Erbil KarakoçKÖŞE YAZILARI

‘Beşikler Vermişim Nuh’a’ – Erbil Karakoç yazdı…

"Bu yazı geçmişe öykünme için yazılmış bir yazı değildir, öyle yapmak “yüzüklerin efendisinin” tuzağına düşmek demektir. Bu yazı geleceği yeniden kazanabileceğimizin eylemselliği bilinciyle yazılmıştır."

Dünyaya gözünü açan insan yavrusunun ana kucağından sonraki ilk durağıdır “beşik”. Çocuklar için ana kucağından sonraki gelişip büyüyeceği huzur bulacağı evidir. Beşiğin Türklerde çok eski tarihten beri kullanıldığı bilinmektedir. Beşik üzerine yüzlerce şiir yazılmış ninniler söylenmiş hikayeler anlatılmıştır. (Ama ne yazık ki beşikle ilgili bugüne kadar derli toplu bir kitap bulamadım, bu ayıp bizim yazılı edebiyatımıza yeter.) “Beşikten mezara kadar” sözü uzun ince engebelli yolda, çayanlara, çiyanlara rağmen bir olmayı vefayı anlatır. Altın Beşik arketipi’ni bu bağlamda unuttuklarımız arasından çıkartılıp tekrar hatırlamakta fayda var.

Arketipler; insanlık tarihi boyunca sosyo-psikolojik düzeyde önemini korurken, dünyamızın  farklı kültürlerinde kendilerine yer edinmişlerdir. Bu sebepledir ki, arketipilerin sözlü ve yazılı edebiyat başta olmak üzere sanat içerisinde sıklıkla ortaya çıktığının gözlemlenmesi mümkündür. Türk halkının Kuzey Karadeniz kısmını oluşturan Tatarların varoluş efsanesi olan Altın Beşik’in yüce ana varyasyonu, anne arketipini yansıtan bir anlatıdır.

Umay ana, oğlu Eser’e bir altın beşik hediye eder ve beşiği sonsuza kadar korumasını öğütler. Umay Ana, oğluna altın beşiği korumasını öğütlerken doğacak evlatlarını ve buradan hareketle gelecek nesilleri korumasını öğütlemektedir. Anne, nasıl ki yaratılışı simgeliyorsa, beşik de rahmi temsil etmektedir. Umay, Eser, beşik ve bebek şeklinde ilerleyen düzenek; soyun gelecek kuşaklara devretmesini simgelemektedir ve elbette ki bilginin de.

Kırgız Türklerinde bebeğin ilk kez beşiğe yatırılacağı gün “beşik töreni” yapılır. (Kaynak TRT)

Antik çağda bilgi bir meta değildir ve mutlaka yeni nesillere aktarılması gereken hayat iksiridir.

Dede Korkut masalı sadece bir anlatı değil çeşitli arketiplerle donatılmış insan davranışlarının bilimsel çözümlemesidir. Nice krallar, sultanlar, padişahlar, gelip geçmiştir, nice savaşlar nice göçler nice yokluklar ve kıtlıklar kavurmuştur insanlığı fakat insanlık bunca zulüm altında “bir beşikle başlamıştır yurt edinmeye.”  Beşik bizim tarihsel sürecimizin ilk yurtseverliğidir. İlk dokunulmazlığımızdır. Beşik bir dünyadır, ağıtlar yükselir… “Bebeğin beşiği çamdan, yuvarlanıp düştü damdan beybabası gelir Şam dan” veyahut “Elma attım yuvarlandı gitti beşiğe dayandı, bebek uykudan uyandı” gibi dizelerle beşikle ve anaların yüreğiyle ezilenlerin tarihi anlatılır. Ahmet Arif‘in o muhteşem Anadolu şiiri “Beşikler vermişim Nuh’a” diyerek başlar. Ahmet Arif, Anadolu’yu anlatırken tarihin başlangıcını beşikten başlatır. Beşikten başlayan bir yaşamla sadece bir coğrafya değil evrensel bir dünya vardır Ahmet Arifin Anadolu şiirinde. Onca tufan görmüş coğrafyada, dünyada Havva ana daha çocuktur ve o çocuk Anadolu beşiğinde büyümektedir!

Beşik duygudur, beşik umuttur, beşik su misali dupduru akan bir yaşamdır… ( Eski  beşikler genelde su kenarında yetişen ağaçlardan yapılırmış.)

Modern zamanların olmazsa olmazı her şeyi “meta”ya çevirip kar zarar ikileminde değerlendirmesidir. Bu da bir arketipidir! Hangi arketipi’ye girdiğini ben yazmayacağım biraz araştırma bunun için yeterlidir. (Yalnızca şu kadarını söyleyeyim “her şeyi paraya çevirme ve onun sonucunda bedende ve ruhta kirlenmişliği önemsemeyen zihniyetinin maddesel karşılığını ifade eden bir arketipidir.)

Bizim beşiğimizi kim devirdi; “çocuk odası” sloganıyla yola çıkan, örümcekten, yarasaya kadar kofti kahramanlar yaratan, Hollywood bağımlılığı ve kapitalizmin çocuk üzerine kurduğu endüstriyel çocuk yetiştirme çiftlikleri devirmiştir. Endüstriyel çocuk çiftlikleri, öğretme adı altında bilince yerleştirme ve ürün satma tekniklerini anne-babalara ne yazık ki gönüllü kabul ettirmişlerdir. Çocuğun yaratıcılığı elinden alınarak, sen düşünme ben senin yerine her şeyi yaptım, sen kır yenisini babangiller nasıl olsa alır kolaycılığı bizim beşiğimizi/geleceğimizi devirmiştir. Sen hayal kurma ben sana hayal satacağım pışpışlaması yıkmıştır beşiğimizi. Oyuncaktan canavar yaratılmıştır!  Böyle büyük bir endüstriyel çocuk canavarına karşı bütün çocuklar savunmasızdır. Bütün çocuklar metadır. Bütün çocuklar el ele tutuşmanın sıcaklığından uzak bırakılmışlardır. Umay annenin altın beşiği haraç mezat satılmıştır.

Umay, Eser, beşik ve gelecek şeklinde ilerleyen düzenek, yerini  oyuncak, çocuk ve tüketime bırakmıştır. Onlarca oyuncağı olmasına rağmen mutlu olamayan çocuğa bir oyuncak daha almak onun geleceğinden ve tabi ki de insanlığın geleceğinden bir tuğla daha çekmektir..

Bizim beşiklerimiz, salıncaklarımız vardı, tahtaya şekil verirdik. Şekli bir şeye benzemese de o bizim kıymetlimizdi. Biz yapmıştık çünkü. Çamurdan heykellerimiz, evlerimiz vardı, kibrit çöpünden evlerimize bakar hayal kurardık. İşte en kötüsü hayallerimizi çaldılar.

Bu yazı geçmişe öykünme için yazılmış bir yazı değildir, öyle yapmak “yüzüklerin efendisinin” tuzağına düşmek demektir. Bu yazı geleceği yeniden kazanabileceğimizin eylemselliği bilinciyle yazılmıştır.

Hayallerimizi geri almak dileğiyle… Sevgiler.

Erbil Karakoç

ANADOLU 

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
 Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,          
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

Ahmet Arif

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu