‘Günah Keçi’sinin Teşhir İnadı – Veysel Boğatepe yazdı…

“Bu yazının konusu; kimsenin bireysel insiyatifinde olmayan sansür uygulaması ile sonuçlarıdır. Bireysel tercihler ve sonuçları ise kişilerin kendilerini bağlar ve eleştiri konusu yapılamaz.”
Günümüze kadar sansür, özünü ve amacını yitirmeden ama yalnızca biçimsel farklılıklar göstererek varlığını sürdürmektedir. Bunun içine kendisini sansürleyen sanatçı, kendi eserlerini sansürleyen sanat galerileri de dahildir. Ama hemen belirtelim ki; sansürün birçok nedeni ve gerekçesi olacağı gibi sebep ne olursa olsun bunların hiçbiri, sanatı veya bir eseri sansürlemeyi meşru kılmaz. Sanat en başta sansüre ve baskıya karşı dik duruş, bir tepkime, bir eleştiri ve muhalefettir. Bu bağlamda sanatın özgünlüğü, evrenselliği korunmalıdır ve bu görev en başta sanat kurumları ile kurum yetkililerinin omuzlarındadır. Bu sorumlulukları almaya cesaret edemeyenlerin, sanata katkıları dahi olamayacağı gibi sanat eserleri kendileri için yalnız ve yalnız ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde bir dolaşım, tüketim aracı olmaktan öteye gidemeyecektir.
Faydalı olacağını düşünerek belirtmeliyim ki; muhafazakâr makyajlı ama özde gerici-dinci AKP, kültür üzerinden de planlı, programlı operasyonel faaliyetler yürütmektedir. Osmanlı taklitçiliği yaparken, diğer taraftan Osmanlıya ait eserleri çanak, çömlek, genel anlamda ise sanatı “içine tükürülen şey” olarak nitelendirdikleri, kendi ifadeleriyle sabittir. Bu somut gerçeklerden hareketle, AKP güdümündeki tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliğine girmenin birinci koşulunun da kendilerine biat etmek olduğu bilinen gerçekler arasındadır. Ancak yine de denilebilir ki sansür, zaten AKP zihniyetinin pratiğe dökülmüş doğal bir yansıması değil mi? Bu soruya yanıtımız “evet”tir. Ancak bahse konu sansür, kurum (İBB) yetkilisinin herhangi bir uyarı veya ikazı sonucunda değil de kişilerin ileriye yönelik ticari kaygılarının bir yansıması olarak gerçekleşmiş olmasıdır.
Hoşgörü ile Hoş-körlüğün ironisi
Yazımızın konusunu oluşturan sergiyi, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Kültür Daire Başkanlığı / Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü, “İstanbul Seramik Sanat Günleri” adı altında gerçekleştiriyor. Serginin küratörlüğünü ise D’art Sanat Galerisi’nden Duygu Bağlan yapıyor ancak galerinin konuyla hiçbir şekilde ilgisinin olmadığını, Duygu Bağlan’ın bireysel insiyatifiyle bu görevi üstlendiğini de ayrıca belirtmek isterim. Sergide yaşanan ve konumuza bahis sansür ise en azından benim için sıradan bir hadise değildir. Çünkü; çelişkilerden, tutarsızlıklardan ve sözde gerekçelerden sansürün meşrulaştırılmaya, sempatik gösterilmeye çalışıldığı bariz bir şekilde ortadadır. Bunun sorumluluğu ise serginin küratörlüğünü yapan Duygu Bağlan ile Can Zaimoğlu üzerindedir ve kendileri arasında çözümlenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan ‘Küratör’ün görev ve sorumlulukları, sanat, sanatçı ve sergiyi doğrudan bağlamaktadır.
Çağdaş sanat bağlamında bir ‘küratör’ün görevini kısaca sergi düzenleyicisi olarak tanımlayabiliriz. Ancak herhangi bir kurum adına çalışan küratörlerin yanı sıra çağdaş sanatta müze veya galeri adına çalışmayan, yani özgür ve serbest çalışan küratörler de vardır. Ayrıca ‘küratör’ün görevi yalnızca başvuruları ve eserleri kayıt altına almak değil, sergide arzuladıkları etkiyi yaratmaktır. Peki bu serginin genel anlamda toplumsal etkileri nasıl oldu? Veya şöyle soralım; arzuladıkları etki neydi, sonuç ne oldu? Seramik sanatını daha geniş çevrelerle buluşturmak ve tabii ki seramiğin bir sanat olduğu mesajını vermek isterken toplumsal mesajın sansür olarak yansıdığını söyleyebilir miyiz? Söyleyebiliriz. Öyleyse kaldığımız yerden okumamızı sürdürelim.
‘Popo’ ile ‘Pipi’ Arasındaki İlişkiyi Kavrayamamak…
En başta belirteyim ki; sergiyi düzenleyen resmi bir devlet kurumu olduğundan dalkavukluk ve iş tutma girişimlerinin, kendini pazarlama taktiklerinin ön plana çıkacağı da muhtemeldir. Ve pek doğal olarak da katılacak veya kabul edilecek eserlerin de AKP zihniyetiyle örtüşmesi gerekmektedir. Aksi halde sergide yer bulması mümkün değil ancak bu defa tersi bir durum yaşanıyor. İşte, açmazlar ve çelişkiler de buradan itibaren başlıyor. Sergiye kabul edilen Samet Alış’a ait “Günah Keçisi” adlı heykel, sözde muhafazakar kesimler rahatsız olur gerekçesiyle, bizzat sanatçının kendisine danışılarak Can Zaimoğlu tarafından sansürleniyor. Önü ziyaretçiye dönük olması gereken keçi heykelini, cinsel organı görünmesin diye ters çeviriyorlar ve böylece büyük bir ayıbı kendilerince gizlemiş oluyorlar. Ancak ne var ki, ayıplı saydıkları keçinin pipisini duvara çevirirken, poposunun açıkta kalacağını, teşhir edildiğini akıl edemiyorlar. Böylece eserin (günah keçisi) adına yakışan uygun bir pozisyon belirlerken aynı zamanda poponun toplumsal ahlaka aykırı olmadığı mesajını da arzuladıkları etki olarak vermiş oluyorlar. Fakat doğası gereği keçinin kuyruğunun dik durduğunu, dik durduğu için de daima açıkta kalacağı gerçeğini göremeyerek muğlak bir çelişkiye düşüyorlar. Yani, pipi gizleyelim derken popoyu ifşa ediyorlar. Çok ayıp ve çok edepsizce değil mi?
En iyimser düşünceyle, acemi şaşkınlığı diyebileceğimiz bu tavrın sonucu yalnızca sansür olmuyor tabi. Eylemlerini meşru kılmak içinde tutarsız, çelişkili gerekçelere sığınarak sansürü de sansürlemiş oluyorlar. Evet, onlara göre pipi örtmekle farklı görüşlere saygılı, hoşgörülü davranılmış ve böylece toplumsal ahlak kurtarılmış olabilir. Fakat sanatın, ticari kaygılar ile hiçbir siyasal ideolojinin günah keçisi olamayacağını, aksine günümüz gerçeğinde sanatın özgürleşmesi için daha çok mücadele edilmesi gerektiğini de bir dip not olarak düşmek gerekiyor.
Kendi Yanıtını Veren Sorular
Şimdi bu çelişki ve açmazları netleştirecek soruları sorarak, yanıtlarını arayalım.
Birincisi; Küratörlüğünü yaptığınız kurumun (İBB) düzenlediği sergiye katılımcı çoğunluğun çarşaflı, türbanlı, takunyalı, şalvarlı kitlenin olabileceğiniz düşünememiş olabilir misiniz? Hayır! Kaldı ki, düşünememiş olmanız dahi masum bir mazeret olarak kabul edilemez.
İkincisi; Bağnaz zihniyetin onaylamayacağı heykel, sizin haberiniz olmadan mı sergiye sokuldu? Hayır!
Üçüncüsü; Heykelin sergiye dahil edilmesi konusunda size baskı yapıldı mı? Hayır!
Dördüncüsü; Peki, belediye yetkililerinden heykelin sansürlenmesi veya sergiden kaldırılması konusunda herhangi bir uyarı, tepki aldınız mı? Yine hayır! Peki, sansürlemek yerine o eseri sergiye hiç dahil etmemek, daha doğru bir yol değil miydi? Evet! Bu durumda amaç ne? Hem sanatçıya, hem de sergiyi düzenleyen İBB’ye mavi boncuk dağıtmak mı? Tüm soruları tamamlayarak yeniden soralım; sergide olmaması gerektiğine inandığınız eseri neden kabul ettiniz? Madem kabul ettiniz o halde neden sansürleme ihtiyacı duydunuz?
Böyle bir tavırla hoşgörü sınırlarını zorladınız diyelim. Peki ama kapitalizme göz kırptığınızı ve bu nedenle sanatada şaşı baktığınızı söylemek yanlış bir saptama mı sizce? Sanatta tabulara yer olmadığını, aksine tüm tabulara karşı olduğu gerçeğini bilmiyor olabilir misiniz? Bu kertede tüm soruları ve yanıtlarını bir kenara itelim ve son soruyla mevzunun kuyruğunu düğümleyelim:
Bilimi, felsefeyi ve sanatı reddederek yerine dinsel bağnazlığı kutsayan, kendi bedenine ait ve vücudunun ayrılmaz bir parçası olan uzuvlarından utanç duyan, ayıplı gören ilkel bir anlayışla aynı çizgiye düştüğünüzün farkında değil misiniz?
Veysel Boğatepe