İnsan Sanat Yapar – Özlem Kalkan Erenus yazdı…
İnsan sanat yapar. Sanatın tarihine dair yazılanlardan, üst paleolitik çağdan bu yana insanoğlunun sanat yaptığını biliyoruz.
Peki ya “insankızı” ne yapar?
2013 yılında Amerikalı arkeolog Dean Snow, Güney Fransa ve İspanya’daki üst paleolitik dönem mağaralarında bulunan resimleri ve bunları çevreleyen otuz bin yıllık el izlerini, cinsiyete bağlı yapısal ayrımlar açısından inceledi. Snow’un kadın ve erkek ellerinde belirli parmakların birbirine oranları arasındaki farklılıkları temel alan çalışması, el izlerinin dörtte üçünün kadınlara ait olduğunu ortaya koydu.[1] Araştırmada elde edilen bulgular gösteriyor ki, yerleşik varsayımların erkek-merkezli tüm tasarımlarının aksine; bizon, geyik ve at gibi hayvanları betimleyen erken dönem resimlerin büyük çoğunluğu kadınlar tarafından yapılmış olabilir.
KAPALI GİŞE FOTOSENTEZ – Özlem Kalkan Erenus yazdı…
İnsan Sanat Yapar Ama İlk Sanatçı Kimdi?
Tarihin ilk ansiklopedisi olarak kabul edilen, Büyük Plinius’un Doğa Tarihi’ne[2] bakılırsa; belirli bir kişinin dış görünüşünü yansıtma niyetiyle yapılan ve sanatçısı bilinen ilk resim, Kora adında genç bir kadın tarafından yapılmıştır. Günümüzden 2.650 yıl kadar önce, Antik Yunan kentlerinden Sicyon’da doğan Kora, Butades adlı usta bir çömlekçinin kızıdır.
Yaşadıkları Corinth kentinde ustalığıyla nam salan Butades’in atölyesinde çömlekçilik öğrenmek isteyen çıraklar hiç eksik olmaz. Çömlekçinin kızı, işte bu çıraklardan birine kaptırır gönlünü. Eğitimini tamamlayan çırak Corinth’ten ayrılmadan önce, genç âşıklar son bir kez buluşur. Sevdiği adamı yokluğunda da gözlerinin önünden ayırmak istemeyen Kora, duvara düşen gölgesini bir parça kömürle takip ederek sevgilisinin portresini yapar. Ertesi sabah kızının duvara işlediği silueti gören Butades, aradaki benzerliği hemen fark eder ve portrenin üzerine çamurla delikanlının yüzünü modelleyerek tarihin ilk rölyefini hazırlar. Daha sonra çömlekleriyle birlikte pişirip, dayanıklı hale getirdiği bu toprak rölyefin iki yüz yıl boyunca Corinth’deki Nymph Tapınağı’nda sergilendiği rivayet edilir. Ta ki tapınak büyük bir yangında kül oluncaya kadar…
Yaptığı bu ilk portrenin öyküsü, ilerleyen yüzyıllar boyunca “Resmin Kökeni” başlığıyla, Avrupalı sanatçıların resimlerinde pek çok kez işlenen bir konuya dönüşse de, Kora’nın hemcinslerinden sadece çok küçük bir kısmının adı “büyük sanatçılar” arasında anıla geldi. Bahsi geçen bu küçük azınlığın bile, çoğunlukla erkeklerin aktardığı ve yine çoğunlukla erkeklere özgü bir alan olarak kabul edilen sanat tarihindeki varlıkları, toplumsal cinsiyetin sınırlarını aşan, olağandışı yeteneklerine bağlandı.
Akademilerde kendilerine yer bulamadıkları için, sanatçı babalarının ya da erkek kardeşlerinin atölyelerinde becerilerini geliştiren kimi kadın sanatçıların yapıtları, ailenin erkek fertlerine atfedildi. Sırf görmezden gelinmemek adına, bazı kadın sanatçılar takma erkek adları kullandılar ya da yapıtlarını isimlerinin baş harfleriyle imzalamakla yetindiler.
HAYAT AĞACI – Özlem Kalkan Erenus yazdı…
Peki, nereye kadar?
Toplumsal cinsiyet bağlamında sanat dünyasına hâkim olan ve yüzyıllara yayılan dengesizliğin sistematik bir sorun olduğunu; yalnızca kurumsal koleksiyonların ve müzelerin değil, sanat piyasasını yönlendiren belli başlı ticari galerilerin de kendilerini sistemli biçimde dışladıklarını söylemleştiren kadın sanatçılar, yirminci yüzyılın son çeyreğinde yükselen bir hızla, sanat dünyasındaki konumlarını politik koordinatlarıyla tanımlamaya yöneldiler.
Gelinen noktada ataerkil geleneğin köşe başlarını tutmuş olduğu resim ve heykel gibi yerleşik disiplinlere kıyasla yeni sayılabilecek, fotoğraf, video, enstalasyon ve performans gibi alanlar kadın sanatçılara daha açık görünüyordu. Bedeniyle, kurumsallaşan tarihi boyunca sanatın en gözde nesnesi olan kadın, bu kez sanatın öznesi sıfatıyla, kendi imgesini kendi kullanımına açıyor, somut ve soyut sınırların yarattığı kültürel kabuller doğrultusunda bölünmüş etkinlik alanlarını ifşa etmenin ötesinde, sorgulayıcı ve eleştirel bir yöntem belirliyordu kendine.
Dünya sanatının son elli yılına baktığımızda görünen o ki; bireysel, toplumsal ve ulus-aşırı boyutlarıyla kimlik sorunu, cinsellik, tarihsel ve kültürel kurgular, küresel politikalar gibi konulara yoğunlaşan kadın sanatçılar, güncel sanata yön veren, yeni bir konum kazandılar.
1976 yılında, kadın sanatçılara görünürlük kazandırmak amacıyla düzenlenmiş olsa da, “Kadın Sanatçılar: 1550’den 1950’ye” başlıklı sergiye yapıt vermeyi reddeden Georgia O’Keeffe; kadın ve erkek olarak bölünmemiş, ideal bir sanat evreninin mensubu olduğunu savunuyordu.
Bugünse, 2000’lerin ilk yirmi yılını geride bırakmışken, sanatı himaye eden bir iş kadınının desteğiyle bir kadın galericinin, kadın sanatçılarla birlikte kurguladığı ve tohumları Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde atılan bir “kadın sergisi” arifesinde çekinmeden söyleyebiliriz ki; kadınlık deneyimi, hayata ve dünyaya bakışımızın olduğu kadar, sanatsal dışavurumumuzun da vazgeçilmez bir unsuru. Ve iyi ki öyle…
Özlem Kalkan Erenus
[1] Virginia Hughes, “Were the First Artists Mostly Women?”,http://news.nationalgeographic.com/news/2013/10/131008-women-handprints-oldest-neolithic-cave-art/, (erişim: 17.05.2020)
[2] Gaius Plinius Secundus, Naturalis Historia (The Natural History), Book XXXV, chapter 43, (english translation: John Bostock), http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3Atext%3A1999.02.0137%3Abook%3D35%3Achapter%3D43, (erişim: 18.05.2020)