Atatürk, Sanatçılar ve Din – Mustafa Günen yazdı…
Sevgili dostlar, bildiğiniz gibi geçtiğimiz 15 Temmuz‘da tuhaf bir darbe girişimi oldu. Her kesimi olduğu gibi sanatçıları da ilgilendiren boyutu olduğu için ben bu konuya değineceğim. Yani bu utanç verici olayın siyasi yönüne değinmeyeceğim. O konuyu bir cümle ile her açıdan sazan darbesi diye kısaca isimlendirdim zaten. Benim bu konuda yazmamın asıl nedeni, iğrenç darbe girişimi sonrası, aydınların, özellikle sanatçıların olaya ilişkin yorumlarıdır. Her platformda, sosyal medyada Atatürk’ ün ne kadar önemli olduğu, laikliğin ne kadar gerekli olduğu konusunda haklı çıktıklarını anlatıyorlar. Tespitleri doğrudur. Ancak nasıl oluyor da Atatürk ve laiklik karşıtlığı bu seviyelere gelebiliyor. İşte bu soruya doyurucu bir cevap verebilen yok . Tek söyledikleri, Atatürk ve ilkelerini, laikliği topluma iyi anlatamadıkları hatta dogmalaştırdıkları gibi sığ özeleştiriden öteye geçememişlerdir. Bu da kısmen doğrudur. Ancak Atatürk ve laiklik karşıtlığının arkasındaki asıl neden, çıkarcılar tarafından yozlaştırılmış dindir. Dolayısıyla bu sorunların kaynağı, Atatürk ve laikliği iyi anlatamamakta değil aydınlar ve sanatçıların bizzat kendilerinin Atatürk ve laikliği iyi anlayamadıklarından kaynaklanmaktadır. Konuyu açayım:
Entelektüeller (aydınlar) ve sanatçılar, ülkesinde ve dünyada olan artı- eksi tüm gelişmelerle olaylarla ilgilenmek sorumluluğundadır. Din de bunlardan biridir. Ve de sosyal yaşamı en fazla etkileyen ve yönlendiren konuların başında gelir. Ülkemize ve çevremizdeki sözüm ona müslüman ülkelere ve yaşananlara bir bakın; şiddet, kan, ölüm, birbirlerini yok ediyorlar. Yalnız kendilerine veya çevrelerine değil, tüm dünyaya acı veriyorlar. Bütün bu eylem ve söylemlerinin arkasına dayanak olarak ta Kur’an’ı koyuyorlar. Oysa bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşanan ve uygulanan dinin tamamına yakını uydurmadır. Kur’an’daki dinle hiçbir alakası yoktur. Buna çok tartışılan laiklikle ilgili çarpıcı bir örnek vereyim. Hepinizin bildiği “Dinde zorlama yoktur” (BAKARA-256) ayeti bile laikliğin Kuransal bir ilke olduğuna delildir. Çünkü her hangi bir dini hükmü kanunlaştırırsanız, o hüküm otomatikman zorlama olacaktır. Çünkü kanunlar zorlayıcıdır. Dolayısı ile herhangi bir din hükmünü yasalaştıramazsınız, yasalaştırırsanız doğrudan dinde zorlama yapmış olursunuz demektir. Bu bir çok ayete de aykırıdır. Gördüğünüz gibi Kuran ‘da ki bu yapı fark edilip topluma iyi açıklanabilseydi laiklikle çatışma olmazdı. (Laiklik denilen yöntemin aslında bir Kur’an ilkesi olduğunu geniş olarak başka bir köşede yazdım)
Aydınlar ve sanatçılar sosyal hayatı cehenneme çeviren inanca dayalı yanlışlıkları düzeltmek için dine veya Allaha inanmaları gerekmez. Bu bir misyondur.
Hepimiz, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Bu yanlış veya sahte din uygulamaları hepimizin bu gününü ve yarınını çok kötü etkiliyor ve de geri kalmış ülkeye dönüştürüyor.. Eğer bu ülkede yaşayan bir aydın, bir sanatçıysanız tüm toplumu negatif olarak etkileyen çok büyük haksızlık ve istismar olan bu konuya eğilip, gerçeği araştırmanız, ulaştığınız sonuçları topluma duyurmanız gerekir. Bunu yapmanız için dine, Kur’an’a hatta Allah’a inanmanız bile gerekmiyor. Çünkü bu sizin, önce insanlık sonra da topluma ve çocuklarınıza karşı bir sorumluluğunuzdur.
Aydınların ve sanatçıların yobazlığı!
Ülkemizde dünya çapında birçok aydınımız var. Başta sanat edebiyat olmak üzere hemen bütün akademik alanlarda çok başarılı, değerli insanlarımız var. Ancak, konu din, inanç olduğunda anlamsız bir gerekçe ile pasifleşip bu hususu ilahiyatçılara bırakıyorlar. Oysa din ve inanç yalnızca ilahiyatçılara bırakılmayacak kadar önemli sosyal bir olgudur. Kaldı ki maalesef tarih boyunca tüm toplumlarda olduğu gibi bizde de ışığa, aydınlatılmaya en çok ihtiyacı olan, karanlıkta bırakılmış alanlardır. Bir aydın bu karanlığı aydınlatmazsa başka nereyi aydınlatır? Ancak kendi kendilerini aydınlatıyorlar! Bu konuda olan da budur. Oysa din; hukuk, sanat, ekonomi, siyaset gibi tüm sosyal alanlarda çok etkilidir ve de çoğu negatif etkilerdir. Yani dinin tüm akademik alanlarda, kariyerlerde, doğrudan ya da dolaylı yaptırım gücü vardır. Ancak bu güç dediğim gibi daha çok menfi etki olarak kullanılır Bu gerçeği aydınlar bilmiyor mu? Elbette biliyorlar. Ne var ki yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir ülkede yaşayan aydınlar ve sanatçılar din konu olunca uzak duruyorlar. Adeta kafalarını kuma gömüyorlar yada bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın tavrı sergiliyorlar. Bu aymazlıklarına bahane olarak da birkaç tuhaf argüman geliştirmişler. En önemli bahaneleri ise, Din; kul ile Allah arasındadır, herkesin inancı kendisinedir gibi, sığ, mantıksız yorumlarıdır ve yanlıştır. Tek doğruları herkes inancında özgürdür yorumudur. Şimdi bu argümanları inceleyelim.
Acaba din kul ile Allah arasında mıdır?
Din, kul ile Allah arasında mıdır? Hayır değildir! Kurana göre; Kul ile Allah arasında olan, kulun düşünce ve davranışlarındaki niyet ve samimiyetinin değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmeyi yalnızca Allah’ın yapacak, sonuca da onun karar verecek olmasıdır. Dinin kul ile Allah arasında olan kısmı sadece budur.
Dinin bir de uygulama bölümü vardır. İşte aydınların ısrarla göremedikleri şey dindeki bu sosyal uygulamalar boyutudur. Oysa din; tek Allah’a inanmanın haricinde, neredeyse tamamı, ya doğrudan ya da dolaylı olarak, kullar arasındaki ilişkilerle ilgili düzenlemelerdir. Yani bireysel ve sosyal ilişkilerle ilgilidir. Dinin müdahil olup yasakladığı sosyal eylemlerde, örneğin hırsızlık yaptığınızda, cinayet işlediğinizde, haksızlık ve adaletsizlik yaptığınızda Allah bir zarar görmez ki! İnsanlar zarar görür. Din adına cinayet işleyen birine herkesin inancı kendinedir deyip karışılmaz diyor musunuz? Hayır demiyorsunuz! Demek ki din, kul ile Allah arasında değil, kullar arasındadır. Zaten dinin bir adı da fıtrattır. Fıtrat; yaratılış ve davranış biçimi, programı demektir. Yani kullar arası ilişkileri düzenleyen bir programdır. Onun için din kul ile Allah arasındadır deyip denetimsiz bırakamazsınız.
Gelelim yukarıda söylediğim aydın kesimin din ve laiklik konusunda Atatürk‘ü anlayamamış olmalarına. Bildiğiniz gibi Atatürk Nutuk‘ta “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” derken bunu düşüncede bırakmamış Kur’anın bir öğüt olduğunu, mutlaka anlaşılması ve üzerinde düşünülerek okunması gerektiğini görmüş ve de milletin din tüccarlarının eline düşmemesi için onun Türkçe mealini hazırlatmıştır. Bununla da kalmamış dini bilime emanet etmek için diyaneti kurmuştur. Peki sonra gelenler ne yapmış? Yobazların bu topluma anlamadığı dilden Kur’an okutulmasına ses çıkarmamış, hatta siyasi menfaat uğruna göz yummuş, böylece insanları din tacirlerine teslim etmişlerdir. Bugün geldiğimiz noktanın sebebi budur ve vahim bir hatadır, üstelik bu, hem Atatürk’e hem de Kuran’a ihanettir. Artık hangisine yakınsanız, yada her ikisi de olabilir.
Keşke Atatürk ve din konusunda akıl işletilseydi, iyi anlaşılsaydı da ben de bunları yazmak zorunda kalmasaydım. Her neyse. Mademki Atatürk ve sanatçılar diye başlık attım o zaman yine Atatürk ile bitireyim; ”Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” diyen Atatürk‘ün bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti‘ndeki durum şudur; Günümüz sanatçılarının birçoğu maalesef Atatürk‘ün işaret ettiği toplumu besleyen hayat damarı olmayı bırakmış, kendini besleyen bağırsak paraziti olmayı seçmişlerdir.
Sanatta buluşmak üzere…
Mustafa Günen