KÖŞE YAZILARIUlaş Karakaya

Dominik Raci (Avare Hoon) – Ulaş Karakaya yazdı…

Yorgun ihtiyar, eski bir kayığın üzerinde elinde cigarası ve hiç ayrılamadığı şişesi ile yakamozları izlemekte.Kirli sakallarını kimse sevmedi ondan başka…

Az ileride genç adam kedilerin olduğu yere döküyor tavadan arta kalanları. Karanlığın içine doğru, kediler üşüşmekte ve gözleri geceleri bir başka keskindir her birinin…

O da gözlerini kısmakta daha iyi görebilmek için…

”Ah kediler ah ! Kimse onları Arnik kadar sevemedi be oğlum.
Sen bilmezsin Raci bir Arnik vardı bir zamanlar bu şehirde.
Ne güzel yürekli kadındı.Kıt kanaat geçinirdi ama sokakta aç bir kedi görse hiç çekinmeden evine alır bölerdi ekmeğini, öyle seveceksin hayvanları,insanları, ekmeğini bölerek, öyle aşık olacaksın işte, paylaşarak sevmeli insan…”

Sonra duraksadı eski bir hikayeyi anımsayacak gibi oldu.
”Senin adını kim koymuş Raci?”
Raci:
”Dayım koymuş amca eskiden bir futbolcu varmış Giresunspor’da…”

İşte isyan noktasıydı. Gelir ya, olanca gücünle bağırmak istersin, gırtlağını yırtmak istersin. Haykırmak istersin olabildiğince. İşte öyle bir an geldi çattı. O ise sadece yutkunabildi.

Kayıktan yavaşça ama kendinden beklenilmeyecek çeviklikle aşağıya indi. Biraz sekerek ilerledi. Elini bir dost sıcaklığı ile Raci’nin omzuna koydu.

”Şu denizi görüyor musun işte bu asi yenilmez denizin gördüğü en büyük futbolcuydu o !”
Elindeki şişeye ilk kez bir yabancı gibi baktı…
”Ama şu meret var ya işte onun yüzünden…”

Şişeyi tüm gücüyle yakamozların üzerine doğru fırlattı.

Yıllar yıllar önce…

Şişeyi yerden alıp kafasına dikleyen şapkalı adam ise ileride dillere pelesenk olacak Hintçe bir şarkıyı söylüyordu. Şarkının adı ”Awaara Hoon” bizde bilinen ismiyle Avare‘ydi.

Film yapımcısı Toros Şenel Hindistan’a Türk filmi satmaya gitmişti. Hintlilerin Türk filmi almaya niyeti yoktu. Sinema makaralarının kader çarkları bu kez yalnız o film için dönecekti.

Toros Şenel o filmi Türkiye’ye getirmeden bir kaç ay önce…

Karadeniz’in şirin bir kasabasında dönen makaranın başındaki isim ise Elektrikçi Hasan‘dan başkası değildi. Sinema salonu tıklım tıklım doluydu. İzleyiciler beyaz perdedeki filme o kadar kendilerini kaptırmışlardı ki adeta filmde yaşanan savaş sahnesini birebir yaşıyorlardı. Filmdeki ana karakterin adı Dominik‘di. Dominik sırayla savaş toplarını ateşliyordu. Düşman mevzilerini yerle bir ediyordu. Ama o da ne !
Dominik dondu kaldı ve bir karaltı. Sinemadakiler hep bir ağızdan sorunun giderilmesi için Makinist Hasan’a tezahürata başlayıp şöyle tempo tuttular:

”Dominik Ateşle.”

Hasan’a bu keyifli film gösteriminden geriye yadigar olarak ”Dominik” lakapı kalacaktı.

Ve işte o film beyaz perdede. Toros Şenel Hindistan’dan dönmüş olmalı.
Film bobinleri Dominik Hasan’ın sıcak avuçları arasında.
Ve işte sessizlik, çünkü film başladı. Sinema salonundan çıkanlar adeta büyülenmiş gibi…

”Ne film ama. O şarkısı neydi öyle. Yine gelelim mi ?”

Defalarca ve defalarca gidildi. Kapalı gişe oynadı. Kaç hafta vizyonda kaldığını kimse bilmiyor. Çünkü sayılamadı.

Dominik Hasan o filmi defalarca ve aynı heyacan ile izledi; izlettirdi. Şarkısını ezbere biliyordu. Hintçeyi sökmüştü sankim…

Arzu Filmin efsane olduğu zamanlar. Emel Sayın afişlere doğru bakmış ve şöyle sormuştu.
”Bu afişler ne ?”

