Edebiyatımızdaki Muzafferler – A. Didem Uslu yazdı…
'Muzaffer İzgü ve Muzaffer Buyrukçu'
Muzaffer İzgü ve Zıkkımın Kökü romanında mutlu yoksulluk
Sevgili dostum ve yakın arkadaşım Muzaffer İzgü (1933-2017) rahmetli çok değerli bir yazardı. Kalbi tertemiz, iyi ahlaklı, olumlu ve içten bir insandı. Hep güler yüzlüydü ve insana mutlulukla huzur yansıtan bir yüzü ve tavrı vardı. Onu en son 2016’daki İstanbul Belediyesinin Haydarpaşa Kitap fuarında trenlerin arasında görmüştüm. İndiği trenden tesadüfen önüme çıkınca, iki elini gökyüzüne açıp eski bir dostu görmenin mutluluğu ve sevgi paylaşma heyecanıyla büyük bir üzüntü içinde, “Didem Hocam, eşim öldü. Benim bu dünyada ne işim var?” diye yakınmıştı. O an içim cız etmiş ama büyük insanı teselli etmek için onunkiler gibi güzel sözlerle onu kucaklamıştım.
Muzaffer İzgü’yü Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesinde görev yaptığım yıllarda çeşitli toplantılarda ağırlamış, onu öğrencilerin tanımasını istemiştim. Muzaffer beyi İzmir Kahramanlar’daki fakültemize ne zaman davet etsem, hiç reddetmez, kimi ünlüler gibi şımarıklık yapıp büyüklük kompleksleri içine girmezdi. Hemen gelirdi. En çok gönül koyduğu nokta ise yurtdışında yeteri kadar önemsenmemiş olmasıydı galiba. “Hocam, Günter Grass üç kitapla Nobel Edebiyat ödülü alıyor. Ben ise 100 kitapla bunu yapamıyorum” diyordu.
1990’lı yıllarda öğrencilere düzenlediğimiz kültür toplantılarımızda, o ufacık haliyle sanki çok yermiş gibi, öğrencilerimiz onu pişirdikleri kek, börek çöreklere boğarlardı. Mutluluk içinde konuşmalar yapar, öğrencilerle sohbet ederdi. O yüzden biz de onu evinden resmi plakalı dekanlık arabasıyla aldırır, tekrar evine kocaman bir buketle yolculardık. O da hissederdim, bu sevgi ve saygıdan çok memnun olurdu. Güzel ve unutulmaz anılardı bizim ve öğrencilerimiz için bunlar.
Muzaffer İzgü’nün sevilen bir romanını Okuma Atölyemde okutmak benim için büyük gurur kaynağı oldu. Zıkkımın Kökü romanı 1940 ve 1950’lerin insana değer veren ve insan seven mahalle kültürünü anlatan otobiyografik bir anlatımdır. Romandaki anneyle baba, İzgü’nün annesiyle babası gibi Ahmet ve Hava isimlidir. Aynen yazarın hayatındaki gibi Adana’da yoksulluk çekerler.
Romanın en büyük özelliği dibe vurmuş bir yoksullukla mizahı çok mutlu ve olumlu şekilde anlatmasıdır. İyimserlik dolu bir gülmece, yoksulluğun acısını azaltır ve dayanılası yapar. Romanda acı fakirlik veya karşılaşılan ağır sorunlarda hiç isyan yoktur. Tevekkül ve umut dolu insanların dünyasıdır Adana’nın gecekonduları. Tamamen yansız ve sevecen bir gözlem, yaşamı çaresizlikten kurtarır. Romanda anlatılan iki erkek çocuklu aile teneke tavanlı bir gecekonduda yaşamaktadır. Tepeden yağmur suları damlar ama yaşam her şeye rağmen güzeldir. Hatta tavana sıkıştırılmış bir Tarzan filmi afişini gece yatağa yattıklarında hayallerle izlemektedirler. Evleri çöker ama gece ailecek birlikte yatmanın mutluluğu bir başkadır. Komşular hep yemek yollarlar. İyi ve sevilesi insanlar çoktur.
Sık sık işlerden atılan baba kendine eziyet eden şefi sonunda döver ama yeni vestiyer işinden memnundur, hatta vestiyerciliğin felsefesini yapar (s. 94). Ailesine ev inşa ederken ise çok mutludur (129). Ekmeğini taştan çıkaran Muzo ise gezgin sinemacılık bile yapar ama başı derde girdiğinde ona komiser yardımcı olur. Yaşamda hep iyi insanlar da, tükenmeyecek çareler de vardır.
Edebiyat anlatımlarındaki olumlu veya olumsuz yaklaşım ve bakış açısı, tabii ki yazarların karakter yapısından kaynaklanır. Hayata iyimser bakan yazarla kötümser bakan yazar arasında yazım farkı olacaktır. Mesela Zıkkımın Kökü romanının sonu üç şekilde bitebilirdi:
1) Trajik 2) trajikomik 3) mutlu son.
Mutlu bir son, gerçekçi hayata uygun olmayacak kadar aşırı iyimser bir bitiştir. İnsanların birden zenginleştikleri Türkiye’de öylesi de var ama aniden zenginleşen yoksullarla birbirine kavuşan sevgililer aşırı kolaycı bir son olacaktır. O yüzden Muzaffer İzgü böyle bir sonu tercih etmez. Öte yandan roman ölüm veya acıklı bir sonla bitebilirdi. Ancak İzgü buna da izin vermez. Onun trajikomik anlatısı her şeye rağmen çare üreten, ümit dolu ve vazgeçmeyen insanların yaşadığı bir sonda neticelenmiştir.
Rahmetli Muzaffer İzgü son derece sevinçli, mutlu ve yapıcı karakterli bir insandı. Hiçbir şeyi kötü görmez, hatta her şerde bir hayır arardı. Öte yandan hayatın sorunlarını ıstırap ve gözyaşları içinde anlatan yazarlarımız da vardır. Mesela Mahmut Makal’ın Bizim Köy romanı yaşamdaki yoksulluğu ve yoksunluğu acılarla dolu üzücü şekilde anlatır. Oysa Muzaffer İzgü’nün mizahi olayları iç ısıtır. Kötü insan veya karmaşık olaylara karşı anlayışlı ve komiktir. Romandaki asal karakter olan Muzo ve ağabeyi, babalarının zorla geçindirdiği aile içinde mutlu ve koruma altındadırlar. Korunma, karın doyurma ve barınma, insan için gerekli yegane ihtiyaçlardır. Sevgi dolu anneyle baba yaşam çabası içindeyken, Muzo da küçük yaşlarından itibaren çeşitli işlerde çalışarak ailesine yardım eder. Bundan hiç yüksünmez. İki kardeş iyi geçinirler. Ağabey terzilik işinde çalışırken Muzo’nun yapmadığı iş kalmaz. Muzo ve ailesindeki en büyük yaşam gücü ve dayanakları, adalet ve haksızlıklara karşı savaşmaktır. Hele Muzo çok akıllı, inatçı ve cesur bir çocuktur. Her soruna bir çare bulur. Annesinin hastaneye yattığı sürede onu ziyaret etmek için çeşitli komik yollara başvurur (58-64), sonunda da istediğini elde eder.
Muzo’nun annesi aslında ailenin direği gibidir. Anne çok kıymetlidir. Zaten onun yokluğunda ailenin dengesi bozulur. Romanda tanıtılan kadın karakterler ne istediğini bilen ve planlarını uygulayan güçlü kadınlardır. Anlatıda ezilen kadının olmaması feminist eleştiri kuramlarının isteklerine uygun düşmüştür çünkü feminist eleştiri haklı olarak başarılı ve mücadeleci kadın görmek ister. Kadın hakkını savunanlara göre, ataerkil edebiyatta kadınlar zaten yüzyıllardır dışlanmış ve ezilmiş gösterilirken, bu şablonu tekrarlamanın bir manası yoktur. Öte yandan kötü olan, tekrarlandıkça kanıksanır; üstelik durumlar düzelmez, bir türlü iyileşme olmaz.
Romandaki yemek kültürü ve yemek zevki, Muzo karakteri vasıtasıyla çok canlı anlatılmıştır. Ayakkabısı babasının yaptığı nalın olan küçük çocuk ikram edilen kaliteli ve pahalı yemeği yerken, karpuzu da aynı keyif ve lezzetle yer. Muzaffer İzgü her zaman alçakgönüllü ve sevecen olmuştur.
Romanda saf ve temiz yürekli Anadolu insanı gösterildiği gibi, arada sırada Muzo’yu aldatan baloncu (s. 37) gibi çarıklı köy kurnazları da ortaya çıkmaktadır. Öte yandan bir öğretmen, öğrencilerin hırsızlıkla suçladığı öğrencisine arka çıkar (s. 50-51). Muzo da çeşitli insanlara ve büyüklere elinden geldiği kadar yardım eder. Mesela kocasıyla mutlu olamayan yeni gelinle arkadaşlık yapıp onu teselli eder. Sonunda gelin kaçar; sert ve kıymet bilmeyen kocası da taşınır (81-94).
Muzaffer İzgü’nün dili çok seçkindir. Akıcı bir dille anlatılan olay ve karakter izlenimleri Türkçe’nin düzgün grameri ve çeşitli kelimeleriyle dile getirilmiştir. Roman büyük oranda eylemi öteye götüren açık ve net diyaloglarla gelişir. Öte yandan okuyucunun pek bilemeyeceği mamuk, çömce (sulu bulgur), küncülü akıt (susamlı şeker), köktirmek (ittirmek), helke (bakır kova), hayma (bir tür çadır), çitme (kabak kalyesi), dümbük, bundan kelli, baboş (tava), gebeş (tencere), bibi (nine) gibi yerel sözcükleri kullanması da İzgü’nün Türkçe’nin kelime hazinesini genişletmesi açısından önemlidir.
Romanın ortalarına doğru (s. 148) artık büyüyüp delikanlı olan Muzo, Raziye ile tanışıp ona aşık olur. Gençler tutkulu bir aşk yaşarlar. Ancak Raziye çok güvendiği Muzo ile evlenip babasıyla yaşadığı hayattan kurtulmak istemektedir. Bu arada köylerdeki ve kentlerin yoksul kesimindeki kadın/erkek ilişkilerinin ne kadar serbest ve özgür olduğu görülür. Raziye Muzo’nun üzerine çok düşer ama Muzo’nun gelecek düşleri farklıdır. Ne var ki onun da Raziye için yapmayacağı şey yoktur. Genç kız için pamuk tarlalarına gider, ona hediyeler alır ama Raziye ille de evlenmek isterken Muzo tahsili uğrunda onunla evlenemez. Ancak romanını sonuna kadar Raziye’den vazgeçemez. İki genç öpüşüp aynı yatakta yatarak sevgilerini öteye götürürler ama anlatıda cinsellik anlatılmaz veya gösterilmez. Bu nokta okuyucunun hayal dünyasına bırakılmıştır. Bu konu bana son zamanlardaki Türk dizilerini seven yabancıların, bu filmlerde günümüzün modası olan aşırı şiddet ve apaçık cinsellik yok diyerek Türk dizi tiryakisi olmalarını hatırlattı. Bir yazarın kimi konuları okuyucusunun hayal dünyasına ve anlayışına bırakması da yerinde bir karardır.
Romanın mekanı Adana’dır. Adana güneydoğu bölgemizdeki çok özel bir kenttir. Romanda, çok sıcak yaz günleri ile bol yağışlı kış günleri anlatılır. Sebze ve meyveler türleri değişirken, Muzo’nun bulduğu işler de başkalaşır. Öte yandan mevsimler gelip geçerken küçük Muzo çocukluktan delikanlılığa geçer. Çocukluktan ergenliğe geçiş aşamasıyla Zıkkımın Kökü, bir otobiyografik roman olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir gelişim romanı, yani Bildungsroman’a evrilir. 01 araba plakalı Adana’nın, ülkeye ve yurt kalkınmasına katkıları inanılmazdır. Romanda görüldüğü gibi öncelikle pamuğu, arkasından karpuzu ve önemli gelir kaynakları ülkeyi yükseltir. Öte yandan Adana, yazarlar diyarıdır. Adanalı veya Adana doğumlu veya Adana’da yaşamış yazarlar internette şöyle yazılmıştır: Başta Yaşar Kemal ve Orhan Kemal olmak üzere, Salih Bolat, Neslihan Cangöz, Nebahat Akverdi, Suavi Aydın, Simten Coşar, Behçet Çelik, Musa Dağdeviren, Feridun Düzağaç, Kudret Emiroğlu, Adnan Gümüş, İnan Keser ve daha niceleri.
Türk edebiyatının önemli gülmece roman ve çocuk romanı yazarlarından Muzaffer İzgü 1930’lu yılların yazarlarından birisi olarak yurt dışında da çevrilmiştir ve huzur veren akıcı eserleriyle yaşamaktadır.
