Korkut AkınKÖŞE YAZILARI

Mixer’de özgünbaskı resim sanatı – Korkut Akın yazdı…

Çok dallı, çok keyifli, çok anlamlı…

Koronavirüs salgını nedeniyle yaşamımız artık “yeni normal”e göre şekilleniyor. Sadece alışveriş ve ilişkiler değil, sanat da sanal olmaya başladı. “Gezen daha çok bilir” denirdi ya, artık “yeni normal”le birlikte sınırlar kalktı, pasaportsuz vizesiz her yere gidebiliyoruz, yani daha çok öğrendik, daha çok biliyoruz. Bütün önemli galeriler, müzeler kapılarını, sergilerini, hatta arşivlerini bizim için açtı. Giden, gezen, gezip de keyfini çıkaran kaç kişi, besbelli bir gün onlar da açıklanır.

Mixer’in her yıl yapageldiği “Printed”, pandemi etkisi ve kısıtı nedeniyle bu yıl Re-Visited adıyla dijital ortamda açıldı. Özgünbaskı resim seven ve bu tür yapıtları erişilebilirliği nedeniyle daha bir önemseyen biri olarak hemen gezdim. Sanal gezmek o sıcaklığı vermiyorsa da ekran üstündeki resmi büyütmek, detaylarını neredeyse piksel ölçeğinde izleyebilmek büyük bir olanak.

Balaban

Güzelliği kendinde…

Bu yılın bir özelliği de Abidin Dino, Arif Dino, Gülsün Karamustafa, Ömer Uluç gibi ustalarla birlikte çok genç (toplamda 38) sanatçıları bir araya getirmesi… Mixer’in geçen yıllardaki “Printed”lerinin de kataloglarını tek tek, sayfa sayfa, resim resim izledim.

Barışçıl ve demokratik

Sanat, yaşamın daha nitelikli, daha güçlü… aslına bakarsanız daha barışçıl ve demokratik olması için çeşitli alanlarda üretilir. Tabii ki, kültürle doğru orantılıdır, anlayışla birlikte gelişir. Küçüğü büyüğü olmaz, ama muhakkak ki eleştirilebilir.…ve yine muhakkak ki herkese kendince yeni düşler kurdurur.

Bu resim için de, tiyatro için de, dans, müzik, heykel hatta halı için de böyledir. Birileri onu “para” olarak görebilir, rant olarak edinmek isteyebilir, ama duygusal hazzının kazandırdığını kazandırmaz hiçbir zaman.

40 yıl olmuş bile…

12 Eylül sonrası, babam içeriden çıkınca (şanslı mıydım ne, ben daha erken çıkmıştım) İstanbul’a göçtük. Her gün başımın etini yiyordu; “Beni resim galerilerine götür”. “İyi de baba, iş peşindeyim… Adreslerini bulayım, sen git.” Nuh diyordu da peygamber demiyordu…

Gittiğimiz her galeride, her sergide hemen her tablonun/işin önünde dakikalarca konuşuyor, tartışıyorduk. Onun gördüğünü ben, benim gördüğümü o görmüyordu. Bir seferinde ikimizin de gördüğünü sanatçı bile ilk kez fark etmişti… Hep birlikte şaşırmıştık.

Babam, hoşuna giden her işin yanındaki etikete de dikkatle bakıyor ve edinip edinemeyeceğimizin hesabını yapıyordu kendince. Kuşkusuz geniş bir yelpazede idi etiketlerde yazan, ama hem bizim bütçemize uyan hem de beğenimizi kazananlar 2,500 – 3,500 TL arasındaydı. Her dönüşte de hep “para biriktirelim, emekli maaşını da ekleyip üzerine şunu alalım” diyordu. Bir süre sonra biz o parayı biriktirdik, ama bu kez fiyatlar ikiye katlanmıştı.

Herkes için…

İşte o zaman öğrendim özgünbaskı resimlerin olduğunu. Babam pek önemsemiyordu, çünkü “uniq” olmasını istiyordu kendisinde olacak biricik tablosunun. Oysa belli bir teknikle belli sayıda basılmış çalışmalar da çok anlamlıydı. Ona anlatamamanın haklı hüznü içerisindeydim…

Mehmet Özer

Özgünbaskı resim sanatı üzerine bir program önerdim, uzun zaman sonra çalıştığım televizyon kanalına… Resmi olanı da özel olanı da hiç umursamadı. Oysa yazmalar vardı kadınlarımızın başına örttüğü, üzerine sofra koyup yemek yediğimiz… Oysa her birinin bir anlamı, bir mesajı vardı hepimize yönelik… Oysa o değerleri kaybetmemek gerekiyordu.

Deneme baskı…

“Zamanda Yolculuk” dizisinin 24 bölümünün çekimleri bittiğinde, Ayla Gökdemir’in desteğiyle kamera arkasında çalışan herkese birer özgünbaskı resim armağan etmiştim. Strafor baskı… ilginç bir çalışmaydı, sabahlara dek çalışarak yapmış ve arkadaşlara dağıtmıştık, unutulmamak için.

