SÖYLEŞİ

Kayhan Başoğlu: ‘Her film, bitmiş bir aşk gibidir’

‘Cinlerin sahip olduklarına asla dokunma!’ sloganıyla dikkatleri çeken Sir-Ayet 2 filminin yönetmeni Kayhan Başoğlu ile çekimleri, sinemayı konuştuk.

MELİKE BİRGÖLGE

  • 27 Eylül 2019’da izleyiciyle buluşan Sir-Ayet 2, yönetmenlik anlamında ilk filminiz… Diziler, programlar, reklamlar çektiniz ama film yönetmenliği başka bir tecrübe, başka bir heyecan… Nasıl geldi bu filmi yönetmeniz için teklif?

Öncelikle bu röportaj için size teşekkür ederim. Kesinlikle film yönetmenliği çok başka bir heyecan ve macera… Bu ilk maceramı, bu ekiple yaşadığım için de mutluyum. Türkiye’de de sinema yapmak çok meşakkatli bir uğraş. İnanılmaz bir sabır ve özveri gerektiriyor. Daha önceleri de zaman zaman yine farklı türlerden film teklifleri gelmişti. Fakat gelen tekliflerde ya senaryo kötüydü ya da yapımcılar yapımcılık vasfında değillerdi. İlk filmim için de inanacağım bir ekiple ve senaryoyla yola çıkmak istiyordum. Bu sinema projesinin içinde olmak istememin en büyük sebeplerinden biri de sektörün içinde  uzun yıllar var olan tecrübesi ve kişiliği ile benim için çok özel bir insan olan Ebru Hamamcıoğlu’dur. İkinci sebep de projenin uygulayıcı yapımcılığını yapan Film Fabrikası ve bu fabrikanın ustaları Özgür Bakar ile Alper Kıvılcım oldu. Korku türünde bu kadar başarılı olan bu ikili ile çalışmamak bir yönetmen için çok büyük bir kayıp olurdu. Özellikle Özgür Bakar’ın tecrübesinden faydalanmak, benim için keyifli bir mesai ve çok güzel bir deneyim oldu.

Kayhan Başoğlu & Arzu Suriçi & Melike Birgölge

“İLK FİLMİMİ KORKU TÜRÜNDE ÇEKMEYİ HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM!”

  • Korku filmi tür olarak istediğiniz bir şey miydi? Yoksa gelen teklifi, bu türde de kendi potansiyelinizi görme, yelpazenizi daha da açma alanına giriş tecrübesi olur düşüncesiyle mi kabul ettiniz?

Yönetmen olarak ilk filmimi korku türünde çekmeyi hiç düşünmemiştim. Senaryosunu yazdığım ve iki sene boyunca hayata geçirmek için çaba harcadığım sinema filmimle uğraştım. Aksiliklerden dolayı o projeyi ekip olarak beklemeye aldık. İşte o dönem, Sir-Ayet 2 ile karşılaştığım dönemdir.

“BAZI SAHNELER BENİ FAZLASIYLA TACİZ ETTİ!”

  • Peki sizi ilk başta etkileyen ne oldu bu filmde?

Senaryodan önce ekibin ismi ve tecrübesi beni etkiledi. Ekiple tanıştıktan sonra da içinde olmak istedim. Senaryo elime geçip okumalarım başladıktan sonra heyecanım çok fazla arttı. Çünkü bir yönetmen olarak, okuduğum sahneler beni fazlasıyla taciz etti. Sahnelerin içinde gezinirken, yönetmen olarak dokunuş yapacağım çok fazla alan olduğunu gördüm. Bence, bir yönetmen, bu lüksü ve zevki diğer türlere göre fazlasıyla sadece korku filminde yaşayabilir. Özgür ve Alper ile tanıştıktan sonra ve Sir-Ayet 2  filminin çekimleri bittikten sonra, korku filmlerinin Türkiye’de gerektiği kadar hak ettiği değeri görmediğini fark ettim. Belki de sebebi, fazlaca korku filmi kirliliği olmasıdır. Süreç içinde iyi filmler de zaten öne çıkıyor. Korku filmi bir yönetmen için gerçekten zor bir tür. Üstesinden gelinemezse, ortaya bambaşka bir şey çıkma ihtimali de çok yüksek.

“HUZURSUZ EDECEK BİR FİLM YAPMAK İSTEDİM!”

  • Sir-Ayet 2’yi, diğer korku filmlerinden farklı kılan nedir? Bu filmi izlemeleri için ne gibi sebepleri var, seyirciyi salona çağıran?

Sir-Ayet 2, birinci filminden tamamen bağımsız bir hikayeye sahip. Bence, diğer korku filmlerden farkı, senaryonun kendi içinde güçlü bir kuramsal dramatoloji yapısı olması… Yani izleyicilerimiz korkacağı gibi kendi içinde de giriş ve sonucu olan etkileyici bir hikaye izleyecek. Ben de yönetmen olarak uygulamalı dramaturjisini kendi yönetmen dilime göre sahneledim. Mekan olarak, atmosfer olarak izleyiciyi oldukça zorlayacak ve huzursuz edecek bir film oluşturmak istedim. Ortaya içimize sinen farklı dokusu ve anlatım dili olan bir film çıktı. Sinema izleyicilerinin, filmden sonra salonlardan mutlu ayrılacaklarına inanıyorum.

“YAKINIMIZDAKİ İNSANLARLA MUTLU OLMAYI UNUTTUK!”

  • 27 Eylül’de vizyona girecek olan Sir-Ayet 2’de; zor durumda kalmış bir adamın, içinde yaşadığı zorlukların onu daha da korkunç bir duruma itecek olduğunu beyaz perdeye aktarırken neler geçti düşüncelerinizden?

Senaryomuzdaki karakterlerin karşılığı gerçek yaşamda da var. Oyuncu seçimini de o yüzden çok önemsedim. Beyazperdeye aktarırken karakterlerin dünyasını yansıtacak doğru yüzler bulmam gerektiğini hissettim. O yüzden oyuncu seçme sürecimiz biraz sancılı ve yorucu geçti. Oyuncularımız, perdede gerçekçi ve samimi durmalıydı. Günümüzde maalesef yaşam şartlarından ya da hırslarından dolayı  çok can yakan, başkalarının hayatını da mahveden insanlar var. Zaman zaman da bunları duyuyor ve görüyoruz. Senaryoya bu yönden baktığımda  beni daha da etkiledi. Yakınımızdaki insanlarla mutlu olmayı unutmuş bir toplum hale geldik. Üstümde toplumsal yönden de sorumluluk hissettim.

“İLİŞKİLER TİCARET GİBİ, ÇIKARLAR DOĞRULTUSUNDA İLERLİYOR!”

  • Çıkarları için ölen birinin mezarını gece kazıp, altın dişlerini sökerek paraya çeviren iki arkadaşı ve hayatın, onlardan acısını nasıl çıkardığını izleyeceğiz filmde. ‘Çıkarlar nasıl lanete dönüşür’ün öyküsü bu. Bu öyküden, vizyona yansıyanlardan neler kalacak izleyiciye?

Korku türünde uzmanlaşmış olan senaristlerimiz Alper Kıvılcım ile Koray Yeltekin’in kaleminden senaryomuzda günlük yaşam o kadar gerçekçi ve doğal akıyordu ki, yönetmen olarak da bana düşen bu anları izleyicimize samimi bir dille yansıtmaktı. Şu an toplumsal yapımızda her şey daha çabuk ve hızlı tüketiliyor ve her şeyin daha çabuk olması, elde edilmesi bekleniyor. Toplum olarak artık zamanla yarışıyor hale geldik. Bu da ikili paylaşımları ve samimiyeti yok etti. Her türlü ilişkinin çabuk tükenmesine neden oldu. Bence artık ilişkiler insanların çıkarları doğrultusunda ilerliyor. Ticaret yapar gibi… İnsanların birbirleri ile çıkarları değiştiğinde de  birbirlerine karşı zihniyet ve davranışları da değişiyor. Filmdeki bizim iki arkadaşın ilişkisi de bu noktada. Bu iki arkadaşın filmde toplumun bu yüzünü yansıttıklarını düşünüyorum. Samimiyeti ve saf, duru ilişkileri tekrar hatırlayabilmemiz için etrafımızdaki çocukları yarım saat izlememiz yeterli bence. O yüzden, çocukların bizim vicdanımız olduğunu düşünüyorum.

“BANA GÜVENLERİNİN İŞARETİ, AĞIZLARINDAKİ CANLI SOLUCAN!”

  • Senaryoda Alper Kıvılcım, Koray Yeltekin imzası var. Hikayeyi görsele dönüştürürken attığınız imza, filmle ve oyuncularla ilgili neleri daha da bariz görmenizi sağladı?

