Çekirgenin Sırrı – Özlem Kalkan Erenus yazdı…
Doğa filozofları evrendeki tüm yaşamın temelinde, TOPRAK ve HAVA ile birlikte onları görmeye başlamadan uzun, upuzun zaman önce; ATEŞ ve SU şiddetli bir kavgaya tutuşmuşlar. Suyla her çarpışmalarında yenileceğini anlayan Ateş, kaçmış, kaçmış ve taşların arasında boy veren bambu saplarına gizlemiş kendini. Akıp gitmiş Su, buluvermiş yolunu, hep olduğu ve her zaman olacağı gibi…
Kimse görmemiş Ateş’in çaresizce saklandığı yeri, taştan taşa hoplayıp zıplayan küçük, keyifli bir çekirgeden başka! Belli ki, ta o zamanlar bile beş tane gözü varmış çekirgelerin. Oysa ateşi yakalamayı bir türlü beceremeyen insanlar da maymunlar kadar tüylülermiş henüz; üşümesinler, korunsunlar diye soğuktan.
Küçük çekirge iyice bellemiş ateşin gizlendiği bambuların yerini. Önce kimselere anlatmasa da gördüklerini, giderek fazla gelmeye başlamış gizemli yükü; sırrının ağırlığından zıplayamaz olmuş çekirgecik.
Alışık olmadığı bir yavaşlıkta, kan ter içinde yol almaya çalışırken bir gün, dayanamamış daha fazla. Karşısına çıkan maymuna söyleyivermiş ateşin sırrını. Her ikisi de oldukları yerde sıçramışlar aynı anda: Çekirge yeniden kavuştuğu hafifliğin coşkusuyla, maymunsa birazdan avuçlarını ısıtacak alevin heyecanıyla.
Uzun kollarının yardımıyla, hızla ulaşmış maymun ateşin sığınağına. Bambu sapını tuttuğu gibi sürtüvermiş yanı başındaki taşlara ve ilk kez yakalamış ateşi kendi elinin buyruğuyla. Etrafa yayılan sıcaklığın ve istemli aydınlığın sevinciyle ne yapacağını şaşıran maymunu usulca takip eden insanoğlu fark etmiş bambunun sapına gizlenen bu müthiş gücü ve kapıvermiş hemen şaşkın maymunun elinden. İşte o gün bugündür ateşe sahip çıkamayan maymunlar kürkleriyle sıcak tutmaya çalışırlar kendilerini. İnsanlarsa ateşi yakaladıkları ve bir daha ellerinden bırakmadıkları için, zamanla kurtulurlar tüylerinden.[i]
Mitolojik anlatıların çoğunda olduğu gibi, bu öykü de ateşe sahip olmayı, onu kontrol etmeyi, akıllı bir tür olma ön kabulüyle, insana özgü bir özellik olarak ele alır. Doğanın böylesine güçlü bir unsuruna yönelik kısmi bir denetimin bile, insanın toplumsal kimliği üzerinde ve antropolojik konumunda bu denli belirleyici olması dikkat çekicidir aslında. İnsanoğlunun o gücü, yaşamsal bir alan olarak aynı doğayı paylaştığı bir başka türün elinden çekip almış olmasındaki zorbalık ve açgözlülüğü görmezden gelen insan merkezcilik ise konu edilmez aynı sıklıkta.
Yüzyıllar, binyıllar, on bin yıllar boyunca dönüp dursa da değişmeyen dünyamızda, şimdi “modern” dediğimiz toplumda, şimdi “uygar” dediğimiz insan, aynı hoyratlıkla tutuşturuyor ateş saçan bambu saplarını, hâlâ ve daima… Doymak bilmeyen iştahıyla, hep daha fazla çıkar uğruna…
Özlem Kalkan Erenus