Ayper Eribol: ‘Saz, Söz, Raks İle Haydi Dost Meclisine’
Geleneksel müziğin ayrılmaz unsurlarından olan saz, söz ve raksa yeni bir anlayışla hayat verme düşüncesinden yola çıkarak kurulan Bad-ı Saba Triple grubunun kurucularından Ayper Eribol ile hem Harbiye Sahne’de ilk kez deneyecekleri konsept ile gerçekleşecek konserlerini hem de dansın tarihi üzerine konuştuk.
Tıpkı kadim dost meclislerinde olduğu gibi sahnenin kullanılmadığı, katılımcı ve müzisyenin aynı düzlükte bir halka çevresinde buluştuğu interaktif bir ortak müzik icrası kurguladıklarını belirten Eribol, ‘Bad-ı Saba Triple’ ile özellikle bu topraklarda doğan geleneksel müzik ve dansları kendi kökünden koparmadan popüler kültüre mesafeli bir şekilde özüne sadık kalarak ‘dost meclisleri’ konsepti ile sunacaklarını belirtti. İlk kez tanışacağınız bu konsept ile ilgili bu röportajı zevkle okuyacaksınız.
KitaptanSanattan.com / Oğuz Kemal Özkan
- ‘Bad-ı Saba Triple’ ile başlayalım. 24 Mart’ta Harbiye Sahne’de ilk defa sizin deneyeceğiniz bir konseptte konseriniz var. Hem ‘Bad-ı Saba Triple’ hem de bu konseri kısaca anlatır mısınız?
Öncelikle size hem topluluğumuza, hem yaptığımız çalışmalara gösterdiğiniz yakın ilgiden dolayı çok teşekkür ediyorum. Bad-ı Saba’nın bir proje olarak doğuşu kadar, projeye inanan ve destekleyenlerin de bu süreçte katkısı büyük oldu. Özellikle Harbiye Sahne’nin sahibi Sayın Bülent Öztürk, işletme müdürü İbrahim Işık ve KitaptanSanattan.com kültür sitesinin desteğinden bahsetmemek olmaz.
Bad-ı Saba Triple çok uzun yıllardır olgunlaşan düşünce, sancı, arayış ve araştırmaların bir ürünü aslında. Kaynağından çıkmış yatağı olmayan bir suydu, bu suyun sadece akmak değil, yatağını yaratmak ve düzenlemek gibi bir sorunu da vardı. 24 Mart konserimiz bu yatağı düzenlemekte attığımız ilk adım. İnşallah sonrası da büyüyerek katlanıp gelişerek gelecek. Sular çoğalsın, başka kaynaklarla beslensin ve günü gelip denizine kavuşsun. Bizim denizimiz insandır, kültür zenginliği, bakış açısı zenginliğidir. Gelenekle geleceğin en uyumlu ve güzel şekilde kucaklaşabildiği yerdir. Bad-ı Saba’nın buluşmak istediği değerler bunlardır.
Bad-ı Saba konseptini kısaca anlatmak gerekirse bizim topraklarımıza ait geleneksel eğlence biçimi olan dost meclislerini yarı konser formatında şehire taşımak olarak özetleyebiliriz. Starların, ışık oyunlarının, dumanların, koltuğunda pasifize edilmiş edilgen bir seyirci ve bir şov formatının olmadığı, dinleyiciyi de içine alan interaktif bir icra biçimi hedeflendi. Dinleyicilerin söyleyerek ve alkışla eşlik edebileceği parçalar belirlendi bunlar için alkış ritimleri yazıldı. Bunlar dinleyici ile konser sırasında paylaşılacak ve beraber icra yapılacak.
- Sizi de kısaca tanıyalım. Doktorsunuz ve dans ile ilgilisiniz. Üniversitede Dünya dansları dersleri veriyorsunuz. Dansa ilginiz nasıl başladı?
Dansa ilgim çocukluktan bu yana vardı ancak aktif dans etmeye üniversite yıllarında halk oyunları ile başladım. Üniversitenin halk oyunları ekibinde idim. Bu yıllarda Hoytur çalışmalarına da katıldım. Geleneksel danslara karşı hep ilgim daha fazla oldu, yine de sanırım beni dansa sürükleyen en baskın duygular ritim, estetik ve dansın ifade gücü idi.
- Dansın tarihi süreci ve etimolojisiyle de ilgileniyorsunuz. Dansın çıkış noktası ve insanlık tarihindeki yeri ve anlamı nedir sizce?
Dans insanlık kadar eski. Dansın bütün sanatların temel matriksini oluşturan en eski öz olduğunu düşünüyorum. Müzik ve sözün birlikte doğduğu, aynı evveliyattan geldiği söyleniyor. Hareket ise sözden de önce vardı. İnsanlar konuşmazken mutlaka ki beden dili kullanıyordu ve bu beden dili doğada da gördüğümüz birçok örnek gibi ritmik hareketlerden oluşabilmekteydi. Bunlar belki evveliyatta eş seçimi, kur yapma vb amaçlı iken, daha sonra müzik söz ve büyü ile birlikte insan yaşamındaki ritüellere girdi. Ve dans diyebileceğimiz formlara büründü.
