“Gazap Üzümleri”ni yeniden okumak – Erbil Karakoç yazdı…
Zaman zaman daha önce okuduğum ve bende derin etkiler bırakmış kimi kitapları ya yeniden okurum ya da şöyle bir karıştırırım. Eski bir dostu arayıp hal hatır sormak gibi bir şeydir bu bende. John Steinbeck’in Gazap Üzümleri de beni derinden etkileyen kitaplardan olduğu için bin bir belayla içinden geçmekte olduğumuz pandemi sürecinde yeniden okuma şansım oldu.
Toplumsal olanın her zaman insanlık bilgeliği açısından ilerletici bir yönü vardır. Ancak bu ilerletici yön tam anlamıyla her zaman hedefine ulaşmaz. Her ileri adımın biraz geri kayması tabiidir. Ama hiçbir zaman başladığı yere geri dönmez. Jhon Steinbeck, Amerikan sanayi tarımını anlattığı romanında traktörlerin tarım hayatına girmesiyle milyonlarca çiftçinin topraklarının ellerinden nasıl alındığını, bankaların insanları önce borçlandırıp sonra her şeylerine el koymasını ve sonrasında başlayan bir iç göçü anlatır. Her şeylerini kaybeden insanlar karınlarını doyuracakları işlerde çalışmak için “sahte ilanların peşine düşerler.” Büyük çiftlik sahipleri tarafından bastırılan iş ilanlarının gerçek amacı yüz binlerce işsizi bir araya toplayıp yarattıkları işsizler ordusunu karın tokluğuna hatta bir “kuru ekmeğe” çalıştırmaktır. Aileleriyle göç eden barınacak ve yiyecek hiçbir şeyi olmayan insanlar çaresizce kendilerine söylenen her şeyi yaparlar. Romanın kahramanları ise Joad ailesidir. Joadlar Ana, baba, amca iki yetişkin erkek, iki çocuk(biri kız öteki erkek olan) bir damat ve kızlarından oluşan oldukça geniş diyebileceğimiz bir ailedir. En büyük çocukları Tom kendisine yapılan bir haksızlığa dayanamadığı için birini öldürmüştür ve cezaevinden yeni çıkmıştır. Cezaevinden çıkıp evine dönerken papazlığı bırakmış Casy ile tanışır. Bu eski papaz tüm hayatını yeniden sorgulamaya başlamış biri olarak katılır aileye. Oklahoma’dan, Kaliforna’ya yapılan yolculukta Joadlara eşlik edecektir.
Gazap Üzümleri romanı için bir yol hikayesi de diye biliriz. Yol boyu çeşitli insanların hayatına dokunur John Steinbeck. İşsiz insanların çaresizliğini anlatır. Kadınların yemek pişirmeden, çocuk yıkamaya ve pamuk toplamaya kadar erk sistemin içindeki çaresizliğini anlatır. Dayanışmanın ince ince işlendiği işçi kamplarını anlatır. Bankaların ve büyük çiftlik birliklerinin polislerle iş birliği yaparak en küçük dayanışmanın bile hoyratça nasıl yağmalandığını anlatır… Kapitalizmin vahşi saldırısı karşısında dağılan, yok olan savrulan insanların çaresizliğini betimler yol boyunca.
Tüm bunlara karşı bir ananın aileyi bir arada tutmak için verdiği amansız mücadeleyi ve direngenliği anlatır. Kapitalizmin tüm feodal ilişkileri çözerken kendi mezarını da kazdığı gerçeği gizlenmez romanda. Öyle ki tüm yoksulluğa, baskılara ve olanaksızlığa rağmen insanlar bir araya gelmek isterler. Bir araya gelip haklarını almak. Ama bu o kadar kolay değildir. Yerleşik kalıplaşmış fikirler vardır. Bir kişi dahi olsa koca bir işçi kampını huzursuz eder. Fakat umudunu tüketmeyen Joad ailesi (ana) her şeye rağmen ayakta kalmanın amansız mücadelesini verir.
Yeni bir teknolojiyle (Traktör) tüm toplum alt üst olmuştur. Kimse yeni dünyada kendisinin neyi beklediğini bilmemektedir. Bir de tüm bunların üzerine “mikro milliyetçilik” musallat olmuştur. Kaliforniya’nın bereketli ve zengin topraklarında yoksul Oklahomalılar istenmemektedirler. Hiç kimse Oklahomalı göçmenlere iyi gözle bakmıyordur. Artık onlar sadece yoksul değildirler, aynı zamanda onurları da kırılmıştır. Göçmen ailelerin kaldıkları kamplar her türden tehlikeye açıktır. Romanın sonuna doğru Joad ailesinin kızları doğum yapmak üzereyken işçi kampını su basar. Ölü bir bebek dünyaya getiren kızın çocuğunu amca Joad bir elma sandığı içinde sel sularına bırakır… Çocuğunu emziremeyen kadın günlerce hiçbir şey yememiş bir adamı emzirir!
Gazap Üzümleri bizim topraklarımıza hiç de uzak olmayan bir romandır. Ahmet Arif‘in şu dizelerini hatırlatır bana;
Utanırım/ Utanırım fıkaralıktan
Ele, güne karşı çıplak
Üşür fidelerim
Harmanım kesat
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin…
diye devam eden dizeleri insanlığın ortak paydalarıdır diye düşünürüm.
Pandemi ile beraber dünya yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Birçok kişi şimdiden işini kaybetti. Kaybetmeyenler ise “hastalık ve ölüm korkusuyla birlikte yaşıyor.” Gelecekte insanlığı neyin beklediğini bilemiyoruz. Böylesi zor süreçlerde insanlığın tutunacağı tek şey dayanışma oluyor. Bir de her şeye rağmen düşünme eylemini hiçbir zaman elden bırakmamak gerekir. Çünkü düşünme eylemi de yanlış iliklenen gömlek gibidir; bir kere yanlış düşünmeye başladınız mı hangi kavşaktan geri döneceğinizi bilemezsiniz!
Erbil Karakoç
Teşekkürler Kitaptan Sanattan ve Erbil Karakoca. Mutlu Yıllar.