Batıkan Avcı: ‘Aktör ne kadındır ne de erkektir!’

Lise yıllarından günümüze birçok oyunda rol alan, mankenlik- modellik yapan, Sinema – Televizyon Bölümü’nden diploması olan, dizilerde, filmlerde oynayan, Tiyatro P.A.S’ı kuran, Hasan Tahsin’i sahneden insanlara ulaştıran Batıkan Avcı ile neler konuştuk neler…
Söyleşi: MELİKE BİRGÖLGE
- Corona herkesi sahneden indirip, sahnede başrol olmadan, tek kişilik, oynadığınız son oyun Ben Hasan Tahsin’di. Tiyatro PAS olarak BEN ‘Kurtuluş’ Serisi’nde, hayatını canlandırmanız konusunda neydi Hasan Tahsin’i seçme sebebiniz, diğer başka hayatların önüne geçen?
Tarihimizde kadın ve erkek çok büyük kahramanlar var. Hasan Tahsin’i (Osman Nevres) tercih etmemdeki birinci etken tabii ki erkek olmam. (Gülüyor) Aksi olsaydı Kara Fatma için Sevtap Çapan Hanımefendiyle kıyasıya bir mücadeleye girerdik herhalde. İkinci etken ise Hasan Tahsin ile ilgili araştırma yaparken Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile aynı ekolden geliyor olmalarıydı. Beni çok heyecanlandırmıştı. Üçüncü etken de düşmanla ilk sıcak teması gerçekleştirerek ilk kurşunu sıkması, düşmanın dokunulmaz olmadığını göstererek halka moral vermesi ve vatan için mücadele ruhunu ateşlemesiydi.
- Milyonlarca kişi Hasan Tahsin’i 15 Mayıs 1919’da ilk kurşunu sıkan kişi olarak bilir genel olarak. Onunla ilgili bilgi sadece bu değil tabii. Selanik doğumlu, Atatürk’ün okuduğu ilkokulda okuyan, Sorbonne mezunu, vatansever olan asıl adı Osman Nevres’in Hasan Tahsin’e uzanan yolculuğundaki yaşadıklarının kesitlerine hayat verirken ve yaşamına-yaptıklarına baktığınızda sizi etkileyen yönleri neler oldu Hasan Tahsin’in?
Az önceki dediklerime ek olarak çok büyük bir vatansever olduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda çok inançlı bir genç adam ancak bağnaz değil. Çok akıllı, araştırmacı, analiz yeteneği müthiş kuvvetli, iyi bir konuşmacı. Bireyleri bir araya getirme ve organize yeteneği yüksek. Vatanından ve hürriyetinden asla vazgeçmeyen bir yapısı var. Dediğim Atatürk ile çok benzer karakterlere sahip.
“BİZİM KAHRAMANLARIMIZA HİÇBİR SÜPER GÜÇ YÜKLEMEMİZE GEREK YOK!”
- Tiyatro P.A.S.’ın dikkatleri çeken projesi BEN ‘Kurtuluş’ Serisi’nde Ben Kara Fatma ve Ben Kazım Karabekir de var. Böyle değerli bir projede tarihimizde önemli yerleri olan bu isimleri insanlara taşıma meşalesini yakan ilk kıvılcım ne oldu?
Tiyatromuzun bir çizgisi olsun istedik. Bu çizginin oluşmasında genel sanat yönetmenimiz Sevtap Çapan’ın fikirlerinin büyük önemi vardır. Bir çizgi oluşturmak istiyorduk ama nasıl bir çizgi oluşturmalıydık? Burada Sevtap Çapan’ın fikirleri doğrultusunda Türk yazarların oyunlarına ve tarihteki Türk kahramanlarına yönelmeye kara verdik. Aynı zamanda kurulduğumuz yılların Kurtuluş Savaşı’nın yani milli mücadelenin 100. yılına denk gelmesi ‘BEN’ Serisi ‘KURTULUŞ’ projemizi destekledi. Ayrıca yabancı menşeli oyunlardaki ve filmlerdeki kahramanlardan bıkmış durumdaydık. Yabancılar kahramanlarını kullanarak propagandalarını o kadar güzel yapıyorlar ki! Hatta olmayan hayal ürünü kahramanlara süper güçler yükleyerek, bunları gerçek gibi gösteriyorlar. Bunu göstererek de psikolojik olarak kendilerini dünyaya süper güç olarak tanıtıyorlar. Oysa neredeyse %90 ı sahte kahramanlar. Oysa milli tarihimizde öyle kahramanlarımız var ki öyle kahramanlara sahibiz ki hiçbir süper güç yüklememize gerek yok onlara. Onlar sadece insanlar. Sadece insan olarak insanüstü olaylar gerçekleştirmişler. Atatürk’ün şöyle bir lafı vardır: ‘Beni çok güçlü göstermeye çalışarak asla tabulaştırmayınız. Benim tek özelliğim Türk olarak dünyaya gelmiş olmaktır!’’ İşte biz de bu yolda giderek bir ekol oluşturmaya çabalıyoruz.
Sevtap Çapan: ‘Tiyatroyu aptal cesareti olanlar yapmasa!’
“TİYATRO SANATINI İCRA EDEN, PSİKOLOGTUR, PEDAGOGTUR, SOSYOLOGTUR!”
- Tiyatro P.A.S’ın kurucususunuz. Tiyatro kurmak, tiyatro kadar ki hele günümüzde cesaret işi midir?
Vallahi cesaret işi mi, bilemem! Herkes bilir ki tiyatro hayatın ta kendisidir. Tiyatroyu her alanda icra eden insanlar da genelde bu iş ve çalışma zamanlarının dışında bile ister istemez sanatla ilgili bir konuyla meşgul olurlar. Yani tiyatro sanatı bütün sanatları kapsadığı için ve bütün sanatların anası olarak adlandırıldığı için tiyatro mesleğini icra edenler sinemaya gittiklerinde onların mesleğidir seyrettikleri. Kitap okuduklarında onların mesleğidir okudukları. Müzik dinlediklerinde onların mesleğidir dinledikleri şarkı. Bir kafe ya da parkta oturup çay içerken mesleğidir gördükleri insanlar ve olaylar. Tiyatro sanatını icra eden psikologtur, psikanalisttir, pedagogtur, dramaturgtur, sosyologtur! Çünkü işi insandır. Tiyatronun anlamıdır yaşam. ‘Tiyatro; insanı, insana, insanla ve insanca anlatan sanattır.’’ Yani her şey insan üzerinedir. Bu da bir hayat tarzıdır. O yüzden bizler sadece bu işi biliriz. Başka mesleklerde pek dikiş tutturamayız. Bizim için zor da olsa yapabileceğimiz tek iştir tiyatro ve sanat. Bizler bu yüzden tiyatro mesleğini icra ederiz. Cesaret işi mi, değil mi diye pek düşünmeyiz.
“TİYATRO, ZENGİN İŞİDİR!”
- Tiyatro sahibi olmanın artıları ve zorlukları hangi noktalarda ön plana çıkıyor daha çok?
Sanırım artılarına seyirci ve tarih karar verecek. Ancak büyüklerimizin söylediği bir söz vardır: ‘Tiyatro, zengin işidir.’ Gerçekten öyledir. Tiyatro sahibi olmak çok zordur. Çünkü elinizde satabileceğiniz ihtiyaç için üretilmiş, tüketmek için üretilmiş somut bir ürün yoktur. Bizler aslında hayal tacirleriyiz. Bedenimizi, beynimizi, ruhumuzu kullanarak ve sergileyerek hayal satarız. Seyircinin aldığı da budur. Bunu eve götüremez. Sadece aklında kalır. O da gördüğünün yarısı belki kalır. Belki biraz kalbine ve ruhuna dokunabilmiş miyizdir? O da iki gün sonra geçer. Yani bizimki suya yazı yazmaktır. Doğal olarak tiyatro mesleğini bütünsel olarak icra etmek için ciddi bir bilgi ve kültür birikimi gerektir. Bu da yetmez sürekli öğrenmeniz gerekir. Ayrıca ekip yönetmeyi bilmek gerekir. Proje dosyası ve proje tasarımı bilmek gerekir. Hesap ve satış uzmanı olmanız gerekir. (Gülüyor) Aslında ticari bir yapı ne gerektiriyorsa onların hepsini bilmeniz bunun dışında da sahneyle ve tiyatro ile ilgili her şeyi bilmeniz gerekir. Işık yönetimi, ses efekt yönetimi, dekor uygulama, şarkı söylemek, dans etmek, enstrüman çalmak, sanat tarihi, edebiyat, iç mimari, mimari, renk uyumu, reji, felsefe, kuram, psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, mitoloji, dramaturji, pedagoji, demagoji vs vs… (Gülüyor) İşte bu yüzden tiyatro sahibi olmak zordur.
“SAHNE YALAN OLDUĞU BİLİNEN, EN SAHTE OLMAYAN HAYATTIR!”
- Bir başkası olmak, kendinden farklı bir karaktere bürünmek… Nedir oyunculuğu bu kadar cazip hale getiren?
Burada devreye psikoloji, psikanaliz giriyor. Tiyatro tabiriyle karakter analizi. Aktör sahnede nötrdür. Ne kadındır, ne erkektir, ne hayvandır, ne bitkidir ne de başka bir şeydir. Saydam halde bir varoluştur. Sahnedeki varoluşunu canlandıracağı karakter şekillendirir. Karakter analiz edilir. Burada en büyük etken yönetmendir. Yönetmen oyunun bütününü kurar. Her karakterin kendi içindeki uyumunu, birbiriyle olan durumunu ve uyumunu en doğru şekle getirir neden sonuç ilişkilerini belirleyerek. Aktörde tabi ki kendi dramaturjisini ve karakter üzerine çalışmasını ciddi şekilde yapar ve yönetmenle uyum içerisinde doğru çizgi bulunur. İşte bu noktada olmadığın bir varlığı ve yaşamadığın bilmediğin bir hayatı, tanımadığın insanlarla gerçekten yaşamaya başlarsın. Sahne yalan olduğu bilinen en sahte olmayan hayattır. Orada yaşadığın her şey kendi gerçekliğinde, boyutunda gerçektir. Sen aktör olarak oyun başladığı andan selama çıktığın ana kadar başka bir varlıksındır. Ancak selama kendin olarak çıkarsın. İşte bu aktöre ciddi olarak bir hayat, bilgi ve kültür deneyimi kazandırır. Kıyas yeteneği getirir. Analiz yeteneği ve daha birçok yetenek kazandırır. Bu hayat tarzını benimsemektir cazip hale getiren.
- Oyunculuğun en tatmin eden yanı nedir peki?
Dediğim gibi bizimkisi zor zanaat. Seyircinin takdiri yani beğenmesi, alkışı önemli. Bir de para tabii. (Gülüyor)
“TİYATRO İNSANININ, HER ŞEYİ GÖREN RUH VE BEYİN YAPISI VARDIR!”
- İşiniz gözlem. İnsanları ve hayatları gözlemlediğinizde… Corona hepimizin başında nöbette, bir yıldan fazla süredir. Günümüz dünyasında rutin ve kaotik bir sıkışmışlık içinde neleri kaçırıyor insanlar?
Aslında işimiz gözlem değil. Biz özellikle gözlem yapmayız; özel projeler, teknik ve bilimsel kavramların yer aldığı projeler hariç. Tiyatro insanı zaten görür. Öyle bir ruh ve beyin yapısı vardır tiyatro insanının. Gördüğü durumun bir süre sonra veya yıllar sonra gerektiğinde oynadığı oyundaki karakterle ve olaylarla uyuştuğunu hisseder ve kullanır. Dediğim gibi tiyatro hayattır. Yaşadığını ve deneyimlediğini uygunluk hissettiği an sahneye taşır. Corona, kaotizm, rutin sıkışmışlık durumuna gelince; rutin bir sıkışmışlık olduğuna inanmıyorum. Tam kapanma yaşadık. Ancak temel ihtiyaçları almak için en azından haftada bir gün dışarı çıkmak zorunda kaldım, gözlerime inanamadım. Normal zamandan daha kalabalık bir şehirle karşılaştım ve ortada kanun uygulayıcılar yok. Dışarıda insanlar keyfi dolaşıyorlar. Nereden mi biliyorum? Çünkü ihtiyaç gidermeye değil çocuk gezdirmeye, komşu ziyaretine çıkmışlar. Gençler sevgilileriyle buluşmuşlar. Çocuklar ebeveynleri başında olmadığı halde sokaklarda yüzlerinde maske olmadan oyun oynayıp vakit geçiriyorlar. Sanki salgından ölenler bu ülkenin vatandaşları değil. Bir bütün bunların üzerine bazıları temizlik yapıyoruz diye yoldan insan geçerken hâlâ balkondan pencereden yola uluorta halı silkeliyorlar. Uyardığın zaman da ‘Sana hesap mı vereceğim’ diyorlar. Kaçırdıklarımıza gelince, ya da kaybettiklerimiz mi demeli; yukarıda anlattığım birkaç şey düşünüldüğünde görüyorum ki insanlığımızı kaçırmışız, kaybetmişiz! Sağduyumuzu kaybetmişiz, başkalarını önemsemeyi ve saygı duyma duygumuzu kaybetmişiz. Biri söylediğinde haklı olduğunda, karşımızdakinin haklılığını kabullenme olgunluğunu kaybetmişiz. Affedersin veya rica ederim kelimelerini kullanmayı unutmuşuz. Nezaketimizi, saygımızı, komşuluk anlayışımızı ve insanlığımızı kaybetmişiz. Değer yargılarımızı kaybetmişiz. Büyüğümüze hürmeti, küçüğümüze sevgimizi kaybetmişiz. En önemlisi paylaşım, yardımlaşma ve anlayışımızı kaybetmişiz. İşte bu da neye yol açıyor kanımca biliyor musunuz? Ego, bilgisizlik, kültürsüzlük ve cehalet! Son derece tehlikeli bir sosyal yapı! Bu yapıdaki toplumlar bilgi olmadan fikri olan toplum ve insan yapısına sahiplerdir.
