Bizim Edebiyatımız – Erbil Karakoç yazdı…
Bizim edebiyatımız fukaradır kafadan değil piyasadan fukaradır. Yalın ayak görünce romantizme girmez, çıplak ve yorgun diye düşündüğü için fukaradır, gül görünce aklına yarin dudağını getirmeyip bülbülün çilesini düşündüğü için fukaradır.
Yağmur cama vurduğu zaman camdan akıp giden yağmur tanelerini değil dışarıda kalan can tanelerini düşündüğü için fukaradır. Bizim edebiyatımızın siyah gözlükleri yoktur nede takım takım kahve fincanları. Bizim edebiyatımızın kitapları ciltli değildir. Ucuz kuşe kağıtlı kapakları vardır. İçi saman sarısı sayfalardan ve akmış mürekkeplerden ibarettir. Bir düzelteni (giydireni) bir omuz vereni yoktur doğduğu gibi üryandır. Ama her bir sayfasına dokunduğunuzda bir ağacın ağladığını düşünürsünüz. Her bir sayfasını çevirdiğinizde geride kalanın hüznü sarmalar ruhunuzu.
Sizin edebiyatınız “sabah uyananın saray bahçelerinde açan bir gül olduğunu” söyler. Her uykudan uyanana ballı kaymak sözler ve methiyeler dizer.
Bizim edebiyatımız sabah uyandığında saçı başı dağınık bir annenin koşuşturması içindedir. Bir işçinin geç kalma korkusunu taşır yüreğinde, terli gömlek kokusu şoförlerin çığırtkanlığıyla boğuşur. Okula yeni başlamış çocuğun sınıfta kalemtraşsız kalmasının şaşkınlığı ve ürkekliği vardır üzerinde.
Sizin edebiyatınızın sabah güneşi denizin üstünde oynayan balıklardır.
Oysa bizim sabah güneşimiz kirli elleriyle karton toplayan çocukların kara yüzünde belirir. Güneş tepeye çıktığında ve lekesiz mavi gökyüzü cehennem sıcağını saldığında mezbahanelerden oluk oluk akan kana karışan terin soğukluğuyla yıkar emekçi yüzünü. Eli belinde kadın tütün işçilerinin sarı solgun yüzlerindeki öfkeden alır gücünü. Sarı yazmalıların asi ve keskin gözlerinde ışıldar. Bizim edebiyatımız manavın önünden çocuklarını geçiremeyen babanın akşam eve eli boş gitmesinin telaşı içindedir. Bizim edebiyatımızın askerleri dağıtılmış komutanları yasaklanmıştır. Kalemi kırık, kağıdı yoktur. Dilekçesi görülmemiştir. Bir sümen altıdır yatar. Hiçbir ödüle layık görülmez. Hiçbir ödülü de kendine layık görmez.
Oysa sizin edebiyatınız öylemi, bütün savaşlardan zaferle çıkmıştır. Mağrur muzaffer ve pürüzsüzdür. Ve her başınızı eğdiğinizde parlak bir ödül kaldırırsınız salonların muhteşem ışıkları altında. Onca şaşalı giyinmiş kadın ve erkeklerin pişirilmiş alkışları eşliğinde.
Sizin edebiyatınız akşam güneşinin kızıllığında sofrada kaşık çatal telaşıdır.
Bizim edebiyatımız yorgundur binlerce yıl öteden gelir üstü başı toz toprak içinde. Hiçbir salona sığmaz hiçbir tahtın gölgesine sığınmaz, hiçbir taç gözlerini kamaştırmaz. Lakin cebinde yüzlerce filozofun kelimeleri, heybesinde bilgelik taşır. Yüreğini güneşin kardeşliğiyle ısıtır. Turnalar gibi yana yana döne döne gelmiştir gökyüzünden. Sessiz ormanlardan geçerken bilge baykuşların öğüdü vardır gözlerinde. Zincirlerini kaybetmekten korkmayan kölelerin haykırışını taşır sesinde…
Sanmayın ki bizim edebiyatımız bilmez sabah güneşinin güzelliğini akşam güneşinin ihtişamını ya da kızarmış bir narın içinde yanan kor ateşinin sıcaklığını. Elbette bilir elbette sokaklarında maviyi duvarında beyazı eksik etmez. İnce ince oya gibi ördüğü kelimeleri bir mızrak gibi saplar vicdanlara. Elbette bilir kentlerin caddelerinde ışıklı vitrinlere kanmadan yürümeyi, ve dağ başlarında, bir ağaç gölgesinde, beyaz taşları döven derelerde ıslık çalmayı.
Fakat başta dedik ya bizim edebiyatımız fukaradır kafadan değil piyasa fukarasıdır. Bilmez kendini satmayı çekmez gözüne cellatların milini. Aniden bir alicenaplık iner aniden su içen karıncaların yoldaşı oluverir ve ürkütür fincancı katırlarını…
Halkın duyan yüreği, işiten kulağı, söyleyen dili olur…
Erbil Karakoç