Muzaffer Buyrukçu ve Gürültülü Birkaç Saat romanında sigara, rakı, kavga ve mezeli sarhoş erkek sohbeti
Muzaffer Buyrukçu’nun (1928-2006) Gürültülü Birkaç Saat romanı Muzaffer İzgü’nün romanının aksine, tamamen erkek egemen bir kurgu gibidir. Hatta romandaki erkeklerin kadınlar hakkında fena halde olumsuz düşünceleri vardır. Sekiz tane erkek karakterden sadece ikisi bekardır ama durmadan kadınları yakalayıp yatağa atmaktan söz ederler. Ne var ki, romanda bir Dr. Nermin karakteri vardır ki, bütün erkekleri hizaya sokan dehşet bir kadın karakterdir. Romanın sonuna doğru Zeki’yle konuşurken kendinden iyice emin bir tavırla, “kaderi değiştireceğiz” der. (333).
Bir gece, meyhanedeki içki sofrasında geçen roman yazar Bukowski’yi çağrıştırır. Erkek dünyasına giren Dr. Nermin’le erkeklerin zihinleri değişir; kafa sesleri başkalaşır. Zihinlerdeki geri dönüşlerle de okuyucu erkekleri tanır. Romandaki yatay bilinçakışı tekniği ilginçtir. Karakterler serim bölümünde sunulmaz ama roman boyunca bilinçakışlarıyla tanıtılır. O yüzden kurgu sanki atlaya zıplaya açılmakta ve genişlemektedir. Modernist sayılabilecek romanın postmodernliğe doğru bir gelişimi de söz konusudur.
1968 yılında Türkiye’deki sol hareketin başladığı zamanlarda yaşları 25-42 arasında değişen erkek arkadaşlar, Türkiye’nin sendikalar ve sivil polislerle karışmış toplumsal olaylarını da konuşurlar. O yıllarda şaha kalkan Türkiye İşçi Partisi hakkında da konuşulur. Hatta 27 Mayıs 1960 devriminin bile tartışması yapılır. 27 Mayıs ihtilalinin olması gerektiğini savunlar çoktur. Köyden kente gelmiş erkekler kendi aralarında rakı sofrası muhabbeti sırasında her şeyi ortaya dökerler. Romanda Muzaffer İzgü’nünki gibi diyaloglar ağırlıklı olduğu için akıcı kurgu rahatlıkla okunur.
İçki masasında geçen gürültülü birkaç saatte mekan tek, zamansa iyice kısadır. Roman karakterlerinin şimdiki zamanı ve geçmişleri ayrı ayrı anlatılır. Zamanın geçmesi ve kısalığı yan masadaki Alman kızı hikayesiyle pekiştirilir. Romanın ortasından sonraki Ayhan’ın şarkıları ve reklamlar aslında belli bir kuşak için nostaljik ve geçmiş anıdır.
Roman mekan olarak İstanbul’da geçer, hatta karlı İstanbul çok güzeldir. Romana İstanbul romanı diyemeyiz çünkü Dr. Nermin vasıtasıyla Ankara ve semtleri de çok anılır. Karakterlerden Rıza ilginçtir çünkü Ankara’da öylesine çok kadınla ilişki kurmuştur ki, insanın yahu Ankara’da da kocasına ihanet eden amma da çok özgür evli kadın varmış diyesi gelir. Oysa göz ve böbrek ameliyatları ve özürleri yüzünden Rıza romanın grotesk karakteridir. (s. 222-234). Ayhan bu erkeklerle birlikte içki sofrasında saatler geçirir ama aslında onlardan pek hoşlanmamaktadır. Ayhan karakteri romanın sonuna doğru güçlü bir değişim/dönüşüm yaşar (341-42). Yazar ve entelektüel Ayhan diğer erkeklerden farklıdır. O, kendine denk bir insanla birlikte olmalıdır. Bu kişi de belki Nermin olacaktır.
Muzaffer Buyrukçu, Dr. Nermin’i erkeklerden aşağı kalmayan güçlü ve meslek sahibi bir Cumhuriyet kadını olarak gösterir. Nermin ekonomik özgürlüğü olan erkek gibi bir kadındır. Erkekler gibi içki içer, sarhoş olur ama erkekleri de idare eder. Erkekler Nermin’i tongaya bastırmak gibi saf isteklerle aralarında konuşurken Dr. Nermin ne istediğini bilmektedir. Arkadaşı Fatoş, yazar Ayhan’dan ayrılmıştır ama Nermin Ankara’dan onu görmeye, hatta elde etmeye gelir.
Romandaki ilginç bir nokta, 1968-9’da bile kimi insanların İstanbul’dan yakınmaları ve kaçmak istemeleridir (s. 64). Ankaralı Dr. Nermin’le Ayhan romanın 120. sayfasında, neredeyse romanın ilk üçte birinin sonunda buluşurlar.