Dansın çıkış noktasının dinlerle ve dini ritüellerle çok yakın ilgisi var. Daha sonraki evriminde bildiğiniz gibi kullanımı toplumların tüm katmanlarına yayılmış. Askeri amaçlı, şifa amaçlı, sosyal bağların güçlendirilmesi amaçlı, törenlerde, kutlamalarda, evlilikte, doğumda ve öz ifade amaçlarıyla tarihin her döneminde toplumların tüm katmanlarınca kullanılmış. Modern zamanlarda buna gösteri ve ticari amaçlı bir boyut ta eklenmiş.
- Özellikle ülkemizde dans ne kadar sevilse de bunun pratik anlamda yaygınlaşamadığını ya da profesyonel bir sanat dalı olarak algılanmadığını görüyoruz. Sizce bunun nedenleri nelerdir?
Dansın bu durumu aslında yalnızca ülkemize mahsus değil. Biz şehirleşme süreçlerindeki sert kırılmalar nedeniyle bu olguyu biraz daha kesif yaşıyoruz. Bu doğru ancak bu durumu esasen doğadan ve özünden kopmuş insanın dramı olarak niteleyebiliriz. Tek tanrılı dinler ve özellikle modernite dansı toplumsal genel bağlamlarından –özellikle dini ve geleneksel ritüeller ile kırsal insana ait hasat, bahar vs gibi kutlamalardan bahsediyorum- kopardığından dans doğal ortamının ya da geleneğin dışında bir takım mekanlarda pazarlanan bir metaya dönüşmüş. Eskiden yemek, içmek , ibadet etmek kadar doğal olan ve insan hayatının içinde yer alan bir eylem; şehirleşme ile özünden ve bağlarından kopmuş, hayatın dışına itilmiş. Bir ölçüde işlevsizleşmiş ya da farklı işlevler icat edilmiş. Yerine pazarlanan yeni yüzyıl dansları ise artık ancak yeteneği fazla olan az sayıda kişi tarafından pratik edilir hale gelmiş.
Sanat olarak yaygınlaşamamasına gelince, özünden kopan bir şeyin savrulması, köklenememesi çok doğal diye düşünüyorum. Öncelikle o özü yeniden bir arayıp bulmak, belki de yeniden kurmak gerekiyor.
- Etnik dans ve müzikler, geleneksel Türk dansları ve Flamenko ile ilgilisiniz. Geleneksel Türk ritimleri palmas yazılımları üzerinde araştırmalarınız var. Bu araştırmaları anlatır mısınız?
Flamenko biliyorsunuz kökeni tam anlamıyla Arap müziğine dayanan bir müzik türü. Müreffeh Endülüs’ün Katolikler tarafından işgalinden sonra bu müzik türüne azınlıkta kalan ve büyük eziyetler gören çingeneler sahip çıkıyor. Tamamen yokluklar içinde alkış, şarkı söyleme ve danstan oluşan bir icra türü oluşuyor. Bugün Flamenko çingenelere çok şey borçlu. Palmas dediğimiz alkış tekniğinde mükemmeller. Flamenko çalıştığım tüm yıllar boyunca gerek Flamenko müziğinin, gerekse ritimlerinin ve hatta dansının geleneksel Türk müziği ve dansları ile ne kadar benzeştiğini çok iyi duyumsadım. Bu beden dili bizim danslarımızın özüne çok uygun. Flamenko beden dilini kendi danslarımıza katmak bir macera olarak devam ederken, udimiz sevgili Bülent Okan ile çalışmalarımız bizi ayrıca geleneksel Türk ritimlerinin alkış uyarlamaları üzerine kaydırdı. Kısaca geleneksel usulde dize vurularak düm ve teklerle uygulanıp öğretilen ritimlerimizi alkış tekniğine uyarladık. Sofyan, semai, aksak, curcuna, müsemmen, devri turan, devri hindi ve daha birçok usulü alkış ile vurulabilir hale getirdik. Bu konu üzerindeki çalışmalarımız halen sürüyor. Geleneksel usuller konusunda engin bilgi ve tecrübeye sahip biriyle bunu yapabildiğim için gerçekten çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Sayın Bülent Okan’a tüm desteği için buradan tekrar ayrıca teşekkür ediyorum.
KitaptanSanattan.com / Oğuz Kemal Özkan
Not: Bad-ı Saba Triple konseri 24 Mart 2019‘da Şişli Harbiye Sahne’de gerçekleşecek ve biletler 4 Mart 2019 tarihinden itibaren mekandan ya da konser günü kapıdan temin edilebilecek.
Etkinlik aynı gün 18.00 itibariyle bilete dahil olacak bir aperatif sunumu ile başlayacak. Konser 19.00-21.30 saatleri arasında gerçekleşecek iki bölümden oluşacak.