KÖŞE YAZILARINevzat Yılmaz

Balaban’ın ardından… – Nevzat Yılmaz yazdı…

Son günlerine dek dimdik, ayakta, tuvalinin başında… 98 yaşında resim yapabilen kaç insan vardır?

90 yaş kutlamasını Profilo AVM’de yaptığımız Balaban’ı sanat emekçisi olarak izledim.  Balaban’ın ardından çok şey söylendi. “Nazım’ın öğrencisi, Nazım’ın emaneti” dendi. Kendini kanıtlamış, kendi yolunu bulmuş, özgün bir sanatçıydı Balaban. Yok saymalar, görmezliklerden gelinmelerle, savaşımla geçen bir ömür.

Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanatevi‘nde onu uğurlamaya gelenler bir avuç  dostlarıydı. Nazım Hikmet Kültür ve Sanatevi’nin salonu dolsun, caddelere taşsın isterdi gönül. Hadi güzeli büyütelim, kalabalık kötü değildi, iyiydi.  Şişli Camii’ndeki kalabalık da… Doğu Perinçek, Kani Beko, Şişli Belediye Başkanı Muharrem Keskin ve değerli bir çok sanatçı son görevlerini yapmak için oradaydılar. Ardından Bursa‘ya Seçköyü‘ne yollandık. Seçköyü’nün yüzyıllara meydan okuyan çınarı karşıladı bizi. Köylüler, köylü kadınlar, Balaban’ın resminden fırlamış gibiydiler.

Belleğinize Nâzım’dan dizeler, Balaban’ın tabloları dolanarak dolaştık Seçköy’de…

Sanat emekçisi olarak izlediğim Balaban’ın soluğu hep ensemizde oldu. Hakkında iki kitap yazan Zafer Bilgin‘i ve bendeniz Nevzat Yılmaz‘ı her sergisinde mutlaka Ulusal Kanal‘ı anarak gözleri arardı… Son yıllarına denk gelen hiç bir sergisini kaçırmadık. Cihangir’deki ve sonra da Şile’deki evinde saatlerce söyleşi yaptık. Söyleşi diyorsam da Balaban’ın bulunduğu ortamda siz başrolü ona vermek zorundasınız. Nâzım’dan anılar ve hemen ezberinden okuduğu Nâzım’dan dizeler, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle Şair Babası‘nı anlatma isteği… Önceleri kanıksamıştım. Sonra, zaten sizi alıştırıyordu. Ve hak veriyordunuz sonunda… Şair Baba ve Damdakiler kitabında, kitabı yazma gerekçesini dile getirirken anlatır, neden sürekli Nazım‘a sözü getirişini:
”Kelepçeyi madalya, zinciri köstek edip taşıyanları gördüm…Ve taşıdım. Bunun çilesini çektim yaşantılarımla…Şimdi ben bir iş düşüreceğim; zincir, kelepçe üstüne.
İşte kara bir perde geriyorum önünüze…
Düşlerim hiyeroglif
Şair babamla ikimiz buluşmadan önce el yordamı ile arıyordum kendi kendimi karanlıkta. İlkin O’nu buldu ellerim. O da alıp koydu beni kendi yerime. Bu kitabı O’nun için yazıyorum. Duyduk duymadık demeyin!
O’nun için yazıyorum…”

16 yaşında ilk jandarma dayağını, ayıngacılık (hint keneviri) ihbarı ile tatmıştı.  Aradan geçen 80 yıla yakın zaman, sanki falakanın, dayağın acısını hafifletmemişti.  O jandarmaya, ağız dolusu sövgüsünü gönderirdi hep.
Ve sonraki dönemde yaşadıkları. Sanki Nâzım, “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar” sözünü kanıtlarcasına, tamamlanmamış Cumhuriyet Devrimi’ne bir ressam armağan etmiş gibidir İbrahim Balaban’ın kişiliğinde…

Bursa Cezaevi Güzel Sanatlar Fakültesi‘ni Nazım’ın yol göstericiliğinde başarıyla bitirmiştir. Hem Nazım’dan kimsenin belki de veremeyeceği dersleri almış, kendi özgün yolunu çizmiştir.
Salt ressam değildir o. Roman yazarı, düşünce adamı, eylem adamı… Ergenekon ve Balyoz gibi düzmece davalarda ilk öne atılan “Beni de alın” diyen sanatçılarının arasında o da vardır.

Katışıksız, özgün bir sanatçıdır. “Dağdaki Duruşma” adlı kitabında ve diğer 12 kitabında onun düşüncelerinin ayak izlerini bulabilirsiniz. Ancak, “Dağdaki Duruşma”da Harun Nardaşoğlu karakteri, romanda ete-kemiğe bürünen Balaban’dır, bana göre… Toplumla hesaplaşan; kaba güç yerine, bilgiyle bileği bükendir Nardaşoğlu yani Balaban.

Prof. Dr. Selçuk Erez, bir programda okuduğu Balaban’ın bir romanında ineğin doğurmasını, o denli güzel, hekimlere ders olacak kıvamda anlattığını vurgulayarak, hayranlığını gizlememişti.

Balaban üzerine iki kitaba imza atan Zafer Bilgin‘e göre Balaban, Türk resminin kurucu ustasıdır.
Bir sanat emekçisi, aktarıcısı olarak gözlemlediğim gerçeklerden biri; bir yandan Balaban’ı gerçek ve özgün yerine öğretisi ve bakışıyla oturtan, değerbilir bir kesim varken; diğer bir kesim yok saymış, görmezden gelmiş, naif, köylü ressam diye yerden yere vurmuştur. Bir diğer kesim de yapıtlarının müzayedelerde boya parasına satılmasına önayak olmuş, sesini çıkarmamıştır.

Balaban, bu duvarları, engelleri bir bir yıkmış, yapıtları ile niteliği yakalamıştır.
98 yaşında, elinde fırça, ağaçlar gibi ayakta ölmüştür Balaban… Artık o resimlerinde, kitaplarında ve yüreğimizde yaşayacak.
İki bini aşkın tablo ve kitapları…

Sonsöz olarak kitaplarını listelemek yeterli olacaktır sanırım;
1962 Balaban
1965 İz
1968 Şair Baba ve Damdakiler
1969 İzdüşümü
1990 Dağda Duruşma
1994 Kalıba Sığmayanlar
1998 Nazım Hikmet ve Biz
1999 Avrupada Dolaşanlar: Gezi Notları
2000 Tahliyeci Yusuf
2002 Tek Bıyık
2003 Nazım Hilmet’le Yedi Yıl

Nevzat Yılmaz

 

Başa dön tuşu