Kadın karakteri çok güçlü olan romanda sarhoş muhabbeti, solcu söylemi ve tarihe geri bakış bilinçakışı tekniğiyle verilmiştir. Romanda İstanbul’un yeme ve içme kültürü de gösterilir. Balık bol ve ucuzdur. Erkek muhabbeti sırasında kavgalar olur, küsmeler, iğnelemeler yaşanır ama hepsi geçici ve unutulur cinstendir. Türklerin sigara ve içki ritüelleri canlı şekilde anlatılır. Konuşmalar içindeki konular da çeşitlidir: Hapishane, siyaset, Kürtlük ve sanat. 1960’ların kültürü günümüzden o kadar farklı kalmıştır ki… En basit örnekle, bu yıllar erkeklerin ütülü mendil kullandıkları ve dolmuşlarda plakların çalındığı yıllardır. Meyhane kültürü ve bohem hayat anlatımı renkli ve heyecanlıdır. Romanda bir de Sovyet/ABD zıtlığından ve anılarından söz edilir (269-272).
Muzaffer İzgü de, Muzaffer Buyrukçu da yoksul kesimlerden gelmiş sanatçılardır. Her ikisi de öğretimlerini yarıda bırakmak zorunda kalmışlardır çünkü ekonomik durumları buna yetmemiştir. Her iki yazar da çocukluklarında ve gençliklerinde akla hayale gelmeyen çok çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Okuyucular genellikle yanlış bir kanıyla Türkiye’de öğretimsiz insanların hiçbir gelişim gösteremeyeceklerine inanırlar ama tam tersi, bir yazarın her çeşit mekana girip çıkmışlığı onu hem tecrübeli ve güçlü yapar, hem de dünyayı tanımış bir yazar haline getirir. Tıpkı Ernest Heminway gibi maceradan maceraya koşmak yazarı yazar yapan en birinci özellik ve koşuldur. Maceralar içindeki durumlar, insan manzaraları ve karşılaşılan problemleri çözmek sanatsal alt yapıyı oluşturur. Hele çeşitli hallerdeki kendini görmek ve insanı gözlemlemek en büyük kazançtır. O yüzden insanlarla yakın ilişkisi olan gazeteciler, hukukçular, doktorlar ve öğretmenler arasından çok yazar çıkar.
Öte yandan dünyanın unutulmaz olan hemen hemen bütün resim, müzik, edebiyat sanatçıları yoksulluk içinde yetişmiş; her türlü koşula uyum sağlamış insanlardır. Sanatçılık aslında yoksulluk ve mücadeledir. Varlık ve lüks içinde patron bile olunamaz çünkü para ve maddiyat insanı yozlaşmaya götürecektir. Oysa boğazını doyurmak veya ailesini geçindirmek için yapılan iş veya sanat, her zaman taptaze ve özenle hatırlanacaktır.
Edebiyatımızda Muzafferler’in tarzı farklı da olsa, bu yazarlarımız, toplumumuzu derinden gözlemlemiş ve yazmış ustalardır. Bir başka nokta ise, Avrupa taklidi fikirler yüzünden aksi iddia edilse de, Türk toplumunun kadına verdiği önem anlatılarda çok açıktır. Romanlardan biri Adana’daki hayatı anlatmakta, ikincisi ise İstanbul’daki birkaç saatlik bir meyhane sofrasına göstermektedir. Her ikisinde de güçlü kadınlar kurguyu ileriye taşır. Türklerin Orta Asya’dan gelen konar göçer özellikleri, Türk halklarını kadınla erkeği mecburen eşit konumda tutması anlamına gelir. Kağan öldüğünde yerini ve kamusal varlığını her zaman karısı doldurmalıdır. O yüzden Türk örf ve adetleri genlere ve kana bu şekilde işlenmiştir. Ancak Türk toplumu batı ve doğusundaki toplumların etkisinde kaldığında başkalaşmakta ama genel özelliğini hiçbir zaman kaybetmemektedir.
Prof. Dr. A. Didem Uslu
Muzaffer İzgü, Zıkkımın Kökü, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 2019. (Metindeki sayfa alıntıları bu kopyadan yapılmıştır.)
Muzaffer Buyrukçu, Gürültülü Birkaç Saat, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015. (Metindeki sayfa alıntıları bu kopyadan yapılmıştır.)
Strese Karşı Sessizliğini Dinle Ve Ona Güven – Etingü Dönmez Durgun yazdı…