- Hayatınıza bakıp düşündüğünüzde yaşamınızın kırılma noktasının ne /neler olduğunu söylersiniz?
Ekonomik krizler. Rutin halde 5 ila 7 yılda bir. (Gülüyor)
- Andre Malraux’un ‘İnsan, manzaraya bakarak manzara ressamı olmaz. Peyzajlara (manzara resimlerine) bakarak ressam olur’ diyor. Peki, insanı, insana, insanla anlatan tiyatro ve diğer sanatlar neden çare olamıyor kötüye, insanlığa karşı?
Aydın olmayı seçmiş toplumlar bunu sağlamışlar. Örneğin Norveç, İsveç, Danimarka, İzlanda, Kanada gibi ülkelerde eğitim, kültür, sanat ve bilim birinci derece önceliklidir. Bu meslekler için devlet inanılmaz destekler vermektedir. Bu destekler sayesinde aslında kendi refah seviyelerini yükseltecek keşifleri yapmaktadırlar. Yani öncelikli ne kadar çok ev yapıp köşeyi döneriz değil nasıl daha ucuz ve daha kaliteli gıda yetiştiririz diye uğraşıyorlar. Rüzgar gülleri ve güneş enerji sistemleri geliştirerek doğal enerji kaynaklarını ücretsiz olarak kullanmaya başlıyor insanlar. Bu ve benzeri çalışmaları bilime inanılmaz bütçe ve zaman harcayarak sağlıyorlar ama yatırımlarının karşılığını da halklarının refah seviyesini yükselterek alıyorlar. Üstelik spor ve sanatla bunu birleştirerek hem ruhen hem bedenen sağlıklı ve güçlü, dürüst nesiller yetiştiriyorlar. Bu ülkeler neredeyse suç kavramı olmayan ülkeler. Ya da çok azdır. Bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor.
“BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİMİZ BANA ‘ARTİST’ DERDİ!”
- 10 yaşından itibaren lise yıllarınıza kadar tiyatro eğitimi aldınız. Lise yıllarında yazları Marmaris’te günlük tur rehberliği ve animatörlük yaptınız. İstanbul’a gelip profesyonel tiyatroya başladınız. Peki size sanatın mesleğiniz olacağınızı anladığınız ilk olay – durum n’oldu?
İlkokula başladığım yıllarda ki annem çok özenli ve şık giydirirdi beni. Babam da çok şık giyinen bir adamdı. Bir giydiğini ikinci gün giymezdi. Karda, çamurda bile ayakkabısını bir kere pis görmemişimdir. Babamı örnek alırdım hep. Çocukken bile kendime özen gösterirdim. Beden eğitimi öğretmenimiz bana ‘Artist’ derdi hep. Herhalde bu durum sanatı seçmeme neden oldu. (Gülüyor)
- 1992-1994 yılları arasında da iki yıllık İstanbul Akademi’de sinema – televizyon eğitimi aldınız. Aldığınız eğitim sırasında öğrendiklerinizin yanı sıra sinema ve televizyonu aynı paydada buluşturan en önemli öğretiyi sorduğumda hangi cümlelere çıkar cevabınız?
Hayat tarzın olmalı.
