‘Bir İç Mekan Bahçesi’ olarak ‘Özgürlük’ – Nihal Güres yazdı…
Sabah ‘Depo’, herkese mesaj attı: ‘Akademisyen arkadaşlarımız gözaltına alındığı için akşam yapılacak sergi açılışı iptal edilmiştir ancak sergiyi gezmek isteyenler saat 18.30 dan itibaren gelebilirler.’
Depo sanat mekanında pek çok sergilere, pek çok anlamlı sanat etkinliklerine katıldık. Osman Kavala, 381 gündür iddianamesi yazılmadan tutuklu. Bir de bunun üstüne gözaltı olayları gerçekleşince herkes allak bullak oldu, ne diye olduysak! Alışmamız lazım, bir türlü alışamıyoruz, bildiğimiz her şey yeniden, yeniden oluyor, gene alışamıyoruz, gene üzülüyoruz.
İçim içime sığmadı. Kesinlikle Depo’ya gitmeliyim diye karar verdim; dayanışma için, yanınızdayım, yanınızdayız demek için.
Saat 18.00’a doğru sergi mekanına ulaştım.
Baktım, benim gibi dayanışmacılar salonu tıklım tıklım doldurmuş.
Sessiz bir bekleyiş.
Sibel Horada‘nın “Bir iç mekan bahçesi” yerleştirmesi, özgürlüğü arayan yapraklar gibi üzgün.
Duvarlarda serpilmiş, yerleştirilmiş her bir bitki, sanki özgürlüğü tanımlıyor; yeşil var, toprak var, su var, doğa var.
Her bir bitki, insan hakları, sevgi, hoşgörü diye bir şiir mi okuyor?
Her bir bitkiyi gözlerim yaşararak seyrettim.
Gözlerimle sevdim o masum, sessiz bitkileri …”ahhh”… dediler, “Ne kadar çok çekiyoruz biz bitkiler, biz doğa, siz insan denen canavarlardan. Her yere zehirli ilaçlar döküyorsunuz. Kendi bencil insan kibirinizden başka bir şey umurunuzda değil. Kalplerinize kadar beton tutmuşsunuz. İnsanlık denen kavramı gaddarlıkla değiştirmişsiniz.
Yalnızca bitkiler değil, hayvanlara karşı da canavarsınız. Hayvanlar sizin için kesilmesi gereken, kanlı et parçaları. Halbuki bütün canlılar sevgiye tepki veriyor. Görüyorsunuz, biliyorsunuz, o kanlı bıçakların farkındasınız. Gene de alışkanlıklarınızı değiştirmeyi asla düşünmüyorsunuz. Sorgulamayı bile düşünmüyorsunuz. Sizin için hayvan yalnızca Pet Shoplarda satılan sevimli bir canlı. Onu da sıkılınca sokağa terkedersiniz. Sokaklar, barınaklar terkedilmiş hayvanlarla dolu..
Ama sizin her şeye hakkınız var, adaletsizliğe…
Adaletsizlik, her boyutta var.
Her köşe başında çevrilen bir döner kebabı, aslında sizin için kesilmiş bir canlı.
Yine öbür köşede, şişe geçirilmiş tavuklar. Ne kadar lezzetli değil mi?
Yiyin tabi. Siz insansınız. Hak neymiş, adalet neymiş, sorgulamak neymiş?
Sizin için değil ki o sorgulama.
Yalnızca sizin keyfinizi bozacak şeyleri sorgularsınız. Onun dışında vah vah, vah ki vah.
Antik Roma Uygarlığında da insanlar çok seçkindi.
Sabah kalkar, hamama gider, keyif içinde akşama kadar yıkanır, şarabını içer, keyfini yapar, dinlenir, akşam da arenaya gider.
