Cafcaflı Riyakarizm – Sedef Subölen yazdı…
Riya bu. Baştan aşağı riya. Riyakarız hepimiz.
İçimizdeki Tanrı’yı öldü diye nitelendirirken, bazen bayılmış olduğuna inanmak istiyoruz. Bir an için. Bir an için, her şey düzeldi sanıyoruz. Düzelmediğini görene kadar riyakarlık hepsi. Var olmuş olan hiçbir şeyin, yok olabileceğine inanmıyoruz, bir yandan da o içimizden çekilip giden sevgi, sevebilme becerisi var ya, adeta savaş halinde. İçimde o kadar minik bir sevgi kırıntısı var ki, artık sadece tek bir kişiye, tek bir şeye verebilirmişim gibi. Annemi seversem, babamı sevemeyecekmişim gibi misal.
Böylesine çürümüşüm.
Karşımıza çıkıp sevgiden bahsedip duruyorlar bayım.
Riyakarca gülüyorum.
Sevgilerine küfretmek geliyor içimden.
Siz ne bilirsiniz sevginin anlamını?
Bizim içimizden çekip alındıktan sonra katlanarak çoğalan, başkalarına yarayacak olan sevgi.
Güzel bir güne sevgiyle uyanmayalı uzun zaman olduktan,Ying Yang’ın hep beyaz tarafında yaşamaya başladıktan sonra biz, Ademoğlunun kendini adam etmesi hiçbir şeye yaramıyor.
Bize sevgiden bahseden insanlar, takımları galibiyet kazandığında en hayvansal yanlarıyla “tek taraflı sevgiye” bürünüverirken utanmalılar kendilerinden. Sabah kahvaltıda bayat ekmek yerine taze olanı seçtikleri için de keza.
Şöyle bir yokladım içimde sevmeye,umuda dair neler kalmış diye.
Ben, benden haber bekleyen insanlar varken, saatlerce telefona bakmadığım, benimle görüşmeye can atan arkadaşlarımı ihmal ettiğim için pisliğin tekiyken, kimi sevebilirim gerçek anlamda?
İnsanlar sevilir.
Ama artık sevgi kavramının anlamı değişiyor. Asla geri gelmeyecek bazı şeyler var.
Aptallar gibi, çocuklar gibi sevebilmek istiyorum.
Ama sadece, yetişkin insanlar gibi sevebiliyorum.
Bu da yeterince aşağılık.
Ben iyi tanırım sizi bayım.
Bana ahkam kesmeyiniz.
Kendinizle baş başa kaldığınız anda, ilkel dürtülerinizle benden nasıl nefret ettiğinizi biliyorum.
Çünkü ilkel dürtüler insana, kaybettiğinde sevgi dolu olup barışmayı değil, canını yakan her şeye lanet okumayı gerektirir.
Bu, törpülenebilir elbette.
Ama, ancak toplumsal olarak.
Ben, sizlerin bilmediği çok önemli bir şey biliyorum.
Bir insanın içinde, koşulsuz, kayıtsız şartsız var ettiği ve, uğrunda acıyı da göze aldığı o “çocuksu” sevgi, tek sefere mahsustur. Bundan sonrası, sadece riyadır. Yetişkin gibi sevmeye başladığımız an, elimizde ne kalıyor ki?
Ben tüm gördüklerimi, duyduklarımı,bildiklerimi unutmak isterdim. Hatta ana okulunda, oyun hamurlarıyla oynadığım günlerden başlamak. Ne değişirdi? Hiçbir şey.
Sadece, mutluluğun gerçekliğini, şeffaflığını birkaç sene tekrardan yaşamış olurdum işte.
Aşık olduğum sınıf arkadaşım beni itti diye oturup ağlamak.
Gururum incinmiş.
Altı yaşında velet ben.
Az önce bana “balık mı alsak?” diye sordu.
Ve ben, kızartıp yemelik balığı kastettiğini sandım. Utanmasam bir baş soğan da alalım yanında diyecektim.
İşte bu beni bitiren. İşte bu içimdeki pisliği ortaya çıkaran.
“İstemem” dedim. İstemezdim. Çünkü daha önce üç tane balığım olmuştu. Ve hepsi öldü. Bakamadım.
Balıklar artık benim için yemekten ibaret olmuş yalnızca.
Ben şimdi hangi sevgiden bahsedebilirim?
Günden güne sündürülen, sömürülen bir sevgi. Savaşta bombaladığı ülkeden sonradan özür dilemek gibi bir sevgi. Çok samimi öyle değil mi? Neresinden tutarsan tut samimiyet akıyor.
Kadın, çocuk demeden feriştahını bile yok etmişsin. Geriye kalan tek şey, ertesi gün o ülke üzerine doğacak olan güneş olmuş, – O da bulutların ardında- ama sorsan sevmek güzel şey.
Siz beni düşünmeyiniz bayım. Siz, sebep olduğunuz bu kadar yıkımın ardından, hayata “sevgiyle” bakabildiğiniz için kendi adınıza sevinin.
Ama bana ilişmeyin.
En azından savaşta yazdığınız destanın arkasında olunuz.
Bu şekilde bu cepheden çok fazla cafcaflı duruyorsunuz.
Şimdi sevgiyle kalın.
Sedef Subölen