KÖŞE YAZILARIUlaş Karakaya

Gerçeğin Peşinde (Mu-Ra-Yomrahisar) 1 Ulaş Karakaya yazdı…

Bizleri yalanlarına öyle çok inandırdılar ki gerçeğin özünü unuttuk.Bilinçlerimizden gerçeğin izini sildiler.Beyin hücrelerimizin ele geçirilememiş bir yerlerinde gerçek bizi arıyor.Biz onu aramayı unuttuk.Bilinçlerimizi esir aldılar.Kendi tarihlerini yazdılar.Kendi inanç sistemlerini bize işlediler.Tüm gerçekleri sildiler.Önce tapınakları ve tarihi yapıları yokettiler,yoketmekteler.Belleklerimizden siliyorlar.On binlerce yıllık gelenekleri ,inançları yokediyorlar.Sürgün,savaş,göç,yıkım…

İnsanoğlu hiç bir zaman puta tapmadı.Taşlar sadece gerçeğe aracıydı.Nasıl ki Göktanrı bir aracıysa.Nasıl ki kutsal kitaplar bir aracıysa.Nasıl ki Güneş ve Sirius aracılık ettilerse evrene ve bizlere…

Yıldızlara ve burçlara inanmıyorum sıradanlıktır.Oysa ki on binlerce yıl önce ki atalarımız yeryüzüne uzanıp başlarını döndüklerinde gökyüzüne, yıldızları gördüler.Yollar çizdiler.Gerçeği buldular.Mitler yarattılar.Miraslar bıraktılar.Bize yol gösterecek,heykeller,resimler,kitaplar,işlemeler,oymalar,freskler,yapılar…
Gökyüzü kirlendi ve yıldızları görmek zorlaştı.Yıldızların ,kadim halkların ve gerçeğin peşinden giden çok az kişi kaldı.Sırrı bilenler sırrı bizden uzaklaştırmak için Ezoterizmi geliştirdi.Kabala denen bir şifreleme sistemini ortaya çıkardı.

Biz gerçeği arayanlar ise tüm şifreleri kırmak ve gerçeği bulmak için bu kutsal arayıştan ve bu kutsal görevden asla vazgeçemezdik.Çünkü Ruhumuz buna asla izin vermiyordu.İki mıknatısın benzer kutuplarının birbirini çekmesi gibi çekiyordu gerçek bizleri.

Senelerce oraya anlamsız gözlerle dalıp baktığımda sıradan bir Karadeniz köyünden fazlası olacağını asla düşünmedim.

Sonra şunu hatırladım.Bir hırsıztan değerli bir şeyi saklamak istiyorsanız ,nesneyi hırsızın göreceği ilk yere koyun.Çünkü hırsız aradığı şeyin hep en zor yerde olduğunu düşünerek hareket eder ve gözünün önündeki değeri göremez.

Bizim köyden görülen ve hırsızın görmediği köyün en eski adlarından biri Yiomrehisar.Giresun’un eski adıyla Kerasus’un Dereli ilçesine bağlı bir köyü.Yomrahisar olarak söyleniyor.Bizim için önemli olan ‘Yomra’ kısmıdır.Çünkü diğerinin eklem olduğu açık.Yomra diye Trabzon’un şirin bir kazası var…İki isim arasında haliyle ortak güzel bir tesadüfte var.
Abdülhamid döneminde yabancılara verilen imtiyazlar neticesinde
Belçikalı bir zat İstanbul’dan almış olduğu mürûr tezkeresiyle Giresun’a gelerek Yomrahisar ve Homurlu köylerindeki madenler hakkında keşif çalışmalarında bulundu. Yomrahisar bakır madenine ev sahipliği yapıyordu.Aynı şekilde Trabzon’un ilçesi Yomra’da bakır-demir ve kurşun madenine..Yomrahisarın bulunduğu bölgeye günümüzde Maden Köyü ismi verilmesi bu sebepleydi.
Hisarını bir kenara bırakırsak ,Yomra ne demektir acaba?
Eski ahit.Dört kutsal kitaptan Zebur’un 27. bölüm -beş ve altıncı kısmı okuyalım.

YOM RA’AH(Kötü Gün)
5-Çünkü O kötü günde beni çardağında gizleyecek,Çadırının emin yerinde saklayacak,Yüksek bir kaya üzerine çıkaracak beni…
6-O zaman çevremi saran düşmanlarıma karşı başım yukarı kalkacak,Sevinçle haykırarak kurbanlar sunacağım O’nun çadırında,O’nu ezgilerle, ilahilerle öveceğim….

Daha eskiye Türklere gidiyoruz şimdide.
Yom, Türk ve Altay halk inancında Uğur, Şans, Talih, Baht anlamlarına gelir. Yum olarak da söylenir. Uğurlu nesne (Yom Taşı gibi) manasını da içerir. Aynı zamanda mutluluk, neşe demektir. Ural dillerinde ise Tanrı anlamı taşır. Tuvalarda yer alan ve kötü ruhların kovulmasını ve büyücülüğü içeren merasimin adı Dom şeklinde geçer ve d/y dönüşmesi ile birebir Yom sözcüğüdür.
Eski Ahitin aksine, Yom tutmak” deyimi ise “hayıra yormak, uğurlu saymak” demektir ve yom kelimesinin halk dilinde “iyi haber” gibi manalarıda mevcut.
Öyleyse hala isim konusunda bir netliğimiz yok…
Tapınağa tırmanmadan ,çok daha eskiye gidelim öyleyse.Herkesin unuttuğu bir geçmişe Mu kıtasına…
Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu(Mu-Ra) adıyla ifade edilir…Mu-RA yada yoMU-RA ,bizimkisi düşüncelere pranga vurmaktan öte sadece aramaktır…
Öyleyse artık oraya gidebiliriz.Güneş tapınağı bizi çağırmaktadır.
Bu ikinci denemem olacak oraya ulaşmak için ,yaklaşık dört sene önce ki denemem aracın bozulması sonucu gerçekleşmemişti.Gerçekleşmemesini şimdi çok olumlu buluyorum.Belkide kozmik bir nedenle gerçekleşmemiştir.Yeniden tertemiz ve değişik bir bakış açısı ile denememi istediler kimbilir.
Deniyoruz.Yol oldukça uzun ve geçmişin özgürlüğe ulaşmış ruhları bizi çağırıyor.Arabanın camından içeriye sanki bir Şaman rahibin davul sesleri ve geçmişin kadim halkların ilahileri karışıyor.

Hangi Hükümdara dua edeyim
Büyüklerden kiminden istirham edeyim
diye nasihat isteyen kulum ben
Ey tüm.hükümdarların hizmetçisi,
Ey beylerin beyi,
Bana elçini salıver,
Bana yol gösterin …

