Prof. Dr. Cevat Çapan, Anadolu Üniversitesi’nde öğrencilerle buluştu. Üniversite tarafından düzenlenen Uluslararası Tiyatro Festivali’nde konuşan Çapan, tiyatroya ilişkin bilgilerini paylaştı.
Anadolu Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında üniversitenin konuğu olan akademisyen, şair ve yazar Prof. Dr. Cevat Çapan, Ergin Orbey Sahnesi’nde gerçekleştirilen söyleşide öğrencilerle buluştu. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşunda önemli katkıları olan Prof. Dr. Cevat Çapan’ın tiyatroya ilişkin bilgilerini paylaştığı söyleşiyi katılımcılar ilgiyle takip etti.
Prof. Dr. Cevat Çapan, konuşmasında Anadolu Üniversitesi’nde öğrencilerle birlikte olmaktan dolayı duyduğu mutluluğu dile getirerek tiyatroyla ilgili bilgilerini paylaşmaya şu sözlerle başladı; “Bir oyuncu, sahnede ilk olarak yazarın ne demek istediğini anlamalıdır. Elbette tiyatro dili, oyun yazarının sözlerinden ibaret değil. Sahne dili dediğimiz şeyin içerisinde sözlerin anlamları, nasıl söyleneceği ve dile getirilişleri var. Tiyatroda bunun yanında bir de sessizlik dediğimiz bir olay yer alıyor. Aslında tiyatroda, sessizliklerin de bir anlamı bulunuyor. Bazen de ifade etmek istediğiniz şeyleri fısıldayarak ya da bağırarak aktarırsınız. İşte ses ve diksiyon eğitimleri de bu nedenle verilir. Bunun yanı sıra jest ve mimiklerin kullanımı da çok önemlidir. Sahne dili dediğimiz şey de işte seslerin yanında jest ve mimiklerin de kullanılmasıdır. Tüm bu saydığımız kriterlerin tamamlayıcısı da ortamlar yani atmosfer dediğimiz durumdur.”
Yönetmenlerin ve yazarların tiyatroya olan katkılarından da söz eden Prof. Dr. Cevat Çapan, bazen yönetmenlerin özellikle eski yazarların oyunlarını yeniden sahnelerken yenilikçi yazarların katkılarından yararlandıklarını belirtti. Bu durumu örnekler üzerinden açıklayan Çapan, bu konuda şunları söyledi: “Mesela, Shakespeare’in oyunlarına baktığımızda tarihin çok önemli olduğunu görürüz. Başta İngiliz tarihi olmak üzere pek çok tarihsel oyunlarıyla karşılaşırız. Shakespeare’in insanlığın nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda ‘Kral Lear’ ile söylediği birtakım sözler vardır. Bunları sadece kendi zamanındaki tiyatro oyun anlayışıyla anlatmak acaba yeterli mi? 20’nci yüzyılda bu oyun sahnelenirken o dönemin bize kazandırdığı duyarlılıklardan ya da düşünsel yaklaşımlardan yararlanmamız gerekmez mi? İşte tüm bu sorulardan yararlanarak yola çıkan ve konuya yaklaşan yönetmenler, ‘Kral Lear’i ise Brecht’in bazı gerçekleri sahnede nasıl canlandırdığından esinlenerek bir oyun hâline getirebiliyorlar. Mesela Peter Brook, ‘Kral Lear’i kostüm veya dekor bakımından Brecht’in yararlandığı yaklaşımlardan yola çıkarak canlandırmaya çalışıyor. Yönetmenliğini Peter Brook’un yaptığı ve Paul Scofield’ın oynadığı ‘Kral Lear’ benim için sahnelenenlerden en iyisiydi.”
Shakespeare oyunlarını değerlendiren eleştirmenlerin kullandıkları farklı yöntemlerin, eleştiri okullarının da ortaya çıkışında etkili olduğuna değinen Prof. Dr. Cevat Çapan, eleştiri dünyasında zaman içerisinde yaşanan değişime ilişkin bilgileri ise şu sözlerle aktardı; “Geçmiş dönemlerde, psikanalitik ve romantik eleştiri diye farklı kavramlar ortaya çıktı. 20’nci yüzyıla geldiğimiz zaman işler biraz daha karmaşık bir hâl aldı. Çünkü bu yüzyılda Karl Marx ve Sigmund Freud ortaya çıkıyor. Marx, tarihi, toplumsal yapıyı ve ekonomiyi yeniden değerlendiriyor. Freud ise bilinçaltının, gerçekleri açıklamada ne kadar önemli bir yöntem olduğunu ortaya koyuyor. Bu arada bir de antropologlar sahneye çıkıyor. İlkel kabileleri inceleyen bu insanlar, anaerkil ve ataerkil toplumların varlığını keşfediyorlar. Bu yüzden de sanki yeni bir politika yaratma gerekliliği ortaya çıkıyor. Biz o zaman kadar hep Aristoteles’in politikasını okuyup benimsemişiz. Daha sonra gelen kuramcılar ve eleştirmenler de Aristoteles politikasını biraz daha zenginleştirerek ama ondan da fazla ayrılmayarak olayları değerlendirmeye çalışmışlardır. Fakat 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından sonra ise sanki yeni bir politika gerekiyormuş gibi birtakım iddialar ortaya atılmıştır. Eleştirmenlerin ‘Hamlet’ ile ‘Oedipus’u bir arada düşünmeleri ve benzerlikler bulmaya çalışmaları da bunun bir örneğidir.”
Bir duayenden dersler, teşekkürler