Binlerce Yıllık Mitolojik Masal Ve Bir Arap Geleneği: ‘KURBAN’ – Veysel Boğatepe yazdı…
Hz. İsmail’in, babası Hz. İbrahim tarafından kurban edildiği masal binlerce yıldır devam ediyor ve bu masal binlerce yıldır sayısını telaffuz edemeyeceğimiz sayıda toplu hayvan katliamına neden oluyor. Zavallı hayvanlara öyle türlü işkenceler ediliyor ki; pompalı tüfekle vuruluyor, kör bıçakla böğürte böğürte boğazı kesiliyor, kalın iplerle Filistin askısı yapılıyor, arabayla çarparak kolunu bacağını kırıyor, daha can vermeden derisini yüzmeye çalışıyorlar ve daha nice türlü işkence sahnelerine tanık oluyoruz. Tam bir vahşet görüntüsü ! Öyle ki her yıl kurban bayramında Marmara denizi adeta kızıl denize dönüşüyor. Daha İslam’ın esemesi okunmazken, çok tanrılı dinler (put-perest) zamanında Arap ve İbrani geleneği olan adak adamak, kurban kesmek sanki ibadetmiş gibi huşu içinde tekrarlanıyor. Her ne kadar Kur’an‘da kurban ile ilgili 9 ayet geçiyor olsa da kurban geleneğinin dayanağını mitolojik bir hikâyeden ibaret Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’i kurban edişi oluşturuyor. Bu hikâye Saffat 100 /107 suresinde ayrıntılı anlatılıyor. Ayrıca Kur’an’da geçen 9 kurban ayetleri tam net olmamakla birlikte birbiriyle çelişkiler oluşturuyor.
Hz. İbrahim’in rüyasından ibaret olan bu masalın temsili resimleri de vardır. Güya Allah, Hz. İbrahim’e oğlu İsmail’i kurban etmesini emretmiş ve o da hiç tereddüt etmeden oğlunun boğazını kesecekken Allah, Cebrail tarafından kendisine bir koç göndermiş. Hikâyenin kaba taslak özeti budur ve teferruata da gerek yoktur. Kaldı ki; İbrahim’in oğlunu boğazlamaya kalkışması bir rüyadan ibaret, yani tüm bunları rüyasında görmüş ve uygulamaya koymuş. İlginç olanı ise Allah’ın ona oğlunu kesmemesi için kurbanlık koç göndermiş olmasıdır. Meselenin düğümü de burada çözülüyor zaten.
Cahiliye’nin cinleri
Resmi İslam aktarımcıları, çok tanrıcılık ve erken Hıristiyan dönemlerini “cahiliye” diye geçiştirdiğinden ne yazık ki, birçok hurafe halâ varlığını masal olarak sürdürmektedir. Oysa dinleri iyi anlamak için önce “cahiliye” diye geçiştirilen dönemi süzgeçten geçirmek gerekiyor. Birincisi, tek tanrılı dinlere geçilmeden önce veya erken Hıristiyanlık diyebileceğimiz o dönemde birçok Arap Hıristiyandı. İslamiyet henüz ortada yokken bile kurban vardı. Kurban, yukarıdaki masaldan sonra gelenek haline getirilmedi, aksine tek tanrılı dinlerin doğuşundan önce Arap aşiretlerinin gelenekleri arasındaydı ve tanrılara kurbanlar kesilirdi. Şimdi merceğimizi “cahiliyenin cinleri” diye nitelediğim ve resmi İslam aktarımcılarının görmek istemedikleri dinler öncesine tutalım. Ve bakalım kurban/ adak Tanrı buyruğu mu yoksa bir ilkel Arap geleneği mi?