Yolumuz bitiyor ama bir türlü Tepeye ulaşacak patikayı bulamıyoruz.Şaman ilahisinde geçen bir elçi bizi görüyor, buluyor.Liseli bir genç kardeşimiz adı Yusufhan Larçın.O bize gideceğimiz yolu gösteriyor aynı ilahide ki gibi..
Tırmanıyoruz o ürkütücü tepeye.Bu tepenin üzerinde ,Maden köyü ve Hisarköy sınırları içinde 1908 yılında kurulmuş bir manastır mevcut.Burada dönemin en ünlü öğretmenleri tarafından manastırda öğrenciler eğitime tabi tutulmuşlar.
Bu kaya üzerine kesme taşlardan yapılmış bir kilise ile 32 bölmeli bir mi­safirhane, bir aşhane, lise dengi bir okul ve üç dükkân kurmuşlar.Neden burayı manastır olarak tercih ettikleri hep aklımı kurcalıyor.Neden bu sarp kayalığı tercih ettiler.Neden 1900’lü yıllarda eğitim için bu manastıra geldiler.İnsanlar tanrıya ulaşmak için dingin ortamları ve yüksek yerleri tercih ediyor.Bunu biliyoruz ancak burada farklı bir şey olmalı…
Manastırın kurulduğu tepenin fotoğrafına günümüz teknolojisi ile tepeden bakınca,ağaçlar ne kadar gizlemeye çalışsa da o silindirik yapıyı görüyoruz.
Patikadan rehberimiz ile yürürken karmaşık düşünceler zihnimi kurcalıyor.Manastıra doğru giderken gördüklerim daha ilginç.
Yerleşke adeta bir tümülüsü andırıyor.Yığılmış topraklar geçmişin üstünü örtmüş gibi..Birilerinin bu yorganı üstümüzden çekip alması lazım.Sırların açığa çıkması için…
Ve sonunda manastırdayız…Aynen umduğum gibi harabe ve yıkık,bakımsız.Ağaçlar ve otlar arasında tarihin ve zamanın çarklarına direnmeye çalışıyor.Adımlıyoruz.İşte aradığım tamda bu…
Adım attığım ,bastığım toprak artık güvenli değil sanki.İlk kez böyle bir şey ile karşılaşıyorum.Toprak sadece altta gizlenmesi gereken bir yüzeyi kapatmış gibi.Ayak bastığım yer bir boşluğun üstünde bunu hissediyorum.Yanımdaki rehber arkadaşımız Yusufhan ve Manastıra beraber gittiğimiz arkadaşım Burak Doğan’da aynı şeyi söylüyor.Abartı yok.Tam 15 metre böyle bir boşluğun üstündesiniz.Bunu hissedebilirsiniz.Aşağıda bir şeyler var belki gizli bir geçit,belki antik bir şehir,belkide definecilerin bıraktığı hasarlar…Bence altımızda gün yüzüne çıkmayı bekleyen Milattan önce binlerle ifade edilebilecek tarihi bir şehir var.

Manastırı Yunanlılar, Sümela’dan sonra ikinci büyük manastır olarak niteliyorlar…
Bizi bekleyen manastırın tepesi ama oraya yükseklik korkusu olan ben için sakıncalı ! O yüzden onlar çıkıyor fotoğraflıyor ve yarım saat sonra dönüyorlar.

Kayalığın tepe noktasında,dört tane obelisk (dikilitaş) adeta binlerce yıla meydan okumuş gibiler.Doğal oluşum mu yoksa insan yapısı mı.Bunun için çok şeyler söylenebilir.Bence İngiltere’de ki Stonehenge nasıl ki doğal bir oluşum değilse burasıda aynı şekilde doğal bir yapı değil.Bu bölgede yapılacak arkeolojik bir çalışma Karadeniz’in tarihini kökünden değiştirecektir.Buna tüm kalbimle inanıyorum.

Stonehenge
İngiltere’de ki Stonehenge yapısını oluşturan taşlar bölgeye 240 km uzaktaki Galler bölgeselinde ki PRESELİ tepelerinden getiriliyor.İşte burası daha ilginç çünkü bulunduğumuz yapının antik isimlerinden birisi PRASARİ…
*Stonehenge’in çemberi bölen ve yapının girişinden geçen ekseninin yaz dönencesindeki (21 Haziran) gündoğumuna doğru konumlandırılmış olması, buna karşılık, yakındaki İrlanda’da yaklaşık olarak aynı zamanlarda inşa edilen Newgrange anıtının kış dönencesindeki (21 Aralık) gündoğumuna yöneltilmiş olması dikkat çekicidir…
Öyleyse bu dört dikili taş burada tesadüfen bulunmamaktadır.

