KÖŞE YAZILARI

Çocuk Edebiyatı mı? – Atilla Özkırımlı yazdı…

Çocukların okuyup zevk alabileceği, eğitsel amaçlar da taşıyan edebiyat ürünlerinin tümü çocuk edebiyatı adı altında toplanıyor. Oysa yaygın olarak kullanılan bu kavram, köy romanı, kent romanı gibi, eskilerin galat-ı meşhur dedikleri deyimlerden. Nitekim benzeri bir mantıkla gençlik edebiyatı, erkek ya da kadın edebiyatı, yaşlı edebiyatı gibi kavramlar üretildiğinde çocuk edebiyatı deyiminin de yanlışlığı belirginleşir. Çünkü bu durumda, ancak öz ve biçim açısından değişik türlere ayrılabilecek edebiyat bir de okur gruplarına göre türlere ayrılıyor demektir. Yani bir edebiyat türünü belli bir topluluk, bir başkasını da başka bir topluluk okuyabilecek, bir edebiyat türü ilgili olduğu topluluk dışındaki okura çok şey vermeyecektir. Bu olamayacağına, konusu insan ve yaşam olan edebiyat, cinsi, sınıfı ne olursa olsun genelde yine insana seslendiğine göre, salt anlatım biçimi, konuyu işleyiş açısından belli toplulukları amaçlayabilir. Böyle olunca da bir sınıflama yapmak gerekince «çocuklar için edebiyat» ya da daha uzun ama daha doğru bir deyişle «çocuklara göre yazılmış edebiyat» ürünleri demek gerekmektedir.

Temelde, çocuklar için bir edebiyatın olup olmadığı konusu öteden beri tartışılan sorunlardan biridir. Nitekim çocuklar için hazırlanan kitapların ilk kez XVII. yüzyıl sonunda görüldüğü İngiltere’de, çocukların doğal meraklarından yararlanıp onları eğlendirerek eğitmek gerektiğini öne süren John Locke çocuklara Aesopos masallarının okutulmasını salık veriyordu. XVIII. yüzyılda yaygınlaşan ve ABD’ye götürülerek orada da basılan chapbook adlı çocuk kitaplarıysa eski çağlara ilişkin destanlardan, ortaçağ öykülerinden ve peri masallarından oluşmaktaydı. Binbir Gece Masallarından seçilen Alaattin’in Lambası, Gemici Sinbact gibi masallar da İngilizceye çevrilip çocuklar için yayımlanmıştı.

Bilindiği gibi bu yapıtlar başlangıçta çocuklar için yazılmış ya da oluşturulmuş değildi. Ayrıca bugün de kimilerince yanlış olarak çocuk klasikleri arasında sayılan D. Defoe’nun Robinson Crusoe, J. Swift’\n Gülliver’in Gezileri, L. Carrol’un Alis Harikalar Ülkesinde adlı yapıtları çocuklar için yazılmamışlardı. Ama çocukların düş gücünü etkileyen bu yapıtlar çocuklara yazıldıkları biçimiyle değil, yalın bir anlatımla, olay dışı ayrıntılar en aza indirilerek sunulmuşlardı.

Benzeri oluşum başlangıçta bütün Batı ülkelerinde görülmüştür. Çocuğa okutulacak kitabın eğitici olmasının yanısıra eğlendirici bir nitelik de taşıması gerektiği düşüncesi büyükleri belli örneklere (Fransa’da La Fontaine’in fablları gibi) itiyordu. Ama yine İngiltere ve Fransa’da biç kimse, söz gelimi Shakespeare’in-, Richardson’ın, Rabeiais’nin, Voltaire’in yapıtlarım çocuklar için kitaplaştırmaya ya da Fielding’ln Tom Jones’unu yazıldığı biçimiyle çocuklara okutmaya kalkışmadı.

Bu olgu, çocuğun gelişim evreleri de göz önüne alındığında, edebiyat ürünlerinde çocuğa görelik ölçüsünün aranması gerektiğini kanıtlar. Sözcük dağarcığından kavrama yetisine, fizyolojik ve biyolojik özelliklerden psikolojik özelliklere değin çocukla yetişkin arasındaki farklılıklar, çocukların okuyabileceği edebiyat ürünlerinin niteliğini de belirleyecektir. Yazılan ya da sahnelenen yapıtlar çocuk için değil çocuğa göre olmalıdır. Üstelik yetişkin kavramı, kimi farklılıklar taşısalar da, oluşumunu tamamlamış, belli bir yaştan sonraki genç, orta yaşlı, yaşlı gibi insan kümelerini kapsamakla birlikte, çocuk kavramı, yaş dönemlerine göre çok ayrı özellikler taşıyan ve kesinlikle birbirinden ayrılması gereken oluşum basamakları göz önünde tutularak ele alınabilir.

