Goya’nın Sessiz Dünyası Ve Romantizm – Şenay Lüle yazdı…
Eserlerini daima hayranlıkla izlediğim, kendisinden çok şeyler öğrendiğim, Goya’nın sanatı ile ilgili görsel bilgilerim ve araştırmalarım doğrultusunda, birkaç şeyler yazmadan önce, onun devrinde filizlenen bir felsefenin, bir akımın etkilerinden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle büyük bir akımdır Romantizm! Klasik akımın eski temellerini sarsarak, zihnimizdeki ‘güzel’ kavramını değiştirirken, XVIII. Yüzyıldan itibaren ‘sanat’ dahil olmak üzere, konularla bilim dalları üzerinde, hümanizmayı, gücü, sınırsız aklı tartışma konusu yapan ilk akımdır.
Öyle ki; hiçbir alan, hiçbir ülke bu akımın etkisinden kurtulamadığı gibi, bütün bilim dallarını da etkileyen akımın da adıdır Romantizm! Felsefede, sanatta, gelenek ve göreneklerde, toplumsal ve siyasal devrimlerde de çok önemli roller üstlenmiştir aynı zamanda. Çok karmaşık olan tarihinin içinde ve okuyucuyu fazla sıkmamak adına, konuyu sınırlamak gereği duyduğumdan, sadece Romantik Resim ile birlikte, bu akımın önde gelen isimlerinden, ‘Goya’dan bahsedeceğim.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa’da ortaya çıkan bu akımın başlıca özelliği duyguların ve içgüdülerin yükseltilmesi, ulusal özelliklerin değer kazanması, aşırı ölçüde coşkuya ve imgeye dayanmış olan sanat akımıdır.
Romantik resme gelince; “bir okul olmayıp, daha önceki yüzyıllara hakim olan tutuma, yaklaşıma, yaşam biçimine tepki gösterirken, insan ve doğayı yeni bir biçimde kavramak adına sanat dallarıyla birlikte resme uygulanmasıdır” diyebiliriz. Bu sonuç; yeni düşünce biçimleriyle birlikte, burjuva sınıfını iktidara götürerek, klasik kültür ve sanatla beslenmiştir. Bu dönemde aynı zamanda yaşam ortamı da değişim göstermiş; Fransız Bahçe’leri, doğayı örnek alan İngiliz Bahçeleri’ne dönüşmeye başlamıştır.
Yukarıda bahsettiğim bu öncüler, gerçek anlamda Romantik Dönem’de sona ermekte olan, Barok Üslubu’nun yapaylıklarına tepki gösterirken, “Klasik İdeal” ise, “Yeni Klasizm” ile güç kazanıyor, bu dönemde bazı önemli mimarlar; mimarlığa uyguladıkları Çizgisel Sanat’ın kurallarını kesin olarak ilân ediyorlardı.
Romantik ressamlar, Yeni Klasizm’in uluslararası laboratuvarı sayılan Roma’da yetişmişlerdi. Bu saflarda resme başladıkları için, “Romantizm” kavramının sınırlarını belirlemek, akımın en ince ayrıntılarını, aldığı etkiyi, sanatçıların benimsediği düşünceleri, sanatçıların birbirleriyle etkileşim ve savaşımlarını, tanımlamak son derece güçtü. Bununla birlikte Neo-Klasizm’in etkilerinden kurtuldular. Aslında Romantizmin, Neo-Klasizm’in son evresi olduğu da kabul edilebilir.
David, Fransa’da ilk Romantik kuşakta yer almıştı. Fakat David ateşli mizacı sayesinde hem Neo- Klasizm’le, hem de Romantizm’le ortaklaşa karmaşık bir kişilik sergiledi. Ünü bütün döneme egemen oldu. O zamana kadar küçümsenen “peyzaj” kuralları aşacak kadar cesur olan David’in fırçasında hayat buldu. Doğayı yapmacıksız olarak betimleyecek kişi de David’den başkası değildi.
Manzara ressamcılığını sadece David, Peyran, Vincent, Delacroix, Géricaut gibi ressamlar yüceltmedi. Bu gruba Pirene’lerin ötesinden Goya da katıldı. Ve bu ressamların en önemli halkasını oluşturan Delacroix, ondan önce gelen romantikler sayesinde, imge, düş ve gönül gözü ile yaratılan, esinlerine ve iç çalkantılarına göre değişen, “devindirici” bir güç olacaktı. Ve, “usa yatkın resmi hiç sevmiyorum, amaca ulaşmadan önce, karışık zihnimin heyecanlanması, açılması, yüzlerce tarzı denemesi gerekir” diyecekti.
Bütün bunların dışında İngiltere’den Constable, Turner, Bonington, Casper David, Friederich gibi ressamlar da kendi özgün dünyalarını ve düşüncelerini fırçalarının uçlarına dolamışlardı. Ve her durumda kendinden önce gelen ressamların, izlerinden gitseler de, kendi iç dünyalarıyla birlikte, “Romantizm Akım” denen düşsel, tepkisel ve şiirsel bir akımın, bütünselliğinde toplanıyorlardı. Onlar gerçek devrimciydi.