GİRESUN TAŞLAR 2
Burada bir parantez açalım;

(1)Ezoterizm, Kadim bilgelikle günümüze kadar gelen ve gerçeğin yalnızca seçkin ve söyleneni anlayacak kişilere verilebileceği anlayışına dayalı bir öğreti biçimidir…
Ezoterik bilgi;yalnızca akla değil, aynı zamanda deneyime dayalı, bilgeliği de içeren bilgi türüdür. Adaydan, kendisinde doğuştan bulunan yeteneklerini hayata geçirmesi istenir. Bunlar, üzerine erdemlerin inşa edileceği yeteneklerdir ve ustalık gerektirmektedir…
Ezoterik prensiplere göre bazı taşlar evrendeki ve yerkü­redeki birtakım güçleri çekme, biriktirme, dönüştürme ve yayma özelliklerine sahiptir..
Taşların maddesel bir gücü vardı.Günümüzde takılarda taşların kullanılması bunun en büyük kanıtlarından…Ezoterizmde taşlar dört grupta sınıflandırılmış.Bunlardan bizim için önemlileri

**1- Atlantisliler’in özel işlemlerden geçirdikten ve biçim­lendirdikten sonra enerji santrallerinde kullandıkları nadir kristaller ve çok farklı bir maddesel yapıya sahip olan özel taşlar.

2- Tufan’dan sonra bizim devremize ait uygarlıkların ini­siyatik merkezlerindeki mabetlerde yer alan psişik çalışma­larda kullanılan, kökenleri bilinmeyen ve günümüzde kayıp durumdaki taşlar.
Bu taşlardan bazılarının kozmik kökenli, bazılarının ise Atlantis kökenli olduklarını ve bizim devremizin ortalarına doğru bazılarının yeryüzünün belirli yerlerine gizlenmiş ol­dukları söylenir.
Kabe’deki Siyah Taş ve İstanbul’a yerleştirildiği söy­lenilen ancak nerede olduğu bugün için bilinmeyen gizemli taş bu grupta değerlendirilmektedir.

(3)Günümüzde mevcut olan değerli taşlar ve kristaller. Bunlar da doğru kullanıldığı takdirde canlılar üzerinde önem­li etkilerde bulunduğu yapılan deneysel çalışmalarla ispatlanmış durumdadır Günümüzdeki New Age yaşam kültüründe bu çalışmaların önemli bir yeri vardır…
Öyleyse doğru yerdeyiz.Yom-ibranice Gün demek.Ra-güneş tanrısı…
Dört dikilitaş.Dört meleğimi temsil ediyordu,yoksa mahşehirin dört atlısını mı ?Ya da budistlerin dört öğretisini mi? Belkide alevilerin dört hakikat kapısını…Kimbilir antik dönemlerin dört elementini simgeliyordu .Su,hava,ateş,toprak…
Bitiriyorum
Hıdırellezde insanların yumurtalarını boyayarak bu kutsal tepeye çıkmalarını paganizmden başka bir nedenle açıklayamıyorum.Paskalya bayramı bu kadim geleneğin sadece devamıdır.
Yomrahisarın, karşı tarafına düşen Kuzgun tepesi de aynı kadim geleneğin sürdürüldüğü başka bir tepedir.
Kuzgun kuşunun gaipten haber aldığını ve yeryüzünden bilinmeze haber götürdüğünü ve gizemli bir yapısı olduğunu anımsayarak, binlerce yıllık halkların ve uygarlıkların arasından geçerek uzaklara çok uzaklara daldım….

Edgar Alan Poe şöyle diyor kuzgun şiirinde;

Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas’ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.
Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
“Aptal,” dedim, “dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak – hiçbir zaman!

Ulaş Karakaya

KAYNAKLAR
*Şaman ayini yeniden yapılanma deneyi
Malgorzata labecka
*Tehillim 27: 5 Ortodoks Yahudi İncil
*Stonehenge belgeseli History Chanel
*Kayıp Kıta Mu James Churcward
*Osmanlı Tarihi Araş tı rma ve Uygulama
Merkezi Dergisi sayı 25/2009
sayfa 175
* Pontus World…
*Araştırma Serisi 10-İnisasisyon-Ezoterizm

Başa dön tuşu