Bu saptamadan sonra kısaca edebiyatımızdaki gelişimi gözden geçirelim.

Şark-Îslâm edebiyatında çocuklar için yazılmış yapıtlara rastlanmaz. Bir ahlak kitabı olan nasihatname (pendnâme) türü yapıtlar da yetişkinleri amaçlar. Bu alanda en tanınmış örnek Ziyâroğulları’ndan Keykâvus’un oğiu Gilân Şah için yazdığı (1032) Kâbusnâme’dir. İran edebiyatının bu ünlü ürünü XIV. yüzyıldan başlayarak beş kez de Türkçeye çevrilmiştir. Ama günümüze Mercimek Ahmetin çevirisiyle kalan yapıt, benzeri eğitsel yapıtlar gibi yetişkinler için yazılmıştır. Yazarlarınca önsözlerinde özellikle belirtilen çocuklar için yazılmış olma (sözü edilen genellikle yapıtı yazanın oğludur) gerekçesi bir kılıftır aslında. Edebiyat tarihlerinde oğulları için yazıldıkları belirtilen, Nabi’nin Hayriyyesiyle Sürıbülzade Vehbi‘nin Lûtfiye-i Vehbi‘si bu konuda tanınmış iki örnektir yalnızca.

Edebiyatın sınırlı bir topluluğun, belli eğitimden geçmiş seçkinlerin tekelinde olduğu bir dönemde doğaldır bu. Birey olarak yoktur insan. Dine dayalı eğitimin dışında seçeneksizdir. Her şey düzene uygun, bireyliğini duyamayan insanı yetiştirmeye yöneliktir.

Batı’da çocuklara yönelik kitapların XVII. yüzyılın sonlarında görülmesi de aynı olguya bağlanabilir. Bir bakıma çocuklara yönelik edebiyat toplumsal yapı değişmelerine bağlı olarak ortaya çıkmış, egemen düşünüş biçimlerince güdülmüştür. Gelişimin temelinde burjuvazinin belirmesiyle birey kavramının yerleşmesi yatmaktadır. Tekniğin (dizgi, baskı olanakları) ve düzyazıya bağlı türlerin (öykü, roman, vb.) gelişimiyse oluşumu beslemiştir.

Bu açıdan bakılınca edebiyatımızda çocuklar için kitaplar hazırlanması düşüncesinin Tanzimat’tan sonra yaygınlaşması rastlantı değildir. Edebiyatı eğitim aracı olarak gören Tanzimatçılar, tanıyabildikleri Batılı düşünüşün de etkisiyle çocuklara yönelik yapıtların gerekliliğini savundular. Çıkış noktaları toplumsal kurtuluşun çocuğun terbiyesine bağlı olduğu düşüncesiydi. Ziya Paşanın şu sözleri buna örnektir: «Ah, ne olurdu ki vaktiyle bir hüsn-i terbiye görmüş ve ahvâl-i âlemi zamanıyla bilmiş olaydım! Ah ne olurdu Rousseau gibi bir lala elinde büyüyeydim.» (Emile çevirisinin önsözünden).

Ama Tanzimat döneminde de çocuklar için yazılmış yapıtlar üretilemedi. Tek başına amaç yeterli değildi çünkü. Amacı gerçekleştirecek araçlar gerekliydi. Üstelik yeni bir edebiyatı oluşturma çabaları önce yetişkinleri amaçlamak zorundaydı. Yetişkinlerin yetiştirilmesi gerekiyordu.

Burada, Tanzimat döneminde ilk çeviriler arasında görülen kimi yapıtların, Türkçede «çocuk edebiyatı alanındaki» ilk yabancı ürünler olduğu düşüncesinin yanlışlığı belirtilmeli. Tercüme-i’ Telemak’tan (1862) başlayarak Tercüme-i Hikâye-i Robinson (1864), Gülliver’in Seyahatnamesi (1872), Merkez-i Arza Seyahat (Jules Verne’den, 1883) gibi yapıtlar yetişkinler için çevrilmişlerdi. İlk roman örnekleriydi bunlar. Çağdaş Batı edebiyatı karşısında, bu yapıtları çevirenler de, okuyan yetişkinler de belli bir düzeyin altındaydılar çünkü. Bu nedenle çocukları amaçlayan bir edebiyatın oluşturulması yolunda ilk bilinçli girişimler II. Meşrutiyet döneminde görüldü. Pedagojiyle tanışma, çocuk eğitimi konusundaki çağdaş görüşlerin tartışılması eğitici yapıtların önemini gündeme getirdi. Özellikle eğitimci Sâtı Bey’in çağrısıyla doğrudan çocuklar için yazılmış şiir kitapları yayımlandı.

Bu başlangıcı izleyen Cumhuriyet döneminde de hemen yalnız şiir alanında kalınmış, çocukların okuyabileceği öyküler, romanlar yazılamamıştır. Verilen sınırlı örnekler ya ortaokul çağından başlayarak değişik okur topluluklarını amaçlayan kahramanlık romanlarıdır (Kızıltuğ, Atlıhan gibi) ya da duygusal temlere dayalı, kişileri çocuk olan Bağrıyanık Ömer (Mahmut Yesari), 87 Oğuz (N. Rakım Çalapala), Köprüaltı Çocukları (Huriye Öniz), Türk İkizleri (Cahit Uçuk) gibi birkaç çocuk romanıdır. 1940’Iarda halk edebiyatına yöneliş ve derleme çalışmaları kimi halkbilimcileri (Naki Tezel, Eflatun Cem Güney gibi) derledikleri masâlları çocuklar için yeniden yazmaya iter. Ama 1960’lara dek çocuklara yönelik şiirler de, öyküler, romanlar da hem nicelik, hem de nitelik bakımından ağırlık taşımazlar. Açık, çeviriyle kapatılmaya çalışılır. 1960 sonrasında Doğan Kardeş dergisi. Arkın Yayınevi gibi kuruluşlarca açılan yarışmalar bu alanda bir kıpırdanma sağlarsa da sonuç pek parlak değildir. Orada kalır. Çocuk kitaplarında asıl patlama 70’li yıllardadır.

Kanımca niteliksel değil, niceliksel bir patlamadır bu da.

Yayınevleri salt çocuklara yönelik diziler oluştururlar. Çeviri, yerini yerli ürünlere bırakır. Şairler, öykücüler, romancılar çocuk kitabına sıvanırlar. Yayınevleri açısından iyi bir pazar söz konusudur. Yazar açısından da. Analar, babalar da memnundur. Beğendikleri yazarlar çocukları için de yazmaktadır artık. Çocuklarsa açtır zaten. Bu alışverişte gürültüye giden nitelik olur.

Nitelik olur, çünkü yeni, üstelik kârlı bir pazar bulan yayınevleri, ince eleyip sık dokumadan, plansız programsız, önaraştırmasız, yazarları çocuk kitabına özendirirler. Yazarlarımız da iyi bir öykücü, iyi bir romancı olarak pazardaki talebi karşılarlar. Yetişkinlerin okuduğu bunca iyi öykü, bunca iyi roman (!) yazmışken, çocuklar için niye yazamasınlar? Oysa iyi bir yazar olmak, çocukların okuyacağı bir öykü, bir roman yazabilmek için yeterli değildir. Tıpkı çocuk sahibi olmanın, çocuğu yetiştirebilmek için yeterli olamayışı gibi. Üstelik çocuklar için yazmak sanıldığı kadar kolay da değildir.

Diyelim, öykücü ya da romancısınız. Yapıtınızı yazarken okuru düşünmek zorunda değilsinizdir. Daha doğrusu, okur için, okura göre yazmak diye bir kaygınız yoktur. Ama çocuğu amaçlıyorsanız çocuk için yazıyorsunuzdur. İşin başında konulmuştur bu kural. Buysa önce çocuğu tanımanızı gerektirir. Hangi yaş grubuna, hangi oluşum basamağındaki çocuğa sesleneceksiniz? Seçtiğiniz yaş grubundaki çocuğun ilgileri nelerdir? Nelerden hoşlanır? Sözcük dağarcığının sınırları nedir? Bu sınırları ne ölçüde zorlayabilirsiniz? Dikkati nereye kadardır? Dikkatini çekmek, ilgisinin dağılmasını önlemek için ne yapmalısınız? Daha böyle çok sayıda soru sıralanabilir. Yazmaya başlamadan yanıtlanması gereken sorulardır bunlar. Yazılacak yapıtın içeriğini ve biçimini bu soruların yanıtları belirleyecektir çünkü. Bu yapılmamışsa yayımlanan yapıtların çocuğa görelik açısından nitelikli olduğunu söylemek güçtür. Son yıllarda yayımlanmış yüzlerce çocuk kitabı bu gözle incelendiğinde varılacak sonuç, acıdır, ama budur. (Gösteri, s. 13, Aralık 1981)

Atilla Özkırımlı

Başa dön tuşu