Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Atlantis’ten Bellini’nin Dualitesine – Bülent Bakan yazdı…

Günlerden kürede Homo Sapiens’in bunalarak kendini plajlara meydanlara sosyal mesafesiz her türlü nostalji mekanlara attığı ama nano boyuttaki zorbanın yorgunluk belirtisi göstermediği günlerden birinde ben de bir ‘Güzel Marmara’ açıp dinozorların gezegenin geniş çayırlıklarını bize bırakmasının yetmiş beş milyonuncu yılını kutlamaya karar verdim. Dinozorların gezegeni neden bize terk ettiği sorusu cevap beklerken bir kısım fanatik zorba da Roma İmparatorluğu gibi yıkılmamayı kafaya takarak kısa geçmişinden gereken dersi çıkarmadan kürenin çivilerini sökmekle meşgul idi.

Güzel Marmara’yı yarılamışken kürenin dinozorlar ve Roma’dan sonra en popüler sorusu olan Atlantis kafama takıldı. Atlantis yıkılmış da ortadan nasıl kaybolmuştu? Dünyanın bütün denizlerinde Atlantis aranmış hiçbir iz bulunamamıştı. Gözüm Güzel Marmara’nın kıvrımlarına takılır takılmaz beyin kıvrımlarında kıvılcımlar çaktı. Atlantis kürenin en küstah ve en kalleş muamelelerine maruz kalmış boynu bükük ve en yalnız denizinde olabilirdi. Atlantis, Tuna Nehri‘nin zehrini ağartmaya devam eden koca bir ülkenin bir daracık semtine sığdırılmış endüstrisinin atıklarını hazmetmiş geğirememiş Marmara’nın kardeş fay hatları arasında olmayacak da nerede olacaktı. Bu arada Atlantis’de kürenin iki yakası bilimde ve sanatta bir araya gelememiş olmasına rağmen en güzel şehrine olan hasetinden batmış olabilirdi.

Kürenin denizlerinde Atlantis’i ararken El Dorado’yu bulanlar da var. Aslında Atlantis’ten çok farklı bir şeyler aradıklarını da biliyoruz. Onarım için geldiğinde Yalova’da kavrulan efsane gemisinin kaptanı en büyük fırçayı kürenin en azılı koruyucusu olan büyük oğlundan yemişti. Efsane belgesellerin efsane kaptanı küresel bir dinozor kanı toptancısına sualtı haritaları hazırlarken ek iş olarak da Alice Harikalar Diyarında belgeselleri çekmişti.

Aslında çok değil şunun şurasında bir yüzyıldan biraz önce insanlar dinozor kanı yerine balina gözyaşları ile aydınlanıyordu. Kandillerde balinaların kökünü kurutan avcılık ve yağ toplayıcılık işleri bir çizgi roman kahramanının memleketinde ilk kan çukurunun açılmasıyla sona erdi ama balinaların çilesi yine bitmedi. Çok kısa sürede ortaya çıkan o güne kadar görülmemiş boyuttaki yeşillik öyle bir arsızlığa yol açtı ki göğü delen ilk Babil Kulesi ortaya çıkıverdi. Sonrasında buzlar kraliçesi de yarışa dâhil oldu ve o güne kadar güzellik salonu vazifesi gören bir göl inanılmaz bir rekabeti ortaya çıkardı. İki kardeşten büyüğünün de desteğiyle dinozor kanı kürenin tamamını mikrodalga fırınına çevirdi. Dinozor torunları şakırken eriyen buzulların çatırtıları kürenin her yerinden neredeyse duyulur hale geldi. Sonuçta öyle bir şey oldu ki ortadaki pasta kürede o güne kadar görülmüş en büyük pasta oldu. Bu pastadan pay alanlar kürenin en fiyakalı müzelerini de hem dinozor yumurtaları ile doldurdular hem de o günlerin izlenimlerini yansıtan o günün çağdaş bugünün efsane sayılan eserleri ile doldurdular. Bugün koleksiyonların ne kadarının dinozor kanı ile oluştuğunu hesaplamak hiç de zor değil. Dünün balina gözyaşlarını sayanlar bugün dinozor kanı içiyor.

