‘Bir Kucak Hüzün’ Ortak Paydada Buluşturuyor – Hilal Serra Toplu yazdı…
Hepimiz yaşadığımız süre boyunca “acı”yı tatmışızdır. Acı çekmek tıpkı nefes almak gibi yaşamsal faaliyetlerimizden biri haline gelir zamanla. Geçmişte yaşanılan travmalar, dostluğun bitmesi, bir yerden başka bir yere gitme, çok sevilen birinin kaybı… En derinlerimizde bir parça acı taşıyarak devam ederiz yola. Kimimiz bu acıyı yoldaş bilir; el ele, omuz omuza yürür yolunu, kimimiz ise bir kaç adım ilerisinden yürür ki yoluna devam ederken acı onu tökezletmesin. Bazen öyle hızlı yürür ki acının yavaş yavaş onu takip ettiğini unutmuştur. Ta ki bir gün bir ayna ile karşılaşana kadar.
“Bir Kucak Hüzün (The After)” toplam 18 dakikalık süreden oluşan bir kısa film. Filmde başrol oyuncumuz ailesini trajik bir şekilde kaybediyor. Yaşadığı bu kayıptan sonra hayatına devam etmeye çalışıyor. Hatta öyle adamış ki kendini hayatını devam ettirmeye, adeta bir robot gibi, gece gündüz taksicilik yaparak, duygularını bastırıp, görmezden gelerek yaşamaya çalışıyor… Tabi buna yaşamak denirse. Ara ara kaybolduğunu görüyoruz kendi hüzün kuyusunda. Uzaklara dalıyor, sanki oraya ait değilmiş, bu dünyada ne işi varmışçasına anlam arayan gözlerle karşılaşıyoruz. Çünkü sevilen birinin kaybının eşiğinde insan anlamsızlık boşluğuna düşerek, normal hayata adapte olmakta zorlanan bir varlık. Doğası gereği. Öte yandan öyle bir duygu bahşedilmiş ki bize, biraz olsun yola devam edebilelim diye; “unutmak” ve “alışmak”. Ancak bu şekilde devam edebilme gücünü buluruz kendimizde.
Bir gün yine taksicilik yaptığı bir esnada, arabaya bir aileyi alıyor. Küçük kızın fiziken kendi kızına benzediğini görüyor. Aile, yolculuk süresi boyunca sürekli tartışıyor. Bu tartışmaların arasında kalan küçük kıza ise acıyan, üzülen gözlerle bakıyor taksicimiz.
Filmin bu karesinde, kafasından geçen düşünceleri sanki okuyabiliyormuşuz gibi hissettiriyor bize. Kendi ailesinin artık hayatta olmayışı, diğer anne ve babanın hayatta olma şansını ne denli ve nasıl kullandığı gibi düşünceler dönüyor kafamızda. Yol bittiğinde, gidecekleri yere onları bırakıp, eşyalarını indirdikten sonra, bir an olsun tartışmayı bırakmayan aileye biraz daha bakıyor.
Küçük kız, belki bıkıp usanmışlıktan, belki taksicinin bunlara şahit oluşunun getirdiği kendisini anlama duygusundan, belki de çocukların temiz yüreği ve hissiyatlarının daha güçlü oluşundan olsa gerek, taksiciye sarılıyor. Ailesi bu durumu garipseyip, şaşkın bakışlarla onları izleyip sorgularken dünya bir an olsun duruveriyor. Hem taksici hem küçük kız hem de izleyici için.
Bu durma eylemi sonrasında taksici için bir yüzleşme başlıyor. Ailesi, kızı oradan aldıktan sonra taksici kendi acılarıyla, kendi kaybıyla yeniden yüzleşiyor ve bu dayanılmaz sancıyı içinde barındırdığını, her ne kadar es geçmeye çalışsa da yeniden hatırlıyor. İşte o an iki tarafında, izleyici ve taksicinin yüreğine müthiş bir kramp giriyor.
Taksici yere yığılıp ağlamaya başlarken izleyici de gözyaşlarıyla eşlik ediyor ona. Bu an, öyle bir an ki belki de hepimizin bir kez olsun yaşadığı bir an. Acılarımızın ortaklığı birleştiriyor bizi. Yaşanılanlar ne kadar farklı olsa da, duygularımız bir. Film, içimize ve geçmişimize belki de şu anımıza ışık tutuyor, daha net görebilmemizi sağlıyor en derinlerimizde ki savaşı. Ortak payda da buluşturuyor bizi…
Hilal Serra Toplu
Yaptığınız Her Eylem Düşüncelerinizin Yansımasıdır – Etingü Dönmez Durgun yazdı…