Önceden belirlenen sayıda istenilen teknikle elde edilen resimlerdi özgünbaskılar. Deneme amaçlı basılanların yüzde onu en çok, “E.A” diye imzalanırmış, öğrendim. Tekniğin ve materyalin izin verdiği ölçüde, sayılar sınırlandırılırmış zaten zorunlu olarak. Sonrası matbaa imiş ki, onu bile belli bir süre sonra “özgünbaskı” olarak niteleyen sanatçıya rastladım. Haklıydı, elde ancak birkaç tane kalmıştır aradan geçen onca yılda ve dolayısıyla da değer kazanmıştır muhakkak. Şimdi bunu yazarken Şahin Kaygun’u (çiçekler çelenk örsün başucunda) anımsadım… Fotoğrafçıydı, sergilediği fotoğrafları… Nereden bilecek insanlar, bunun tekil (ya da belli bir sayıda) olduğunu diye sormuştum.

Yanıtı çok değerliydi, hâlâ da çok değerli: “Sanatçıya güven duyulur”.

Mehmet Tekirdağ

Teknolojinin de yardımıyla…

Bir özgünbaskıcı arkadaşımın tanımıyla fırsatçılar da var tabii, bu alanda. A serisi, B serisi, C serisi diye çoğaltıyorlarmış… Bir de yeni öğrendim, var olan tablolarını, gelişen teknolojinin yardımıyla, filme aktarıp sonradan özgünbaskı olarak yineleyenlerin olduğunu…

Şahin Kaygun erken gitti doğanın kucağına yatıya, bunu gider sorardım kendisine… Göz kırpar okkalı bir küfür savururdu muhakkak, gülüşürdük karşılıklı.

İçimde kalan…

TRT2’de “İyi Akşamlar” programını çekiyordum. Resmi de çok sevdiğim için sergi çekimlerine gitmek istediğimi biliyordu Genel Yönetmenimiz. Daha önceden de sergisini çektiğim Gül Derman’ın İstiklal Caddesi’nde, şimdilerde giyim eşyası satan bir dükkanda, yeni sergisinin açılışına gittik. Açılıştan önce giderdik ki, kalabalık olmadan rahatça bitirelim işimizi…

Mesleki deyişle ‘insert’ gireyim… Sergi açılışlarında kimse yapıtlara bakmıyor, üzgünüm. Herkes ya içecek peşinde ya da birileriyle muhabbet. Yapıtların hemen hiçbirini göremiyorsunuz bile… Sarkis Bahar (kim bilir nerelerde), insanları iki eliyle aralar, ‘ayrılın da resimleri görebilelim’ derdi. Kızanlar olurduysa da ilgilenmezdi o, bize de göz kırpardı…

Tanışıklığın da rahatlığıyla epey bir konuştuk, sohbet ettik Gül Derman ile. Ertesi gün için kameraman arkadaşım ile bana armağan bir özgünbaskı resim bırakacağını söyledi. Kameraman arkadaşım gitti aldı resmini, ama ben, nasıl olsa her gün İstiklal Caddesi’ndeyim, insanları da tanıyorum diye gitmedim. Gül Derman ve eşi geçirdikleri bir trafik kazası sonrası aramızdan ayrıldılar. Koşuşturma içinde gidemedim resmimi almaya. Şimdi arkadaşımın duvarında yaşıyor Gül Derman.

Remzi Oğuz Yılmaz

Sadece imza…

Tanıdıkça sanatçılardan taksitle, belki biraz da indirimli, resim istemeye yüzüm oluyordu. Tabii ki, yine özgünbaskı. Bir sanatçı, atölyesinde, “seç o zaman” demişti. Biri çok hoşuma gitmişti. İmzalıydı ama ne baskı sayısı ne kaçıncısı olduğunu gösteren rakam vardı. “Bu tek” dedi, “Daha değerli”. Sevindim.

Meğer öyle değilmiş kazın ayağı. Olmaması gerekirmiş. Baştan belirlenen sayıda basılan resmin boyası hemen kuruduktan sonra -izi asla çıkmadığı, yani değiştirmek mümkün olmadığı için- kurşun kalemle imzalanırmış. Sanatçı, kariyeri ve yaşı gibi özelliklerinden hareketle çoğaltmayıp bir tane de yaparsa 1/1 olarak imzalayabilir, böyle bir çalışma da sanatçının aynı boydaki tuvaline yakın bir değer taşırmış. Her ne kadar hangi tür olduğu, kaç adet baskının kaçıncısı olduğu gibi bilgilerin imzayla birlikte yazılması zorunlu denilse de uyanı bulmak pek kolay değil.

Bir serginin yaşattıkları… Sergisiz, kitapsız, sinemasız… kısaca sanatsız kalmayın.

Korkut Akın

https://www.mixerarts.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu