Bugün Fazlaca Tenhayım! – Saadet Toksöz yazdı…
Tartışmaların bolca yaşandığı bir ülkede, ruhumun tenha hücrelerine sığınarak yaşamayı tercih etmem bir tesadüf değil elbette…
Kavgayı seven, kavgadan beslenen bir toplumdan kaçabilmenin en güzel yolu Öz’e dönmek…
Birçoğuna, Öz’e dönmenin ne olduğunu anlatabilmek için uzun uzun yazmam gerekecek ama hiç uğraşamayacağım. Bilenler, bilmeyenlere anlatsın!
Yıllardır hep birilerine bir şeyler anlatmanın, göstermenin ya da algılatmanın derdinde oldum.
Saçma!
İnsanın en iyi yol göstericisi, yine kendisidir.
Tabi bunu söylerken “Ayna Nöronları”nı unutmuş değilim. İnsanlarda mevcut olan ayna nöronları, motor komuta nöronlarının hareketi kendisi yapmayıp bir başkasında gördüğünde ya da duyduğunda aktif olan kısmıdır. Hikayeler ayna nöronlarını devreye sokarak gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz kişiler ve nesnelerle duygusal bağ kurmamızı ve anlam yaratmamızı sağlarlar.
Benzer hikayeler, ortak yaşanmışlıklar insanlar arasında kurulan en kuvvetli bağlardır. Örneğin, benzer olayları yaşamış insanların arkadaşlıkları daha kuvvetlidir ya da okuduğumuz kitaplardaki karakterle, film kahramanlarıyla özdeşleşmemiz bu yüzdendir. (Ayna nöronlarını en iyi harekete geçiren sanattır. İşlediği her konu, her tema insana ve evrene aittir. Bu yüzden bize, içsel yolculuğumuzda ışık tutan ve yol gösteren en önemli araçtır. Özellikle kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınan insanlara çok iyi yol göstericidir. Aslında sanatın hayatımızdaki yerine bir nevi yaşam koçluğu şeklinde de bakabiliriz.)
Ayna nöronlarını bir uzlaşma aracı olarak görebiliriz. İnsanlar birbirlerinin hikayelerini dinledikçe ortak noktalarının daha fazla olduğunu fark ederler ve yakınlık hissederler. Kalkanlarını indirip aynı fikirleri paylaşmaya başlarlar. İkna olurlar. Halkın içinden gelen, eğitim seviyesi düşük siyasi liderlerin talep görmesi de bu yüzdendir. Kendisine benzeyen insanların, kendisini daha iyi temsil edeceğini düşünmesi gibi…
Ona rağmen insan egosu bu ittifakı bozacak en güçlü güdüdür. İşin içine egolar girdi mi, hiçbir güç, hiçbir bağ varlığını sürdüremez. Bir de ortak bileşenler ayrıştığı zaman günün sonunda insan yine kendisiyle baş başa kalır.
İşte bu noktada insan kendisinin en iyi yön göstericisi olmak zorundadır. (Egosuyla baş edebilmeyi başarabildiyse tabi…)Bunu yapabilmek için içsel yolculuğuna çıkmalıdır.
Yaşanmışlıklar, özellikle ayna neronlar sayesinde edinilen tecrübeler bu yolculuğa ışık tutacaktır. Ancak öğretilmiş doğrularla, yerleşik kalıplarla, sığ bilgilerle ve donuk bir zekayla bunu yapabilmek mümkün değildir.
Mevcut öğretilerin dışına çıkabilmek için, öğretilmiş hakikatleri sorgulamak gerekir. Bunun için bilgiye ihtiyaç vardır. Bilgilenmek için de okumak, araştırmak gerekir.
Bilgi çağında olduğumuz iddia ediliyor. Bir yandan da insanları sınırlı ya da doğru olmayan, güncelliğini yitirmiş bilgilerle eğitmeye çalışıyorlar. Bu bilgisizlikle ancak bolca tartışma, kavga, rekabet, hırs, kıskançlık, ihtiras gibi güdülerin etkisiyle adalet maslahata her kurban edildiğinde, her sessiz kalmayla bir seçim yapıyor ve bir adım daha atıyoruz kabusa doğru…
Kendinden uzaklaşan insan sığ denizlerde boğulmaya başlıyor. İnsani değerlerini yitiriyor ve yalnızlaşıyor. Ama yalnızlaştığının farkında olamıyor.
Yavaş yavaş bu anlaşılmaya başlansa bile bunu düzeltmek için, hiç kimse işe kendisinden başlamıyor. Çünkü kimse kendini o kategoride görmüyor.
Bu sanal gerçeklik simülasyonları gerçeğe ulaşmamızı ya da görmemizi engelliyor. Körler parabolü zincirleme uzayıp gidiyor. Bu durumda tenhaya kaçma ihtiyacı hasıl oluyor.
Kalabalıklar içindeyken parabolün bir uzantısı olmak zorunda kalıyorsunuz. Bir şeyleri idrak ettirme şansınız olmadığı için sessizleşiyorsunuz. Öyle ki, yeri geldiğinde haklılığınızı savunma ihtiyacı bile hissetmiyorsunuz.
O sessizliğin içinde sadece çığırtkanların sesi duyuluyor. Aleyhine sonuçlanan olaylar bile bu sessizliği bozamıyor. Çünkü o sessizlikte huzur var.
Parabolün dışına çıkabilmek, sessizliği ve huzuru korumakla başlıyor.
Sakinlik, sağlıklı düşünmeyi ve sağlam adımlar atabilmeyi sağlıyor.
Ruhumun tenha hücrelerindeki kalabalığı keşfettim bu arada… Orada zengin ve cok daha renkli bir kadro var. Onların sayesinde ayna nöronlarım bana çok daha iyi ışık tutuyor.
Beni daha yaratıcı, daha üretken ve daha işe yarar kılıyor.
Henüz yolculuğun başındayım.
Gelişmelerden sizi de haberdar ederim.
Saadet Toksöz
(Fotoğraf: Kalliopi Lemos – At the center of the world )