanlarla hayvanlar arasındaki ilişki nasıl kayboldu? Eski çağlarda hayvanlara baktığımızda ne görüyorduk, şimdi ne görüyoruz? Bunlar gibi, hem şaşırtıcı hem de eleştirel sorularla okurlarını düşünsel bir yolculuğa çıkaran Berger, kendine has, mesafesiz üslubuyla, göz ardı etmeyi reddedip bizleri alışıldık olanı sorgulamaya, derinlikli düşünmeye davet ediyor.
11. Cahil Filozof – VOLTAIRE
Voltaire adıyla tanıdığımız büyük Aydınlanma philosophe’u François-Marie Arouet, 1766 yılında, 72 yaşındayken, “Hiçbir Şey Bilmeyen Bir Adamın Soruları” alt başlığıyla yayımladığı Cahil Filozof’ta, kuşkuculuk mirasına o kendine has muzip nüktedanlığı ekleyerek, Sokrates’ten yüzyıllar sonra bir kez daha “kendi” cehaletinin ifşasından kocaman bir sorular yumağı oluşturuyor. Voltaire’i Voltaire yapan da bu yumaktan, tam da yarattığı beklentinin aksine, karamsarlık ve kasvet yerine iyimserlik ve sevinç taşıyor olmasıdır.
“Uçsuz bucaksız bir evrenin ortasında, tek bir noktaya sıkışıp kalmışken, değil kral olmak, etrafımı saran her şeyin kölesi olan ben, kendimi aramakla işe başlıyorum.”
12. Gerçek Yaşam, Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı – ALAIN BADIOU
Çağdaş kapitalizm gençlere, kimi zaman iç içe geçen iki seçenek sunar: Gününü gün et ve/veya düzenin basamaklarında hızla yükselmeye çalış!
Yaşayan önemli filozoflardan ve eylem insanlarından Alain Badiou, Gerçek Yaşam – Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı’da derlenen konuşmalarında, her iki seçeneğin de yaşamın gerçekliğini örten bir yanılsama olduğunun altını çiziyor. Tıpkı yüzyıllar önce Sokrates’in yaptığı gibi, sadece yaşı değil ruhu her daim genç olanlara eleştirel ve özgür düşüncenin kanallarından geçerek hayatın ve hazzın gerçeğine erişmenin ipuçlarını sunarken, sistemin çizdiği sınırları da aşmaya davet ediyor.
Orta yaşlıların tahakkümü altındaki çağdaş toplumlarımızda adı var kendi yok gençler ile toplumsal hayattan dışlanan yaşlı kuşağın ittifakının devrimci potansiyelleri üzerinde dururken, “ebedi ergen” kalmaya mahkûm oğlanlar ile gençliğini yaşamadan kadınlığa hızla adım attırılan kızlara, düzenin tuzaklarından kurtulup kendini var etmenin, isyanın, aşkın ve şiirin kapılarını aralıyor.
Her yaştan “gençler” için felsefenin kılavuzluğunda eşsiz bir yoldan çıkma çağrısı…
13. Fıçılarda Yaşamak, Sıradışı Devrimci Hayatlar – Sadık Usta
Praksagora:
“Kazıyacağım kökünü çıplak kalmanın, Muhtaç olmanın, Kavganın, Dövüşün, Borçluya gelen haczin…Anlatacağım size nasıl olacağını!
Yeni icatlar gerekiyor, derin anlamları olan! Öyle yeni kurallar gerekli ki bize; Ne yapmaya ne de söylemeye cüret edilmiş olsun, bugüne kadar…
Dinleyin: Gelecekte, her şey, ortak olacak!
Ve her şey herkese ait olacak, Zengin de kalmayacak, yoksulda.
Her şey herkese eşit verilecek, Ve özellikle de yaşam! ”
Bu kitapta sadece günümüzün yaşam tarzına ve içinde bulunduğumuz toplumsal şaşkınlığa yönelik kültürel eleştiriler bulunmuyor, aynı zamanda geleceğe yönelik umudumuzu diri tutan, kötücül cinlere, melun ruhlara kafa tutan ve yaşamlarıyla ve eylemleriyle uygarlığın yeşermesine, insanlığın ilerlemesine katkıda bulunan; bizi insan olarak kendi özgün tarihimizi yaşamaya ikna eden, bize yaşam enerjisi aşılayan dehaların, eylem adamlarının, bilgelerin ve korkusuz kadınların benzersiz yaşamlarını bulacaksınız.
Marie Curie, Marx, Ethem Nejat, Owen, Suat Derviş, Gracchus Kardeşler, İsmail Gaspıralı, Sun Yat-sen, Babeuf…
14. Gelecek Daha Güzel Günler mi Getirecek? – ALAIN DE BOTTON, STEVEN PINKER, MATT RIDLEY, MALCOLM GLADWELL
Gelişim. Modern çağın ışıltılı kavramlarından biri. Teknolojinin yaygınlaştığı, kişisel özgürlüklerin, küresel ilişkilerin hiç olmadığı kadar güçlendiği dünyamızda, insanlık altın çağına mı yaklaşıyor? Yoksa gelişim kavramının bir gerçeklik değil sadece bir ideoloji, Batı’dan çıkma bir illüzyon olduğunu söyleyen muhalifler mi haklı?
Dünyaca tanınmış dört düşünür günümüzün en sıcak tartışmalarından birini ele alıyor. Steven Pinker ve Matt Ridley geleceğin daha güzel günler getireceğine dair Alain de Botton ve Malcolm Gladwell’e meydan okuyor.
Savunan:
“Kaba gerçek şu ki, artık bakireleri yanardağlara atarak kurban etmiyor, lahana çaldılar diye insanların ellerini kesmiyoruz. Ve önceden yapıyorduk.”
-Steven Pinker
Muhalif:
“Geçmişte işler daha iyiye gitti diye bunun gelecekte de devam edeceği fikri, alt kademe borsacılarla sınırlı olduğunu düşündüğüm bir yanılgıdır.”
-Malcolm Gladwell
15. Fark ve Tekrar – GILLES DELEUZE
İlk kez 1968’de yayımlanan “Fark ve Tekrar”, Gilles Deleuze’ün doktora çalışmaları kapsamında kaleme aldığı iki tezden biri. Deleuze’ün hepsi Türkçede halihazırda yayımlanmış olan Hume, Bergson, Nietzsche, Kant ve Sacher-Masoch monografilerinden sonra yayımladığı bu kitap halen pek çokları tarafından Deleuze’ün özgün felsefi duruşunu ve tarzını yansıtan ve daha sonraki çalışmalarına yön veren başyapıtı olarak değerlendiriliyor.
“Fark ve Tekrar” Deleuze’ün farkın düşünürü olarak anılmasına neden olacak argümanlarını içeriyor. Kitabın temel gayelerinden biri farkın Batı felsefesi geleneğinde kavranış biçimlerini masaya yatırmak ve bunların, farklı şekillerde ama daima, özdeşliği temel alan, farkın özdeşliğe tabi kılındığı bir çerçeveyi benimsediğini göstermek. Deleuze, bu çerçevenin, felsefenin dünyayla kurduğu ilişkiyi yoksullaştıran yargı modeliyle olan ilişkisini ifşa ederek, felsefeyi dogmatik düşünce imgesi adını verdiği bir düşünce tarzının kıskacından kurtarmaya çalışıyor. Yargı ve temsilin boyunduruğundan kurtulan felsefe Deleuze’ün yeğinlik adını verdiği bir alana temas etmeye başlıyor.
Platon’dan Heidegger’e, Duns Scotus’tan Nietzsche’ye, Lucretius’tan Kant’a, yapısalcılıktan fenomenolojiye, pek çok filozof ve felsefi yönelimle diyaloga giren “Fark ve Tekrar”, yeğinliklerden yola çıkan yeni bir ontoloji ve epistemolojinin, farklı bir felsefenin, bir fark felsefesinin peşinden koşuyor.
16. Gerçek Argümanların Mantığı – ALEC FISHER
Gerçek Argümanların Mantığı, argümanları çözümlemek ve değerlendirmek için kendine özgü bir yöntemi açıklamakta, köşe yazılarından klasik metinlere pek çok örnek ele almaktadır. Eleştirel düşünme, her ne kadar temel düzeyde mantık bilgisini gerektiriyor olsa da, bu kitapta, temel mantık eğitimindeki sembolleri ve mantık kurallarını atlayarak doğrudan eleştirel düşünme için gerekli araçlar, gerçek metinler üzerinde kullanılarak kavratılmaktadır.
Bu kitap, Galileo’dan Marx’a, Thomas Malthus’tan Charles Darwin’e, Dawkins’ten Mill’e insanlığın düşünce hayatına yön vermiş düşünürlerin temel metinleri üzerinden eleştirel düşünme yetimizi güçlendirmektedir. Düşünce tarihinin önemli metinlerinden özenle seçilmiş alıştırmalar bölümü sayesinde okur, kendisini sınama ve geliştirme şansını da yakalayacaktır.
Dahası, felsefe, hukuk ve sosyal bilimler gibi disiplinlerin dahil olduğu geniş bir yelpazedeki öğrenciler ve öğretmenleri için oldukça değerli bir kaynak olan bu kitapta, temel klasik biçimsel mantığın bazı temel fikirlerini özetleyen bir ek bölüm de bulunmaktadır. Kitap, bu yönüyle, ders kitabı olarak kullanılabileceği gibi aynı zamanda başucunuzda bulunması gereken temel bir başvuru kaynağıdır.
17. Aşk ve Pedagoji – MIGUEL DE UNAMUNO
Bir aforizma yazmak için ara verir ve sonra devam eder:
‘Diyordum ki evladım, sağduyulu kişilerle fazla temas etme çünkü hiç saçmalamayan birisi, yemin olsun sana, aptalın önde gidenidir. Özel bir şırıngayla herkesin şakaklarından kanına dört paradoks, üç kaos ve bir ütopyadan oluşan bir serum zerk edebilsek kurtulurduk. Cehalet mutluluğundan kaç. İhtiyarların tecrübe dedikleri şeye inanma, günde yüz kere dua eden bir mübarek, yıllarca dua etmeyenden, dua ettiği için daha iyi biliyor değildir. Ayrıca, sadece engeller olduğunda yürüdüğümüz yola dikkatimizi veririz. Diğer tecrübe türüne gelirsek, şu kitapların bahsettiği, ona da aşırı derecede güvenme.’
18. KRISHNAMURTI’nin Günlüğü – JIDDU KRISHNAMURTI
Krishnamurti’nin Günlüğü çağımızın en önemli ruhsal öğretmenlerinden birinin yaşamına daha yakından bakmamıza olanak tanıyor. Basit ve dolambaçsız, ama yine de zengin ve şairane anlatımıyla Krishnamurti, ‘73 ile ‘75 yılları arasında kâğıda döktüğü kişisel içgörülerini bizlerle paylaşıyor. Hindistan ve Avrupa’da yaşadığı geçmiş deneyimleri ile güncel yaşamını harmanlayarak, kendine özgü zorlayıcı üslubuyla kişisel farkındalık ve içe dönüş ihtiyacımıza hitap ediyor.
19. Theodor Adorno-Kültür Endüstrisinin Kıskacında Kültür – Önder Kulak
Elinizdeki çalışma, Theodor Adorno’nun eleştirel yaklaşımı ışığında bir yandan kültür endüstrisini açımlamaya ve sorgulamaya çalışırken, diğer yandan okuru beğenilerimizi tartışmaya çağırıyor. Kültür endüstrisinin kıskacında yaratılan kültürün, bireyin özgün beğenilerini yansıtamayacağını savunarak, bir başka seçeneğin mümkün olduğu sonucuna da varıyor.
Günümüzde kültür endüstrisinin internet ve dijital oyunlar aracılığıyla kazandığı etki ve yaygınlaşma, dahası endüstriyel kültürün tüketicilerinin aynı zamanda üreticileri haline gelmeleri Adorno tarafından tahayyül bile edilemezdi. Elbette, bunlar televizyonun ulaştığı nokta gibi Adorno’nun düşüncelerini doğrulamakta ama aynı zamanda çizdikleri sınırları zorlamaktadırlar. Bundan dolayı, Adorno’nun felsefesinin bahsedilen değişimler ve yeni formlar bakımından tekrar değerlendirilmesi son derece elzemdir.
Önder Kulak’ın çalışması, kültür endüstrisi fenomenine dair Adorno’nun eleştirileri üzerine bir rehber kitap olma niteliği taşıyor.
20. Ritimanaliz Mekan Zaman ve Gündelik Hayat – HENRI LEFEBVRE
Henri Lefebvre üzerinde çalıştığı son kitap olan ve ancak ölümünden sonra yayınlanan Ritimanaliz’de onlarca yıldır sürdürdüğü yoğun felsefi, sosyolojik ve teorik tartışmaların en özgün meyvelerinden birini okurlarına sunuyor. Çalışmasının merkezine felsefe tarihinde ihmal edilmiş “ritim” kavramını alarak onu mekân, zaman ve gündelik hayat bağlamında inceliyor. Bu noktada beşeri bilimlere kendine has bir
metodoloji öneriyor: “Ritimanaliz.”
Döngüsel ve doğrusal ritimlerin, saatlerin, günlerin, dalgaların, müzikal seslerin, insanların beden hareketlerinin analizine odaklanan bu yeni disiplin, toplumsal süreçlerin kavranmasında Lefebvre’in belirlediği önemli sac ayakları olan mekâna, zamana ve gündelik hayata dair bilgimizi derinleştirmeyi amaçlıyor. Böylelikle ritmi felsefi düşüncenin ve toplumsal teorinin odağına taşıyor ve Marksizmin özgün metodolojisini tahrif etmeden, potansiyelinin fiiliyata geçmesine de katkıda bulunuyor.
“Lefebvre’in doğal, bedensel ritimler ile mekanik, makine ritimleri arasındaki mukayeseye olan ilgisi programlarla yapılabilen orkestrasyon çağında müzikal bir dönemeç olarak anlaşılabilir. (…) Lefebvre, birtakım meseleleri incelemek ve gözden geçirmek için, ritmi bir analiz biçimi –analizin yalnızca bir nesnesi olmaktan ziyade bir analiz aleti– olarak kullanır. Bunlardan bir tanesi kent sorunudur, Fransa’daki ve başka ülkelerdeki şehir hayatıdır. Lefebvre’in de belirttiği üzere, ritimanalist ‘bir senfoni veya bir opera dinler gibi bir evi, bir sokağı, bir şehri de dinleyebil[en]’ birisidir.”
-Stuart Elden-
21. NIETZSCHE – Stefan ZWEIG
Stefan Zweig, bu metninde akademik bir üsluptan kaçınarak, Nietzsche’nin alışkanlıklarının, tutkularının ve takıntılarının izini sürüyor. Nietzsche’nin eserlerinden ziyade kişiliğine odaklanarak, büyük filozofun varoluş trajedisini, insanlardan kopuşunu ve zorunlu inziva hayatını dantel dantel işlediği zarif cümleleriyle anlatıyor. Nietzsche, hem Zweig hem de Nietzsche okurlarına hitap eden, hiçbir cümlesi boşa kurulmamış, dolu dolu bir kitap.
22. Zygmunt Bauman ile Söyleşiler – Zygmunt Bauman, KEITH TESTER
Zygmunt Bauman ile Söyleşiler, Bauman’a bir giriş kapısı niteliğinde. Bauman’a aşina olanlar kadar, onun düşüncesine dair derli toplu bir metin okumak isteyen okuyucular için de bulunmaz bir fırsat. Bauman bu eserde hem insan yanıyla, hem sosyolog haliyle hem de filozof yönüyle karşımız çıkıyor. Elimizden tutarak bizi edebiyatın devleriyle, sosyolojinin kurucularıyla, çağdaş entelektüellerle buluşturuyor. Görünmez kentlerde dolaşıyor, labirentlerden geçiyor, Nazi zulmüyle yüzleşiyor, modernliği masaya yatırıyor, postmodern durumu tekrar ele alıyor, akışkan dünyayı keşfe çıkıyor, öteki üzerinden yeni bir ahlak öğretisi geliştiriyor. Gramsci kadar Borges’e, Marx kadar Calvino’ya, Castoriadis kadar Levinas’a misafir oluyoruz onunla birlikte. Antisemitizmi biliyorduk fakat bu sefer allosemitizm ile de yüzleşiyoruz. Sadece modernlikle değil, postmodernlikle de hesaplaşan bir Bauman ile tanışıyoruz bu kitapta. Kısacası 20. yüzyılı kuşatıp 21. yüzyıla yelken açıyoruz. Yakın bir zaman önce bizi bedenen terk edip ölümle kucaklaşmış bu büyük düşünürle yeni bir yolculuğa hazır mısınız?
23. Yürümenin Felsefesi – FREFERIC GROS
“Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir.”
-Henry David Thoreau-
Nietzsche’nin Kara Orman’da yürürken göz çukurlarına dolan mutluluk gözyaşları, Rimbaud’nun tahta ayağıyla açılacağı çöllere dair kurduğu düş, yasaklı Rousseau’nun Alpler’deki adımları, Thoreau’nun Walden’daki gezintisi, Nerval’in dar sokaklardaki aylaklığı ve daha niceleri… Aylaklar, göçebeler, sürgünler, hacılar, kaçaklar, seyyahlar, münzeviler ve mülteciler yürüyorlar. Peki yürümek sadece evle iş arasında gidip gelmek, bir yerlere yetişmek ve koşuşturmak değil de evrenle özel bir ritim, akort ya da hafifleme içinde buluşmak olabilir mi? Yeryüzüyle hemhal olup kendimizi başkalaşmaya açarak yürüyebilir miyiz?
Yürümek iki mesafe arasında gidip gelmek değil yaratıcı bir eylemdir. Hem kendi yalnızlığımıza çekildiğimiz hem de toplum olarak bizi dönüştürecek bir ayağa kalkıştır. İki büklüm vücudun karşısında dikilmeye çalışan, attığı her adımda yeryüzünün gerçek bir parçası olduğunu fark eden Homo Viator’un eylemidir. Çünkü Yürüyen İnsan kendi üzerine çöken kaygı, haset ve korku yumaklarını çözer, varlığını yeryüzünün ebediyen yeni olan kalbine düğümler. Yürüyoruz, işte bu düğümü atmak için.
24. Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji – Doğan Özlem
Max Weber tarihçi, hukukçu, ekonomist, dinbilimci, siyaset bilimci ve nihayet sosyolog kimlikleriyle, sözcüğün tam anlamıyla “çok yönlü” bir bilim insanı. Bilgi ve bilim üstüne sürekli düşünen, özellikle kültür (tin) bilimlerinin felsefi temellerini sürekli sorgulayan bir filozof. Bu filozof kimliğiyle, sosyolojinin yüzyılımızdaki kurucularından oldu. Onun yüzyılımızın başında temellerini attığı anlamacı sosyoloji, sosyal bilimlerdeki bunalımın etkisiyle, son onyıllarda yeniden ilgi odağı haline geldi.
Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji bilgi ve bilim filozofu Max Weber’i ve onun bu kimliğiyle sosyolojiyi temellendirişini ele alıyor. Kitapta Max Weber’in bilim anlayışı, onun doğa bilimleri ile kültür bilimleri arasında yaptığı ayrım, Yeni Kantçı felsefeden (özellikle Rickert’ten) ve hermeneutik geleneğinden (özellikle Dilthey’dan) aldığı etkiler doğrultusunda irdeleniyor. Onun özgür bilim anlayışının, Batı’da ve bizde yaygınlık kazanmış ve bir ara neredeyse resmileştirilmiş olan pozitivist, yapısalcı, işlevselci bilim anlayışları karşısındaki özel ve özgün niteliği vurgulanıyor.
25. Marcel Duchamp ve İşin Reddi – MAURIZIO LAZZARATO
Zamanı ve dünyayı yaşamanın bambaşka bir yolu olarak tembel eylem!
“Duchamp kapitalist toplumdaki vazife, rol ve ölçülere teslim olmayarak hem sanatsal hem de ücretli işi inatla reddetmiş, üstelik sanatın ve sanatçının tanımlarına meydan okumakla da yetinmemiştir.” Onun radikal eylemsizliği kapitalist toplumun üç sacayağına birden meydan okumasından ileri gelir: Mübadele, mülkiyet ve emek.
Maurizio Lazzarato, Marcel Duchamp’ın yerleşik iktidar ilişkilerini askıya almanın, politik kırılmayı mümkün kılan koşulları yaratmanın ve yeni bir öznelliğin inşasının başlangıç noktası olarak tanımladığı “işin reddi” ve “tembel eylem” kavramlarını, hem sosyoekonomik bir eleştiri hem de felsefi bir kategori olarak ele aldığı kitabında, henüz çözülememiş bir ihtilafa işaret ederek Duchamp üzerinden yeni bir kapı aralıyor: “Amaçlanan çalışmama özgürlüğü müdür yoksa çalışarak özgürlüğe kavuşmak mıdır?”
“İşin reddi” ve “tembel eylem” bir olanağa işaret eder ve “Olanak bir zerreciktir,” der Duchamp. Artık aynı şekilde görüp aynı şekilde duymadığımız bu olanağa erişmekse başka bir yaşam biçimine bağlıdır, “zerreciğin tembel sakinleri” gibi.