Savaş sonrası değerli silahların tanrıya armağan edilmesi de bir gelenekti. Bu armağan ve adakların yanı sıra kurban kesme geleneği de vardı. Kurban eti yemek ise sadece Araplara özgüdür. Ne İbraniler ne Filistinliler ne de Asurlar kurban eti yemezler, köpeğe dağıtırlardı. Kurban, yalnız ilk çağda değil antik çağda da Arapların tanrılarına kurban kestikleri biliniyor. Arabistan valisi Porphyrius zamanında, Duma’da her yıl insan kurban ediliyor ve öldürülen kişi mihrabın dibine gömülüyordu. Savaşlarda esir alınan askerler de tanrılara kurban ediliyordu. Esirlerin arasından seçilen genç delikanlıları sabah şafağında çoban yıldızına yani İştar /Venüs’e kurban ediyorlardı. Daha sonraları savaşlarda esir aldıkları askerlerin işgücünden faydalanmak için bu gelenek değiştirildi. Fazlasını ise pazarlarda sattılar, satamadıklarını ise öldürdüler. Yani beslemektense kurban ettiler. Hele çocuk kurban etmek ise son derece olağan bir gelenekti. Hatta bu gelenek Hıristiyanlık ve İslam’ın ilk yüzyıllarında da devam etmiştir.
Tanrılara insan kurban etmek
Muhammed’in amcası Abu el-Mutallib; 10 oğlu olursa sonuncusunu kurban edeceğine ant içmişti. Ancak akrabalarının kendisine verdiği 100 deve karşılığında yeminini bozmuştu. Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak bunları yazmamın nedeni yukarıda ki İbrahim-İsmail masalına açıklık getirmek içindi. İşte bu olaydan sonra İslamiyet güçlenince insan kesme / kurban etme geleneğinden vazgeçiliyor ki Muhammed’in bunda rolü büyüktür. Çünkü bizzat oğlunu kurban edeceğini söyleyen öz amcasıdır. Bu yasaktan sonra gelenek sadece hayvan kurban etme şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Zaten İbrahim’in oğlunu kurban etmesi, başlı başına Arap aşiretinde insan kurban etme geleneğini teyit etmeye yetiyor. Ayrıca öz amcasının da doğacak olan çocuğunu kurban edeceğini söylemesi de yeterli kanıt niteliğindedir. Kaldı ki Arap toplumunda doğan kız çocuklarını çukura gömerek öldürdükleri de günümüze “recm” etme şeklinde uzanıp gelmiştir. Kim bilir belki bu yöntemle bir nevi doğum-kontrolü uyguluyorlardı.
Araplarda hayvan kurban etmenin kendine özgü töreni vardı. Hayvan boğazlanıp öldürüldükten sonra kanıyla kutsal saydıkları sunak taşı sıvanırdı veya kurbanın kanı “Ghabghab” çukuruna akıtılırdı. Bugün de kurbanın kanı açılan bir çukura akıtılıyor ve üstü kapatılıyor. Bu ritüelin aynısını İbranilerde de görüyoruz. Arapların bu gelişigüzel kurban kesme merasimlerini halife Ali yasaklayarak, bu çok tanrıcılık döneminden kalma töreni yılda bir defaya indirdi. Bugün yılda bir defa kurban kesiminin mimarı Halife Ali’dir. Keşke tamamen yasaklasaydı ama dönem içinde değerlendirdiğimizde eğer böyle bir önlem alınmamış olsaydı Allah’ın her günü hayvanlar telef edilecekti. Ayrıca Arap toplumu, kıtlık dönemlerinde canlı hayvanların damarlarını delip ölmeyecek ölçüde kan akıtıyor ve bu kandan bir çeşit sucuk yapıp yiyorlardı. Bu geleneğe de Hz. Muhammed son verdi. Tüm bunlar ve daha birçok mitolojik “kurban” hikayesi İncil, Kur’an, Buhari de dahil olmak üzere birçok güvenilir kaynaklarda geçmektedir. Putlar zamanında Arap geleneği olan adak/kurbanı Tanrı buyruğuymuş gibi kutsamak, ilkel Arap geleneğinin tekrar edilmesinden öte hiçbir anlam ve önemi yoktur.
Veysel Boğatepe