İçimizden Biri: ‘Türk Sinemasının Duayenlerinden İlyas Salman’
‘İlyas Salman’; Türk Sinemasının unutulmaz isimlerinden. Canlandırdığı rollerle her Türk insanının kalbinde iz bırakmış, ezilenin, çalışanın, emekçinin sesi, simgesi olmuş. Bu duruş sadece oynadığı filmlerde kalmamış, gerçek hayatta da her zaman ezilenin sesi olmuş, baskı rejiminin en ağır yaşandığı dönemlerde bile gerçekleri söylemekten korkmamış, duruşundan, inancından taviz vermemiş bir sanatçı o: nam-ı diğer ‘İlyas Baba’
İlyas Baba ile sinemadan, edebiyata ve biraz da memleketin hallerine pek çok konu üzerine konuştuk. Bizi evinde içimizden biri gibi, mütevazi bir şekilde ağırladı. Tüm soruları içtenlikle ve en yalın haliyle yanıtladı. Koyu Fenerbahçeli, vatansever, emekten yana duruşundan taviz vermeyen İlyas Salman’ı daha da yakından tanıma fırsatı bulacaksınız bu röportajda.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com
– Mısır Tarlası(Corn Island) filminde oynadınız. Bu film o yıl Oscar’da ‘en iyi yabancı film’ kategorisinde yarıştı. Bu filmi ve Oscar sürecini anlatır mısın İlyas Baba?
Filmin yönetmeni George Ovashvili Avustralya’da benim ‘Lal Gece’ filmini seyretmiş. Mısır Adası(Corn Island) filminde başrolde 85 yaşında savaş karşıtı olan, Rus-Abhaza ve Gürcü savaşı sırasında savaşa karşı çıkan ve rezerv bir gölün içerisinde bir adaya yerleşip mısır yetiştiren bir adam var. Bu yaşlı adam hangi taraftan gelirse gelsin yaralıları tedavi ediyor ve gönderiyor. George Ovashvili‘nin böyle bir oyuncuya ihtiyacı var ve ‘Lal Gece’yi seyredince ‘ben oyuncumu buldum.’ diyor ve bana geliyor, bu rolü teklif ediyor. Ben İngilizce bilmiyorum, O Türkçe bilmiyor. Azerbaycanlı bir tercüman kızımız aracılığıyla konuşup anlaştık. Gittik, Gürcistan‘da üç buçuk ayda bitirdik filmi.
Film Oscar‘a aday gösterildi. Ben de oyuncu olarak aday gösterildim ama maalesef yoksul bir şirkettik ve Hollywood oyunlarını biliyorsunuz.
– Türk sinemasına gelelim. Kemal Sunal, Şener Şen ile ilişkileriniz nasıldı?
Zaten üçümüz bir sayılırız. Komedi denilince akla biz geliriz. Ben sıcak, harlanmış bir insanım. Kemal sessiz sedasız içine kapanık bir adamdı. Onu da çocukluğuna veriyorum, çocukluğunda çok mu baskı gördü naptı bilemiyorum. Halkla muhabbet etmezdi ama bizimle muhabbeti çok iyiydi. Şener filmde nasıl gördüysen öyle bir adamdır. Komik bir adamdır.
– İlk oynadığınız ve en beğendiğiniz filminiz hangisi?
İlk oynadığım film ‘Sultan’. En beğendiğim filmim ‘Talihli Amele.’
– Neden?
Dünyada Kürt Türk Alevi Sunni Laz Çerkes Amerikalı Danimarkalı yoktur. İki türlü insan vardır: ‘çalışan insan, çalan insan’. Sen hangisindensin ona karar vereceksin. Bu filmde bunu çok güzel özetleyen filmlerden birisi.
– ‘Çiçek Abbas’ filminde Sinan Çetin ile çalıştınız. Size ‘küçük aşık adam’ lakabını da Sinan Çetin takmış. Sinan Çetin ile çalışmak nasıldı? Bugün kendisinden teklif alsanız yine çalışır mısınız?
‘Little Lover Man’ demişti bana. Sinan ile yine çalışırım. Sinema yan yana gelmiş fotoğraflarla hayatı anlatma sanatıdır. Sinan Çetin fotoğrafçılıktan gelme bir yönetmendir. Film benim dünya görüşüme uyarsa çalışırım tabiki.
– Bildiğiniz gibi Altın Portakal Ulusal Yarışma bölümü kaldırıldı. Türk sinemasının durumu hakkında ve bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bazen bana diyorlar ki ‘Yeşilçam ölüyor’. Hayır ölen Yeşilçam değil; sanayisiyle sanatıyla sporuyla bir ülke ölüyor. Yeşilçam da onunla birlikte ölüyor. Yani beyni durdu Türkiye’nin. Beyni öldü, Yeşilçam da birlikte öldü. Az da olsa 3-5 tane iyi yönetmenimiz var. Bağımsız filmler yapmaya çalışıyorlar. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi, onların filmlerini beğeniyorum.
Altın Portakal’ı yerel sinema ödüllerinden ayırarak sinemanın ırzına geçtiler. Türk sineması şuanda namussuzların sayesinde hamile. Sadece Türkiye’yi değil Yeşilçam’ı da sattılar. Şuanda ceplerinde satılmış değerleriyle dolaşıyorlar.
– Recep İvedik gibi filmler için ne düşünüyorsun?
Gaz çıkararak komiklik yapılır mı? ‘Biçimsel demokrasi pezevenkliği’ diyorum buna.
– Bugüne kadar aldığınız en iyi ödül hangisi Baba?
Hatay’da Samandağı’nda bir derenin kenarında dolaşıyorum. Taşlar kumlar tarafından yontulmuş bi ağaç parçası buldum. O ağaç tabiatın eseri ama tarihi bir eser, insan eli ile yapışmış bir eser gibiydi. Tabiatın bana bahşettiği bu esere ‘Tabiatın İlyas Salman’a ödülü’ diye üstüne yazdırdım.
Bundan başka Zonguldak hapishanesinden mahkumların gönderdiği bir Atatürk yontusu gelir. Şu anda inkarcılar aklı evvel bedri hocalar Mustafa Kemal’i inkar yarışına girdiler. Ben Atatürk’ü baş reisim olarak görüyorum. Birilerine de Reis diyorlar ama benim reisim Mustafa Kemal Atatürk.
Ayrıca sinema eleştirmenlerinin ödülü de benim için önemli ödüllerden biridir.
– ‘Hasretim Sansürlüdür’ isimli bir şiir kitabınız var. Hasretiniz neden sansürlü?
Biz yasakların ülkesinde yaşıyoruz. Şu anda devlet için bir şey söyleyebilir misiniz? Aslında halkımız devlet demiyor dövvlet diyor dövüp yönettiği için. Tayyib’e dokunma, Gül’e dokunma; dövlet böyyüklerine dokunma…
– Okurları bekleyen yeni kitap var mı?
Var adı da ‘Paketinden Kurtardığım Çocuk.’ Hepimiz paketlenmiş insanlarız aslında. Önce annemiz babamız paketliyor, sonra okula gidiyor öğretmenimiz paketliyor, işe başlıyoruz patronumuz paketliyor, askere gidiyoruz komutanımız paketliyor, paketten bir türlü kurtulamadık. ‘Kendimi nasıl özgür kıldım’ bunu anlatıyorum bu kitapta. Zevraki diye bir halk ozanımız vardır. Der ki;
sağlam ruhun rolü vardır hayatın gülmesinde
allah bilir demek kolay
iş kulun bilmesinde
– Bir röportajında ‘zengin değilim ama yoksul da değilim.’ demişsin Baba. Sence zenginlik ve fakirliğin ölçüsü nedir?
Fakirliğin ölçüsü açlıktır, ekmek bulamamaktır. Ben bunun ikisini de yaşadım. Onun dışında zengin olmak gibi bir hevesim olmadı hiçbir zaman. Orta halli bir hayatı tercih ettim. Keşke dünyanın bütün insanları orta halli bir hayatı kabul edebilseydi. O zaman çukurun dibinde kimse kalmazdı. İnsan hırslarının kurbanı oluyor.
– ‘Beni üç sözcükle özetleyebilirsiniz ‘aşk, şiir ve kavga.’ diyorsun Baba. Sence aşk nedir? Şiirin kime ve ne için? Kavgan kim ve ne ile?
Aşk sapına kadar, tapılmaya varana kadar sevmektir. Aşka değer insanları sevmek gerekir. Her insan aşka layık değildir. Layık olmak çok önemli. Layık olana aşık olmak! Doğa, insan, emek ne kadar aşka layıksa o kadar aşk göstermek gerekir.
Bugüne kadar ‘neden yazıyorum, neden şiir? diye sormadım kendime. Yazdım sadece ya da yanıtları dağarcığımda hazır değildi sormaya güç bulamadım. Bir tek şey var Aşık Veysel‘den öğrendim ben şiir yazmayı.
‘Dağlar çiçek açar Veysel dert açar’ demiş Aşık Veysel. Ben dağların çiçek açtığı dönemde aşkın çiçeklerini yetiştirmeye çalışıyorum.
Aşkı, şiiri ve kavgayı bilmeyen insandan hayır gelmez. Çünkü dünyada aşık olacak çok güzel, uğruna şiir yazacak çok güzellik ve kavga edecek çok puşt var. Puştun ne anlama geldiğini bilirsiniz. Kendi namusunu bile paraya satan adam anlamına gelir.
Bir gün Paris’e gittim. Beni zorla Notr Dame Kilisesine götürdüler. Meryem’in kucağında İsa. Ben başladım yalandan ağlamaya. Niye ağlıyorsun dediler. Meryem için mi İsa için mi? Genç yaşta çarmığa gerildiği için mi? Yok dedim ben İsa’nın babasına ağlıyorum; o çoban nasıl eziyetlerle öldürüldü diye..
– En son Veysel Boğatepe’nin kürate ettiği kavramsal fotoğraf projesinde yer aldın. Nasıl bir proje idi?
Hasan Hüseyin Korkmazgil diyor ki; ‘hapishane, seni yapan kör olsun, büyüğü mü küçüğü mü hangisi, Metris Sağmalcılar küçük hapishane, Türkiye büyük hapishane, hangisinde yatarsan yat, tercih senin.’
Onun için bileğimize taktıkları kelepçeler bir gün eskir çürür kırılır ama kendi elimizle kendi başımıza taktığımız kelepçeler kolay kolay kırılmaz. Kendi kelepçemizi kırmak zorundayız kendi hapishanelerimizden çıkmak zorundayız.
‘Adalet’ başlıklı bölümde yer aldığım Veysel Boğatepe‘nin fotoğraf projesini bu çerçevede değerlendiriyorum.
– Baba, bir kitapçı açma hayalin vardı. Ne durumda?
Çocukluğumdan beri böyle bir hayalim var ama ekonomik gücüm yetmiyor. 2-3 masa olacak, insanlar gelecek kitaplarını okuyacak. Adı da ‘Nöbetçi Kitapçı’ olacak. Sloganı ise ‘İlyas Salman’dan akile ve cahile kitap’
– Kızınızın adı Devrim, torununuzun adını da Efruz Gezi koymuştunuz. Bugün Devrim ve Gezi Ruhu tekrar nasıl yeşerebilir?
Umutla. Bazı aktörler, sanatçılar vardır; bi kağıt bi resim uzatırsın, Oğuz’a sevgilerle yazarlar. Ben ‘Sevgili Oğuz arkadaş, umudun bitmeden ömrün bitmesin.’ yazarım.Tekrar dirilebilmek tekrar ayağa kalkabilmek için en büyük dostumuzun umut olması lazım. Ben Tayyib’in ve şurekasının gidici olduğu kanaatindeyim. Çünkü bütün dinlere rağmen ampulun icadına engel olabildiler mi? ‘Hayır.’ O halde tarihin tekerine çomak sokamazlar. Bu umudu taşımak zorundayız örgütlenmek adına. Ben umudumu hiçbir zaman yitirmedim.
– Bir çok terör örgütünden tehditler alıyorsun. Bu tehditler korkutuyor mu seni Baba?
Evet alıyorum ama umurumda değil. Şu anda MİT koruyor beni. Onlarda beni sevdiklerinden değil; ‘ölürsem sorumlusu Tayyip’tir’ dediğim için.
Bin yıl yaşayıp dünyadan gölge gibi geçip gitmek var. Bi de bastığın yerde izini bırakmak var. Benim bastığım yerde izim var. Bunlar yaşamın yüküdür. Ben yaşamın her türlü yükünü kaldırırım ve inadına yaşarım ayrıkotu gibi!
– Teşekkürler İlyas Baba, umutla dolu uzun ömürler sana.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com
Röportaj Fotoğraf-Katkı: Veysel Boğatepe