Köleler vahşi hayvanların önüne atılacak, Afrika’dan getirilmiş vahşi hayvanlar arenada parçalanacak, kan akacak.. Ne kadar çok kan akarsa, insanoğlu o kadar tatmin oluyor. Oluk oluk kanlar aksın, daha çok aksın. Aksın. Aksın…
Kan seyretmek için toplumun en yüksek ya da en alt kesiminden olmanız fark etmiyor. Her katmandan olan insanoğlu, kan akıtmadan, doğayı katletmeden, canavarlık yapmadan yaşayamıyor.
Antik Roma Uygarlığında arenalarda ölen köle sayısı 1 000 000 , Afrika’dan getirilip, arenada öldürülen vahşi hayvan sayısı 500 000 civarında.
İşte insanlık tarihi bu.
Uygarlık Tarihi bu.”
Bitkilerin bilgeliğine ve anlattıklarına şaştım, kaldım doğrusu…
Yine de Sibel Horada‘nın ‘Bir İç Mekan Bahcesi’ sergisinde, mekanın ortasına yerleştirilmiş büyük bir camlı bahçede, çeşitli bitkiler, yapraklar, lahanalar, domatesler içinde yaşayacak solucanlar, organik gübre yapmak üzere, kendilerine tahsis edilmiş bir mekanda çoğalacaklar.
Sibel Horada’ya ekolojik danışmanlık yapan, ismini sormamışım Prof. Beyefendi, bize solucanlı bahçe hakkında bilgi verdi. Burada yerleştirilmiş solucanlar, bizim bildiğimiz solucanlardan daha küçük olmalarına rağmen, bizim bildiğimiz solucanlardan 4 kat daha hızlı çalışıp toprağı, daha verimli hale getirebiliyorlar.
Bu bahçeyi, evde kendimizinde yapabileceğini sonra bu bahçede, meyve, sebze yetiştirebileceğimizi söyledi.
O bahçesinde bir elma ağacı yetiştirmiş; tadı o kadar güzelmiş ki, bizim yediğimiz elmalara hiç benzemeyen lezzetteymiş.
Saatlerce anlattırdık. Solucanları, elmaları masal gibi dinledik.
O hiçbirimizin bilmediği lezzetteki elmalar ağzımızı, kalbimizi sulandırdı. Sonra ben, çok sevdiğim salyangozları da sordum ekolojik hoca bulmuşken. ‘Salyangozlar, aslında sizin yetiştirdiğiniz bitkileri yiyebilir, çünkü çok sever.’ dedi.
Biz de, ekolojik hocanın, masallara susamış dinleyicileri, şöyle bir karara vardık; salyangozu kenara çekip, yaprağı yine de yiyebiliriz, salyangozlarla pekala dayanışabiliriz, doğayla dayanışabiliriz, barışla dayanişabiliriz, sevgiyle dayanışabiliriz.
Böylece, bu güzel sergiyi, açılış kokteyli olmamasına rağmen -ki kimsenin umurunda da değildi- zevkle seyrettik.
Hep birlikteydik; yapraklar, solucanlar, o lezzetini hiç bilemediğimiz çok çok çok lezzetli elmanın tadı ve özgürlük hayalleri…
Depo, herhalde en kalabalık akşamlarından birini yaşadı. Kalabalık sokaklara kadar taşmıştı.
Aklıma Cemal Süreya‘nın ‘Elma’ şiiri geldi. Bu elmaların en lezzetlisini bizzat o yemiş, hem de şiirini yazmış. O’nun yediği elmalar, bizim yediklerimize benzemiyormuş ama o kadar çok yemiş ki, artık o elmalara karnı tokmuş.
Bizim de karnımız aç sayın Cemal Süreya. Bu minik solucanların özgürce gezindiği, yemyeşil bahçelere karnımız çok aç.
Bu yemyeşil yapraklara sergiler düzenleyip, bizi davet eden dostlarımıza kalbimiz çok aç.
Nihal Güres
Sibel Horada’nın kişisel sergisi Bir İç Mekân Bahçesi, Tütün Deposu’nda 30 Aralık 2018 tarihine kadar gezilebilir.