Homo Sapiens’in yalandırma, dolandırma ve aldandırma konusunda ne kadar başarılı olduğunu biliyoruz artık. Kürenin en büyük dolandırıcılıklarından birinin mimarının koleksiyonu dillere destandır. Bay yüzde beş ceplediği yetki belgelerini kiralayarak kürenin en sosyetik noktalarından birinde en sükseli otelin ölene kadar kral dairesinde kalacak ve krallara layık sofradan ziftlenecektir. Yüzde beşin yüzde beşi bile kürenin en görgüsüz koleksiyonunun ortaya çıkmasına yetmiştir. Can pazarında canımızı dişimize takmış kahveye koyacak şeker bulamazken ve ölüm kalım mücadelesinde iken baş cepçi de öğlen yemeğinde şişte portakal sosuyla marine edilmiş karidesleri mideye indiriyor ve müzayede kataloğundan Kütahya çinisi seçiyordu. O sırada kürenin sanata ve hayata en uzak köşesinde dinozor yumurtası ayıklayanlar diğer taraftan da dinozor kanı aramakla meşguldü. Sonuçta bu süre içinde dinozor kanları kanvas, karkas ve boya üçgeninden oluşan devasa bir buzdağına dönüşecektir. Eğer kürenin bu en dış kenarının en uç köşesinde kürenin izlenimlerinden bir tanesini bulsan bir tane daha bulmak için tepinmen gerekiyorsa görgüsüzlükten değil cepçilerin sadece cebindekileri değil cep ve cepkenin tamamını yürütmüş olmasındandır. O devasa yapıların içindeki muhteşem ötesi sanat eserlerinin varlığı başkalarının kanı, kölelerin teri ve saf oksijen kıvamındaki kalabalıkların gözyaşlarından gelmektedir. Homo Sapiens’in yalandırma, dolandırma ve aldandırma konusundaki en büyük başarısı kürenin bilinen dinozor kanının beşte üçünün üzerinde otururken bir kandili yakacak kadar dinozor kanı çıkartmadan ayağının altındaki halının çekilmiş olmasındandır. Küredeki en büyük yalandırma dolandırma ve aldandırma başarısıdır bu belki de.

İşte o yüzden diyorum ki: Atlantis, Güzel Marmara şişesinin tam olarak dibinde bizi bekliyor. Onu ararken El Dorado’yu bulursak kimse Bellini’nin harikalar harikası dualitesine dil uzatmaz ve toz konduramaz. Bir Bellini değil binlerce Bellini sıraya girer sanat ve bilim konusunda kavruk kalmış kürenin bu görgüsüz köşesine akın eder. Bellini’yi bu kürenin en güzel şehrine hediye edenler iki yakası bilim ve sanatta bir araya gelememiş şehrine uyanması için çok acıtan ama çok güzel bir çimdik atmıştır.

Mavi Vatanın en güzel incisi Marmara’daki El Dorado’yu bulmayacak isek o zaman okyanusları unutup bu kısrak başının alnındaki inciyi koparıp kürenin en çatlak projesini biraz daha uzatıp geri kalanını molozla doldurup toplu konut projesine açalım. Böylece üstünü kentsel dönüşüm toprağıyla örttüğümüz kürenin en azgın iki kardeş fay hattının da öfkesi diner de belki eli kulağındaki sallantıdan vazgeçer. Vazgeçer mi? Kim bilir!

Biz bilimden ve sanattan vazgeçsek bile yaptıklarımızın ve daha önemlisi yapmadıklarımızın sonuçları bizi cezalandırmaktan vazgeçmez. Bilimden uzak kalmayın, duvarlarınız boş kalmasın. Dünyanın en güzel denizinin altını da üstünü de üst köşesini de boş ve sahipsiz bırakmayın. ELDORADO bizi tam da bu kendi iç denizimizde bekliyor. Bilimsiz Sanatsız ve Mavi Vatansız kalmayın. TAM MEVSİMİ.

Bülent Bakan

2 Yorum

  1. Çok güzel bir yazı.
    Emeğinize ve birikiminize sağlık.
    El Dorado için ileri okumalara yönelik kaynak gösterirseniz sevinirim.
    Daha ileri okumalarla bir nebze sanata yakınlığa bir köprü olmuş olursunuz.
    Denizcilik bayramımız kutlu olsun.
    Saygılarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu