Hayat Ağacı – Özlem Kalkan Erenus yazdı…
“İnsanı yarattığında tanrılar,
Ölümü verdiler ona,
Sonsuz yaşamıysa kendilerine ayırdılar.”
– Gılgamış Destanı
Ağaç demek, hayat demektir. Kendi meyvesinden hayat bulur, yeniden ve yeniden doğar ağaç. Evreni oluşturan tüm unsurlarla uyum içindedir. Su ile beslenen ağacın kökleri toprakla, yaprakları havayla döngüsel bir alışveriş halindedir. Ateş ise dallarının sürtünmesinde gizlenir.
Gılgamış’tan bu yana sonsuz yaşamın sırrını arayan insanoğlu, Hayat Ağacı ile tarif eder ölümsüzlüğü, çoğalmayı, bolluk ve bereketi…
Ağaçların ilkidir, evrenin omurgasıdır Hayat Ağacı. Farklı kültürlerde farklılaşan tasarımlarla çıksa da karşımıza; yer altını, yeryüzünü ve gökyüzünü aynı anda kucaklar. Hayat Ağacı’nın kökleri geçmişle, tarih ve atalarımızla bağımızı, gövdesi bugünü, içinde bulunduğumuz zamana yayılan yaşama gücümüzü, göğe uzanan dalları ise geleceğe yönelik inancımızı, gelecek nesillere ve gelişmeye duyduğumuz güveni temsil eder.
Hayat Ağacı’nın dört mevsim boyunca yeşilliğini koruduğuna ve o, yeşille bezeli varlığını sürdürdükçe, dünyanın da var olmaya devam edeceğine inanılır.
Ağaçlar var oldukça, insan da var olacaktır dünya üzerinde. Öyle ki, insanın varlığını ağaçlara aktararak ölümsüzlüğü düşleyen hikâyeler anlatılır nesiller boyunca. Bunlardan biri, Frigya’daki bir dağın yamacında yükselen ve bir yanı çınar, diğer yanı ıhlamur olan bir ağacın öyküsüdür.
Derler ki, günlerden bir gün yoksul köylüler gibi giyinip kendilerini saklayan yüce Zeus ve habercisi Hermes, kapı kapı dolaşarak sığınacakları bir ev arar. Ancak bölgedeki hiçbir kapıdan konukseverlik görmezler. Tam vazgeçmek üzereyken, son bir ümitle yörenin en fakir görünümlü kulübesinin kapısını çalarlar. Baukis ile Philemon[1] adlı yaşlı bir çiftin oturduğu bu küçücük eve, hemen ve sevinçle buyur edilirler.
Yaşlı çift, bulup buluşturabildikleri yiyecekleri cömertçe ikram eder, bir yandan da tahta bir testiden şarap sunar konuklarına. Ne var ki, taslar doldukça, testideki şarap bitmek şöyle dursun, çoğaldıkça çoğalmaktadır. Bunu gören ev sahipleri, sofralarında ağırladıkları misafirlerin Olimposlu tanrılar olduğunu anlar ve bir kusur ettilerse, bağışlanmayı diler.
Hemen ayağa kalkan Zeus, konuksever çifti dışarı davet eder. İki tanrının eşliğinde Baukis ile Philemon, ihtiyar bacaklarından beklenmeyen bir hızla, yamaca doğru tırmanırlar ve çevredeki tüm evler sular altında kalıp yok olurken, kendi kulübelerinin bulunduğu yerde mermer bir tapınağın yükseldiğini görürler.
Tanrılar tanrısı gök gürültüsünü andıran bir sesle, “Ey iyi yürekli insanlar! Dileyin benden ne dilerseniz. Cömertliğiniz karşılıksız kalmayacak!” der. Kısa bir fısıldaşmanın ardından Philemon, “Biz bugüne kadar birlikte yaşadık. Gel, bugünden sonra da bizi ayırma! Birimiz önce ölüp, ötekini kollarıyla mezara taşımanın acısını çekmeden, yaşayacağımız kadar yan yana yaşayalım, vakit geldiğinde de birlikte can verelim” diye yalvarır. Yüce Zeus bu dileği kabul eder ve ikisini de tapınağa bekçi yapar.
Aradan yıllar geçer, karı koca kalan ömürlerini de yüreklerindeki sevgi hiç azalmadan, mutluluk içinde yaşarlar. Bir gün tapınağın önünde el ele otururken, kollarından taze dallar, yemyeşil yapraklar fışkırdığını görürler. İkisinin de ayakları toprağa kök salmakta, bacaklarını kaplayan ağaç kabukları hızla tırmanarak gövdelerini sarmaktadır. Sevgi dolu gözlerle bir kez daha birbirlerine bakarlar, dallanıp budaklanmış kollarını birbirine sımsıkı dolayıp son bir buseyle vedalaşırlar.
Sevgiyle birbirini kucaklarken ağaca dönüşen iki insan…
Covid-19 salgınında alınan sosyal mesafe önlemleri nedeniyle insanlarla kucaklaşmayı özleyenlere, ağaçlara sarılmalarını öneren İzlanda Orman Müdürlüğü’nün çağrısı, Cemal Süreya’nın dizelerini yankılıyor kulaklarıma:
“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.”
Dallarına çaputlar bağlayarak dilekte bulunurcasına, son yaptığım resme bir ad veriyorum ben de: “Hayatta Kalma Ağacı”
Özlem Kalkan Erenus
(Ataköy, 30 Mayıs 2020)