Aşk Yoksa Aşk Olsun! – Veysel Boğatepe yazdı…
Duygusu ve enerjisi sanat kadar eski olan aşk üzerine geçmişten günümüze değin birçok saptamalar, tanımlamalar yapıldı. Yazılar ile metinler, destanlar kaleme alındı ve en çokta şiirlerde, türkülerde dillendirildi. Hatta bazı tefrikalarda, aşkın batı kaynaklı ve 200-250 yıllık bir erkek icadı olduğu dahi iddia edildi.
Oysa 2.700 yıl önce yaşayan kadın şairlerden Sappho;“Hiç uyarmadan kasırga / nasıl sökerse meşeleri kökünden / öyle sarsıyor yüreğimi aşk” dememiş miydi?
Dünyanın ilk çıplak heykeli Knidos Afrodit’ine modellik yapan Phryne’nin 2.400 yıl kadar önce;
“Bana kendin gel, birleşeceğiz / ve birbirimizin kollarına düşeceğiz / tanrılar şaşırmayacaktır / çünkü onları biz yarattık” dizelerinde ki çağrısına duyarsız mı kalacağız?
Rahibeler tarafından dört bin yıl kadar önce yazılan ve Tanrıça İştar’ın, Uruk kralı Gılgamış’a olan aşkını anlatan;
“Gel gılgameş benim sevgilim ol / aşkını sun bana armağan gibi / benim erkeğim ol, ben de senin kadının / koşum takımı lacivert taşından / ve altından bir araba yaptıracağım senin için” dizelerini görmezden mi geleceğiz?
Dahası, Elizabeth Brownıng, Emily Dickinson, Sylivia Plath, Ingeborg Bachmann, Anna Ahmatova, Grete Tartler, Rabia Hatun, Şair Nigâr, Şukûfe Nihal, Lale Müldür ve Gülten Akın gibi nice kadın şairlerin aşk söylemlerine duyarsız mı kalacağız?
Fransız düşünür Roland Barthes, aşkın en fazla terennüm edildiği, aşk edebiyatının en fazla üretildiği ve yaşatıldığı Fransa’da, aşk ve aşk söylemlerinin hayatın kıyısına itilmesinden endişe duyuyordu. Barthes,“Bir Aşk Söyleminden Parçalar“da aşk üzerine yazılmış, söylenmiş ve kendisinde iz bırakmış her metni çağrışımlarla ve işaretlerle yeniden oluştururken bir tek amacı vardı: ‘aşkın o eski anlamını ve nasıl bir tutku olduğunu hatırlatmak.’
Aynı amaç ve hatırlatmayı bu defa “Aşk’a Zum” adlı kitaptan okuyoruz. Günümüzde alabildiğine yalnız bırakılan aşkın tanımına, anlamına takılmadan geniş bir coğrafyada geziye çıkan Cazim Gürbüz; tesadüflerden, ilginç karşılaşmalardan, reddedilişlerden, coşkulu kavuşmalardan, bitmeyen sancılardan, kahırlardan, tükenişlerden örnekler vererek aşkın bin bir türlü halleriyle tanıştırıyor bizi.
Aşk yalnızlığın diliydi belki ama…
Hakkında bunca şey yazılmış olmasına rağmen gizi çözülemeyen ve günümüzde alabildiğine yalnız bırakılan aşk, yalnızlığın diliydi belki ama kendi öz dilinde yazılmış aşk destanları olmayan bir toplumda, aşka dair yazılardan şiirsel tatlar almak da zordur. Çünkü aşkın en yalın dili şiirdir. Şiirin olduğu yerde aşk, aşkın olduğu yerde şiir mutlaka vardır. Veya biri yoksa bir diğeri de yoktur ya da eksiktir. Yaşadıklarını, tanış olduklarını adeta tarihin imbiğinden damıtarak bir araya getiren Cazim Gürbüz’ün “Aşk’a Zum” adlı kitabında aşkın sıcaklığıyla, şiirin kıvraklığıyla ve sürprizleriyle yeniden tanışıyoruz. Sayfaları çevirdikçe ruhunuzun usulca soyulduğunu hissediyorsunuz. Kimi zaman korkaklığımızı hatırlatıyor, kendimizi sakınmanın pişmanlığını duyuruyor ve tüketilmiş zamanlarda sarıp sarmalıyor tüm benliğimizi. Bazen buruk ta olsa, hafifçe gülümsetiyor, hatırlatıyor, umut veriyor ve hayat vaat ediyor. İster felsefi, ister lirik olsun, her anlatımda aşk yazılarının ve şiirlerinin satır aralarında gizlenen gizemli birisine ihtiyaç vardır. Çünkü bir hayat ürünü, bir suret bile olsa yokluğunda büyü bozulur, aşk; aşksız kalır, yazı veya şiir inandırıcılığını kaybeder.
İlginç ve yaşanmış aşk öykülerinin yanı sıra burjuvazi aşklardan en avamına, tutkulusundan platonik aşklara, ilahi aşktan illallah dedirtene, deyimlerden özdeyişlere, eşcinsel aşklardan mektuplara, simgelere ve narsizm’e değin birçok alt başlıklar açarak aşkın bilinmezliğini ve gizemini daha anlaşılır kılmış Cazim Gürbüz. Aşkın mercek altına alınıp adeta dedektif hassasiyetiyle irdelendiği bu kitaptan bir kez daha anlıyoruz ki aşkın tarihi de tarifi de yoktur. Hissedildiği an yazılabilir veya yaşanabilir. Çünkü sonsuzdan gelen ve sonsuza giden, zamanı ve mekânı olmayan, hiçbir kural tanımayan, sınıflandırılamayan, öğretilemeyen tek duygudur aşk. Belirli zamanlarda, belirli guruplara veya bireylere önerilerek ideolojik kalıplara sokulamaz. Ne ehlileştirilebilir ne sivilleştirilebilir ne de modernleştirilebilir. Tıpkı Antonie Bret‘in, “Aşkın gelişi, aklın gidişidir” dediği gibi belki de aklın var olmadığı, hükmünün geçmediği tek alan, aşktır. Giderek anlamından uzaklaştırılan, yapay ve sentetik kalıplara sokularak şekillendirilen ve cinselliğin tek sosyal kontratı haline getirilerek kurumsallaştırılmaya çalışılan günümüzde yaşanabilir, özümsenebilir bir aşkı bulana aşkolsun!
Veysel Boğatepe
(Cazim Gürbüz / Aşk’a Zum, Kora Yayın, Şubat 2018, 250 Syf.)