Münir Özkul yani Baba Yaşar eliyle o film afişinin kalbine dokunup:

”Ey gözünü sevdiğimin Avaresi … Seyretmiş miydin ?”

Emel olumsuz yanıt verdi. Baba Yaşar’ın gözlerinin içi gülüyordu.

”Ne filmdi be tam 14 hafta oynadı. Oğlumu bu filmden kazandığım parayla büyüttüm…”

”Sinemacı mısınız ?”

Kemal Sunal‘ın ıslık çalamayıp geçmişe doğru ıslık diye bağırdığı bir an…

Giresun’un ara sokaklarında gece yarısı ıslık ile o şarkının melodisi duyuldu. O şarkıyı ıslık ile çalan ve yerdeki kutuya büyük bir mutluluk içinde aynı Raj Kapoor gibi tekme atan isim Dominik Hasan’dan başkası değildi. Bir oğlu olmuştu.

İsmini ne koyalım diye sorduklarında ağzından tereddütsüz tek bir isim çıkacaktı.

”Raci”

Çünkü Raj Kapoor‘un Avare filminin Türkçe gösterimlerinde ismi Raci’ydi…

Yani bu uçsuz bucaksız sokakların ve hikayesi henüz yazılmamış yeşil sahaların fısıldadığı ismiyle…
”Dominik Raci.”

Her iki ismini de beyaz perdenin yıldızlarından almıştı. Babasının o büyük sinema tutkusu onun sanki kaderi olacaktı.

Yeşilçam’da bir dönem figüranlık yapan babası Hasan dört katlı evlerini satıp tüm parasını açık hava sinemasına yatıracaktı. Sinema salonunun adı sanki gelecekte Raci’ye ithafen seçilmiş gibiydi. Millet bahçesinde ki bu açık hava sinemasının adı ”Yıldız”dı.

Ancak Yıldız Sinemasının filmleri diğer güçlü sinema salonlarının filmleri ile mücadele etmeye yetmeyecekti. İleride oğlu doktor Hakan’ı karlı dağların kalbine bırakacak Sinemacı Muzaffer ile baş etmek Samsun’dan getirilen filmler ile çok zordu. Sinemacı Muzaffer’in filmleri İstanbul’dan geliyordu daha yeni ve iyiydi. Hasan ile Muzaffer’in ileride yolu yine bir sinema salonunda kesişecekti.

Tüm gözler Cumhuriyet İlkokulunun bahçesindeki küçük çocuğa yönelmişti. Yaşından büyük haraketler yapan ve kendini hayranlıkla izlettiren bu çocuk kimdi?
Attığı her şık golden sonra alkış sesleri artarak yükseliyordu.

Diğerine çok şey bilen adamlar gibi söylendi.
”Makinist Hasan’ın oğlu bu Raci.”
Siyah fötr şapkalı ve bastonlu adam tahminleri hep tutan kocakarılar gibi konuştu…
”Gör bak bu çok büyük futbolcu olacak.”
Fötr şapkalı ve bastonlu adam haklıydı…

Aynı fikirde olmayan tek kişi annesiydi.
”Sırtına sepet verelim sepetçilik yapsın.” diye söyleniyordu arkasından…

1900’lerin başında Taksim stadyumunu ilk kez gören İngiliz şöyle sormuştu.
”Hani çimen yok mu ?”
Aldığı yanıt şuydu.
”Maç yapmaya mı geldin otlamaya mı?”

Yarı çimen, yarı toprak, biraz çamur, biraz batak ve bembeyaz karlı sahalar, Cumhuriyet İlkokulunun bahçesindeki haşarı çocukla tanıştığında tüm stadyumlar onun için dolmaya başlayacaktı. Yıldız sineması sahibinin oğlu bir yıldız gibi bataklığın içinden doğuyordu ve sadece futbol oynamak istiyordu.

Dominik bu kez topları ateşlemiyor filelere gönderiyordu.
Tribünler hep bir ağızda bağırıyordu

”Dominik ateşle.”

Raci yalnız onları mutlu etmek için oynuyordu.

Avare salonlardan çekileli yıllar oluyordu ama hikayesi Karadeniz’in şirin bir kasabasında yeniden başlamıştı. Sokak aralarından gelen bir çocuk ağları sarstıkça tribündeki yoksulların yağları eriyordu. İşte onlara benzeyen, onlar gibi bir adam vardı…
Sadece onu izlemek için maça gelenlerin sayısı günden güne artıyordu. Top onun ayağına geldiğinde tribünde artçı sarsıntılar başlıyor; o gol attığında ise büyük bir deprem oluyordu…

Yıl 1977, aylardan Şubat. Yer Giresun Atatürk Stadyumu. Fenerbahçe daha maçın henüz başında 10. dakikada Nevruz Şerif ile golü bulur. 14 bin biletli seyirciden çıt çıkmamaktadır.
Kale arkasındaki küçük Cevdet ise başını iki elini arasına alır ve üzülür. Ağlayacak gibi olur. Gözyaşları tam akacakken; arkadan tanımadığı bir amca omzuna dokunup aynen şunları söyler:

”Merak etme iki dakika sonra Raci atacak.”

 

Kimdir necidir;müneccim midir o gün bugündür bilmez.14 bin biletli seyirci yavaş yavaş ayağa doğrulmaya başlar. Küçük Cevdet de kitlesel reflekse eşlik edip tüm tribünle beraber ayağa kalkar. Kaleci Yavuz ile bir an için göz göze gelen isim Raci’den başkası değildir.

Sadece gözler konuşmaz.Kafalar da konuşacaktır. İkisi için zaman durmuştur ve Raci kafayı meşin yuvarlağa vurduğunda küçük Cevdet’in göz yaşlarının rengi bir anda değişmiş mutluluk gözyaşlarına dönmüştür.
Dakikalar 12’yi göstermektedir…Cevdet geri döner, fötr şapkalı ve bastonlu adamın gözlerinin içine bakıp teşekkür mahiyetinde gülümser…

Dominik Raci efsanesi büyümektedir. Sezonun şampiyon takımı Trabzonspor’un hocası  sezon içerisinde en beğendiği futbolcular sorulduğunda  ilk onun adını söyler.
Ümit milli takıma da çağrılan genç Raci’ye, geleceğin en büyük yıldız adayı olarak bakılmaktadır.

Giresunsporlu Raci, Vefaspor ile anlaşıp Serçe taksinin bagajına paraları sığdıramadığında,yeni bir başlangıcın arefesindedir. Oysa yakın zamanda anlayacaktır bu sonun başlangıcıdır.
Vefanın sadece bir semt adı olduğunu bir kaç sene içinde yaşadıkları ile tecrübe edip öğrenecektir.

 

Futbol topuyla arasında ki aşka benzer bir aşkı içki şişeleri ile yaşayamaya başladığında ise her şey tersine akmaya başlayacaktır.

Dedik ya Vefa bir semt adıdır…

Filmi koparmadan tek parça sunan makinist ehliyetli makinist diye bilinmektedir. “Elektrikçi Hasan” işte o ehliyetli makinistlerden biridir.

O dönemler Sinemacı Aziz ise filmin kopan kısımlarını ağzı ile nakletmektedir.

”Kötü adam, adamlarından kel kafalı olana telefon açtı. Ondan sonra kapı açıldı içeriye Charles Bronson girdi. Adama iki el ateş etti. Adam kafasını masaya vurup yere düştü.”

Sonra film kopan yerinden devam eder.

Raci’nin ise filmi tamamıyla kopmuştur. Çok hızla yükseldiği zirveden aynı hızla düşmektedir. Adeta intihar eden bir yıldız gibidir…

Son yaşayan avare Raci, gökyüzüne çıkmış ama oradan hızla denize doğru düşmektedir. Cumhuriyet okulunun ıhlamur kokan ağaçları ve sokakbaşının anason kokuları ciğerlerine işlemiştir. Bir kez alındı mı o koku, yıldızken, yıldızların en büyüğü olacakken çeker adamı bir girdap gibi içine…

Bu anafordan kurtulamayacaktır. Ama gittiği tüm takımlarda kayan her yıldız gibi derin izler bırakacaktır.

Babasını akciğer kanserinden kaybettiğinde ondan miras olarak geriye kalan sadece ismi ve hüzünlü ıslığıdır.

Dominik Raci’nin yalnız gecelerinde çaldığı ıslık bir Anadolu türküsüdür.
”Baba ben dervişmiyem hırkamı giymiş miyem
Ben sevdim eller aldı baba ben ölmüş müyem.”

Yeşil sahaların Racisi, sokakbaşının Dominik Racici babası gibi akciğer kanserine yakalandığında 47 yaşındadır.Futbol sahalarında yaptığı eşsiz çapraz koşular bu kez ölüme doğrudur. Ölüme doğru koşmaktadır ve bunu henüz bilmemektedir.

Arkadaşları ile içtiği bir akşam, arkadaşların ağzından kaçan anason kokulu, zehirli sözcükler ciğerine bir ok gibi saplanır.İnanmak istemez. Kendine konduramaz belki de.