Eşim ile birlikte, Bir Madrid gezisinde onun ve benim favori sanatçımız olan Goya’yı görmek, “Prado Müzesi” programımızın baş sayfasına oturmuştu. İspanyol ressam Goya, Saragosa yakınlarında doğmuş, 1766’da Madrid’e giderek, Bayeu’nun öğrencisi olmuş, 1711’de gittiği Roma’da bir yıl kalmış, ertesi yıl tekrar Saragosa’ya dönmüştü. En önemli eserleri Fransız işgali sırasında yaptığı, “Savaş Acıları” dizisidir. 19. Yüzyıl Fransız Resmini çok etkileyen sanatçı, Kraliyet ailesinin portrelerini de yapmıştır. Eski ustaların sonuncusu ve “ilk modern ressam” olarak kabul edilir.
Prado Müzesi‘ne girdiğim andan itibaren, Goya’nın renkli ve eğlenceli dünyasında dolaşıp, Tizianoların, Rubenslerin, Carravacioların, Brugellerin ve büyük boyutlu rengârenk eserlerin arasında dolaşırken, nereye bakacağımızı şaşırmış, zamanımızın büyük bir kısmını bu müzede geçirmiştik. Orada en çok Goya vardı. Kırda koşan çocuklar, natürmortlar, dini konular devrin modasını yansıtan elbiselerinin içinde şık kadınlar en renkli ve en canlı halleriyle bizi etkisi altına almıştı. O zaman müzenin alt katına inip, Goya’nın, “Kara Romantizm” denen kara resimlerini görmek aklımıza gelmemiş, Goya’yı sadece müzenin giriş katındaki resimleriyle tanımıştık. Oysa kulakları duymayan Goya bunlardan çok fazlasıydı. Goya’yı Goya yapan, onun karabasanları, hilkat garibeleri, ecinnileri, sakat adamları ve savaş resimleriydi.
Goya kimi zaman sarayı, kimi zaman liberal İspanyol’un özgürlükçü yanını, kimi zaman da zekâya zarar verecek güçlerini aktarmıştı tuvallerine! Aslında kanla, ölümle ve cinayetle sonuçlanan bu resimlerdeki içerik, onun acımasızlığa, gericiliğe ve toplu kıyıma yüklediği evrensel suçlamalardı. “Kara resimler veya kara romantizm” denen bu eserler Goya’nın gerçek dünyasıydı. Kadere olan yaklaşımı, resimlerinde düşündürücü olan, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide hayali görüntülere de yol açmıştı. Hem gerçek hem de gerçeküstü diyebileceğimiz bu yaklaşımları, en çok Goya’nın resimlerinde görebileceğimizi söylemeliyiz. Bu kurşuna dizilme sahnesinde ışıkla yıkanmış ve konunun merkezinde olan beyaz gömlekli adamın gözlerinden fırlayan korku ve teslimiyet ve bütün bunların başka insanlar önünde cereyan etmesi ve askerlerin beyaz gömlekli adamı hedef alarak ‘vur’ emrini beklemesi evrensel bir suçtur. Yerde yatan az önce ölmüş adamın açık gözlerindeki umut kırıntıları dehşet vericidir. Biraz sonra kurşuna dizilecek adamın cesur tavrı ve korkusuz teslimiyeti şaşırtıcı boyutta olup, Goya’nın bu dünya ile öbür dünya arasındaki kendi içsel tavrının tuvale yansımasıdır. Goya bu tavrıyla, Kara Romantizm’le birlikte erken ekspresyonizm akımının da habercisidir. Arka planda var olan katedral binası da cenaze töreninde gerçekleşecek matem havasının sembolik anlatımı olduğunu söyleyebiliriz. Goya’nın resimlerindeki bu derinliğin sırları ve konuya hakimiyeti onun yaşamı ve ölümü sorgulayacak kadar güçlü olmasından kaynaklanıyordu. Ve bu sırrın ilk farkına varan, “Baudelaire” olmuştu. Baudelaire, Goya için: ”O bilinmez dünyaların karabasanı, kaynatılan ceninlerin ressamı” diye yazmıştı.
Öyle ki; ışık ve gölge ile birlikte, rengin de temel öge olduğu olduğu resim tekniğini uygulayan Goya, bilinçaltına inmeyi amaçlamıştı. Bu durumu pekiştirmek için çizgileri ortadan kaldırmış, yüzler ise ölü kafalarıyla, korkunç maskelere dönüşmüştür. Çekildiği inzivasında, gerçekleştirdiği yapıtlarıyla kendi gücünü aşmış, evrensel boyuta ulaşmıştır. Goya’yı, “Goya” yapan da bu evrensel çizgidir.
Biliyordum ki; Goya’nın “kara resim”leri serisiyle ürettiği resimler olmasaydı, bizler onu sadece ilk dönem resimleriyle tanıyacak, “modern” olan ve “öze” hitap eden resimlerini hiçbir zaman keşfedemeyecektik. Elbette ki bütün bunlar bir sanatçının kendini ifade şeklidir. Yaşadığı devirde hissettiklerini, acımasızlığı, hırsı, kötülüğü, tuvallerine yansıtırken geleceğe, kendinden sonra gelecek olan nesillerle birlikte ressamlara da köprü olmuştu.
Şenay Lüle
Ressam-Yazar
KAYNAKÇA:
Bulut Ümran, “Goya’nın Umutsuzluğu, Türkiye’de Sanat Dergisi, No: 62, 2004.
Claudon Francis(Çev. İnce Özdemir, Usmanbaş İlhan),Romantizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, 2.Basım, Mart 1994.
Eroğlu Özkan, Resmi Anlamak, Tekhne Yayınları, 1.Basım, Mart,2016.
Tansuğ Sezer, Resim Sanatının Tarihi, 5. Basım, Ocak,2004