Aşkın Peşinden Cehenneme Gidebilir Misin? – Hilal Serra Toplu yazdı…
“Bir erkeğe sadece onunla beraber olmak için, cehennemi cennete tercih ettirecek kadar mükemmel biri olduğun için…”
-What Dreams May Come
Sevmeyi, bebekken iletişim halinde olduğumuz, ilk bakım verenimizden öğreniriz. Annemizden, babamızdan, anneannemizden, babaannemizden, yetiştirme yurdundaki görevliden…
Etrafı gözlemleriz. Ailemize bakarız. Annemizle babamızın birbirini sevme şeklini görürüz. Bazen de görmeyiz. Daha sonraları kitaplar okur, filmler izleriz.
Bize vadedilen ama hiçbir zaman tam olarak erişemeyeceğimiz “mükemmel sevgiyi” arar dururuz… Mükemmel aşklar, mükemmel romantizm, mükemmel güzellik/yakışıklılık ve mükemmel olarak gösterilen diğer her şey.
Gerçekten tüm bunlar olağanüstü bir şekilde gerçekleşebilecek şeyler mi? Yoksa olağandışı bir şekilde arzularımızın bir parçası mı?
“Umut etmek, insan olmanın bir parçası”
Okuduğumuz kitapların, şiirlerin, izlediğimiz filmlerin bize sunduğu sevgiyi, aşkı kendi dünyamızda eyleme geçirememiş olsak da diğer dünyalarda görüp şahit olmak hoşumuza gider.
Hayatımızın sonuna kadar gerçekliğini hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla bilemeyeceksek bile var olduğu gerçeğini bilinç altımıza itip, var olabilme ihtimaline karşı umut besleriz ve beslemeye de devam edeceğiz. Tıpkı ölümden sonra ne olacağının bilinmezliğinde kendimizi kaybetmemiz ama yine de cennet ve cehenneme ya da yok olmaya inanmamız gibi.
Büyüklerimizden, dört büyük kitaptan, içine doğduğumuz toplumdan, internetten neler olacağına dair bir şeyler öğrensek de sondan sonrasının bilinmez olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Ama yine de sonunda boşluk olan bir yaşam sürdürmektense bizi bekleyen iyi veya kötü bir yer olduğu düşüncesi hem kendimizi dizginlememizi hem de yolumuza ışık tutmamızı sağlar. Sokrates‘e atfedilen “Beni korkutan öldükten sonra, cehenneme gitmek değil; hiçbir yere gitmemektir.” sözünde olduğu gibi..
What Dreams May Come (Aşkın Gücü) 1998 yapımı, yönetmeninin Vincent Ward olduğu bir Amerikan filmi. Başrol oyuncularımızdan biri de hepimizin tanıdığı, en az bir filmine denk geldiği, sempatik ve sevimli Robin Williams. Filmin genel havası sanki, Hieronymus Bosch’un çok önemli bir eseri olan ‘Dünyevi Zevkler Bahçesi’nin senaryolaştırılmış hali gibi.
Filmin bazı karelerinde bu esere de rastlıyoruz zaten. Ana karakterlerden birinin de yaptığı çalışmalarda böyle bir üçlemeye yer verdiğini görüyor ve bir atıfta bulunduğunu varsayıyoruz.
Dante’nin ‘İlahi Komedya’sını okumuyor da izliyor gibiyiz adeta. Cennet, cehennem ve araf tasvirleri hayal gücümüzün sınırlarını zorluyor. Bunun yanı sıra iki çiftin birbirine duyduğu derin sevgi ve güçlü bağların, sadakatin ve ruh eşlerinin mucizevi aşklarının nasıl oluştuğuna, nasıl devam ettiğine ve nasıl sonlanacağına şahit oluyoruz.
Uyanık ve bilinciniz açıkken, inanılmaz bir rüya yolculuğuna çıkmak istiyorsanız, biletleriniz bu filmde…
Hilal Serra Toplu
Duygusal Durum ve Tamamlayıcılık, Narsist Pozisyon – Şükrü Alkan yazdı…