Eve geldiğinde, annesine seslenip çaresizlik ve bedbahtlık içinde şöyle söyler…

”Kocakarı ben kansermişim.”

Annesinin tüm yalanlama çabaları boşunadır. Raci camı açar ve hayatının kısa bir özeti olan ve o şarkıyı mırıldanır.

”Ben ne biçim serseriyim
Bir düzene giremedim
Gece sarhoş gündüz sarhoş
İçmesini bilemedim.”

Sonra eski albümlere bakar. Beşiktaşlılığı gelir aklına. Keşke der bir kez Beşiktaş da oynayabilseydim sadece bir kez…

Raj Kapoor’un Avaresi yani Racisi adeta onunla özdeşleşmiştir. ”İsmin ile yaşa” dileği sanki kabul olmuştur. O da ismine ve lakabına uygun olarak yaşamış; kah topları filelere göndermiş kah Awara Hoon’da ki Raci gibi vurdumduymaz olmuş gündelik yaşamıştır. Belkide onu insanların gözünde özel kılan sır çıktığı sokağa sırtını dönmeyişinde, yabancılaşmayışında gizlidir.

Ölmeden bir kaç gün önce son kez kadehlere sığınır ve intihardır artık bu ! Yoğun bakıma alınır. Onunla yoğun bakım odasını paylaşan 90 yaşında bir ihtiyarın yaşama direncine şahit olur. Ve şu unutulmaz kelimeler dökülür kurumuş dudaklarından…

”Şu ihtiyara bak 90 yaşında uzatmaları oynuyor ben 47 yaşında filelere takıldım.”

Raj Kapoor astım hastalığından ölmüştü. Raci de ciğerlerinden muzdaripti.
Kaderlerin kesişmesi böyle bir şey belki de….
Şehir merkezinde bulunan kulüp binasının önüne doğru bir cenaze arabası yanaştı. Cenaze arabasını gören esnaflar teker teker kepenklerini kapadı ve şapkalarını göğüslerine koyup cenaze önünde saygı duruşuna geçtiler.

Bir yıldızın son vedasıydı.Giresun sokaklarında başlayan gerçek Avare filmi sonsuza dek bitmişti. Son Raci gitmişti…

Cenazesi ıhlamur kokularının dibinden,Giresun Çınarlar Cami’nden kalktı.

Bu hikaye, Giresun Atatürk Stadyumunun kapalı gişe oynadığı bir dönemin ve Karadeniz üzerinde bir dönem parlamış kayıp bir yıldızın hikayesidir. Ne zaman bir ıslık duyulsa ne zaman gol diye beklenilecek olsa o hatırlanır…

Çok kanallı zamanların spor programlarında anımsandı. Erman Toroğlu şöyle söyledi. ” Bir Raci Vardı.” Evet bir zamanlar…
Ogün Altıparmak maziyi dalıp ve derin bir iç çekerek şunları söyledi.

”Büyük yetenekti. Bugün topçu olsaydı dünya çapında efsane olurdu.”

Yıllar sonra Bir Trabzonspor maçında bordo mavili tribünlerde konuşulanları duyan genç Ömer şaşkınlığını gizleyemiyordu. Kaçan bir pozisyondan sonra taraftarlar arasında şöyle bir konuşma geçmişti. O sözler hikayenin özetiydi…

”Giresunspor da bir Raci vardı bilir misin onun gibisini bu sahalar görmedi.”

Avare şarkısının Türkçe sözleri şöyleydi

‘Avereyim
Veya şansım döndü de gökyüzünde bir yıldız mıyım ? ”

İhtiyar gözleri nemli bir şekilde gökyüzüne doğru baktı; dolunayı futbol topuna benzetti.

”İşte böyle isim babanın hikayesi. Geç oldu sayılır gidelim Raci bu hikaye burada bitmez.” dedi.

Şapkalı ve bastonlu ihtiyar adam ile genç Raci gecenin karanlığını bölen yıldızlar altında gün doğumuna doğru yürüdüler…

Duraksadı.Eli cebine gitti; sigarasını yakmak için çakmağını aradı; bulamadı.Genç Raci çakmağını çıkardı ve yavaşca ihtiyara doğru uzandı, ihtiyar gülümseyerek baktı genç Raci’nin gözlerine,eski bir dosta hasretle, eski bir dosta özlemle bakar gibi seslendi…

“Dominik Ateşle.”

Ulaş Karakaya

Not: Anlatıma katkılarından ötürü Sayın Ayla Gedik Kınalı ve Murat Kınalı’ya yürek dolusu teşekkürler.

Başa dön tuşu