- 1990-1997 yılları arasında DERİMOD – BEYMEN –SARAR – İGS – UKİ – KOM gibi markalarım modelliğini ve podyum mankenliğini yapmışsınız. Mankenlik ve modellik dönemleri hayat duruşunuza neleri sundu, baktığınızda?
Farklı bir tecrübeydi. Genelde mankenler sonradan oyunculuk yapmaya başlarlar. Ben zaten aktörlük yapıyordum sahnede mankenlik teklifi geldiği zaman. Ama mankenliği hiçbir zaman sürekli yapma isteğim olmadı. Sadece yapabildiğim ve para kazandığım için bir süre yaptım. Ancak onun için bile eskiden ciddi kurslar, kurstan sonra ciddi bir sınav ve sonrasında alabilirsen Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifika veriliyordu. Yani moda, renk uyumu, zarafet, diksiyon ve podyum dersleri almalı ve bunlarda başarılı olma koşulu vardı.
“İYİ OLAN, DİŞİ OLAN HER ROL, HER ŞEKİLDE KABULÜMDÜR!”
- Savcı, Unutabilsem, Arka Sokaklar, Feride, Sakın Yalan Söyleme, Sen Küçüksün, Aşkın Zaferi, Fanatik, Ahçik gibi daha birçok dizi ve filmde de rol aldınız. Ekranlarda nasıl bir karakteri canlandırmak oyunculuğunuzu şaha kaldırır? Ve neden bu karakter?
Aslında her karakter önemlidir. Her karakteri sevmeniz gerekir. Ancak bazı şeyler daha fazla cazip gelebilir. Şöyle ki; sizin özel ilgi alanınız vardır. Benimki dövüş sanatları. Uzun zamandır çalışıyorum. Bir filmde dövüş sanatlarını bilen ve kullanan bir karakteri oynamam teklif edilirse bu benim için bir avantajdır. Çünkü vücut ve beyin olarak bu role yarı yarıya belki de daha fazla bir yüzdeyle hazırımdır. Bu başarınızı artıracağınız bir durumdur. Ancak hiç bilmediğiniz hiç deneyimlemediğiniz bir karakter karşınıza çıkarsa bu da yeteneklerinizi sınayacağınız bir deneyimdir. Bu da aktörün azmini başarı düzeyini sınamasıdır bir nevi. İyi olan, dişi olan her rol, her şekilde kabulümdür
- İnsanların bilincini ve aklını, duygu alanına aktaran bir insanlık yaşamı organıdır sanat. Ama birçok kişi bu organı öldürmeye çalışıyor yaşatmak yerine. İnsanın bile bile damarını kesmesini neye bağlıyorsunuz?
İnanın bilmiyorum. Bu soruya mantık çerçevesinde verecek bir cevap bulmak zor benim için.
Nilgün Belgün: ‘Güzel kadına gülünmüyor diye düşünülüyor’
- Siz uzun zamandır capoeira ile de ilgileniyorsunuz. Savunma sanatı olarak bilinen capoeira nasıl faydalar sağlıyor?
İlkokul ve ortaokul yıllarımda da tekvando çalışmıştım. Yüksek derecede siyah kemerlerim var. Sonra devam etmedim. Yaklaşık 25 yıl önce capoeira ile tanıştım. Ancak Türkiye’de henüz bilinen ve uygulanan bir spor dalı değildi. Ancak 10 yıl kadar önce yeni yeni dersleri verilmeye başlanıyordu. Ben de bu derslere dahil oldum. Bu spor Brezilya köle sporudur. Anlamı orman içindeki küçük otluk arazi demektir. Çimende yapılan bir spordur savunma değil, direk hücum sporudur. Ancak içinde müzik barındırır. Seviye yükseltmeniz için enstrüman çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenmeniz zorunludur. Ritim beynimizin sağ lobunun gelişimini sağlar. Sonuçta beyin aktivitenizi direkt yükselten bir olgudur. Ayrıca cınga dediğimiz temel dans hareketi ve akrobasi temelli vuruş teknikleri ciddi bir elastikiyet kazandırır. Ritim duygunuz güçlenir. Refleksleriniz ve fiziksel kontrolünüz güçlenir. Fiziğiniz güçlenir. Kondisyonunuz güçlenir. Ve her şeyden önemlisi berimbau ve tumba benzeri bir alet olan atabaki çalmayı öğrenmiş olursunuz. Tabii ki bolca eğlence. İnanın çok eğlencelidir capoeira yapmak.
Söyleşi: MELİKE BİRGÖLGE