Sete girmeden önce senaristlerimizle masa başında çok çalıştık ve tatlı atışmalarımız oldu. Önemli sahnelerin storyboordlarını çizdim, renk paletini belirledim ve ekibimle paylaştım. Efekt ve plastik makyaj gereken sahneleri nasıl çekeceğimizi belirledik. Makyaj ekibi ve sanat ekibimizle defalarca toplantı yaptık. Filmimizin atmosferini iyi yansıtacak mekan arayışları çok titizlikle yapıldı. Masa başı ön hazırlığımızı çok sıkı tutmaya çalıştım. Bu filmi tek başıma çekmedim. Arkamda kocaman yürekli ve tecrübeli bir ekip vardı. Büyük özveri içinde emek harcadılar. Ben bir koyduysam onlar iki koymaya çalıştı. Kurgu ve efekt ekibimizde muazzam bir çalışma çıkardılar. Bu filmde ekip konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Oyuncularımızın çoğunluğu
noname oyunculardı. İyi ve tecrübeli oyuncu arkadaşlarımızla çalıştık. Çoğu tiyatro kökenliydi ve inanılmaz disiplinlilerdi. Çekim öncesi okuma provalarımızı ve önemli sahnelerin oyun provalarını gerçekleştirdik. Senaryoda olmayan fakat sonradan benim eklediğim zor sahneler vardı. Bana güvenip tereddütsüz kabul ettiler.

  • Mesela?

Ağızlarına canlı solucan doldurulması gibi… Oyuncularım da ekibim gibi inanılmaz bir özveride bulundular. Hepsine buradan şükranlarımı iletiyorum.

  • Oyuncuları da analım yeri gelmişken.

 Özer Ulus, Besim Demirkıran, Edip Tutal, Mehmet Aras, Arzu Suriçi, Betül Akdeniz, Cansu Karataş, Mehmet Sabri Arafatoğlu, Suna Sancaktar, Hilal Yurdakul, Ahmet Talay, Ömer Yıldırım, Şahin Öztürk, Erol Karlı, Ebru Gül oyuncularımız.

  • Oyuncular ve ekibin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor, anlattıklarınızın da pekiştirdiği gibi?

Kesinlikle! Bir filmde uyumlu ve sorunsuz, tecrübeli bir ekiple çalışmanın önemini biliyordum ama bu film, bunu tekrardan bariz bir şekilde görmemi sağladı. Beni bir yönetmen olarak özgür bırakan ve Sir-Ayet 2 filmini emanet eden Özgür Bakar’a ve yapımcımız Enis Özkan’a çok teşekkür ediyorum. Benim için keyifli bir mesai oldu.

“SEVGİSİZ BİR İNSAN, ETRAFINDAKİLERİ DE MUTSUZ EDER!”

  • Lanet, hayatları cehenneme çevirir. Tıpkı bir virüs gibi yaşamlarına ve çevrelerindeki sevdiklerine bir bir bulaşır insanların. Bu temayı korku türünde anlatmak, izleyenlere bir şeyleri fark ettirir mi dersiniz? Neleri mesela?

Sevgisizlik lanet gibidir. Sevgisiz bir insan etrafındakileri de mutsuz eder. Eşini, çocuklarını, arkadaşlarını… Veba gibi yayılır etrafa. Sevgisiz  bir ortamda kalan kişi de, hayat karşısında tecrübesizse sevgiyi başka yerde aramaya başladığı an, sevgi diye bulduğu ortamın daha da tehlikeli olma ihtimali yüksektir. Yapılan hatayla domino taşı gibi tüm aileyi etkiliyecek sorunlar başlar. Bizim filmde de sevgisini göstermeyen bir baba ve mutsuz bir aile var. Evde bulamadığı sevgiyi tehlikeli bir arkadaşta bulmuş genç bir çocuk var. Genç çocuğun hatasıyla tüm aileyi etkiliyecek lanet başlar. Bana göre bizim filmimizdeki lanet sevgisizliğin getirdiği sorunları tasvir ediyor. İzleyenler de kendi dünyalarına ve yaşam tecrübelerine göre birşeyler hissedeceklerdir.

“UCUZ DİYE YAPILAN FİLMDE KÖTÜ BİR İŞ ÇIKIYOR!”

  • Sinemada uzun zamandır hep komedi çok tercih edilirken, son yıllarda korku filmi türünde çekilen filmlerin artışını neye bağlıyorsunuz?

Maalesef korku filmlerinde izleyicilerde şöyle bir algı oluşturdular. Ucuz iş… Bu da yatırımcıları ve yapımcıları cezbediyor. Türkiye’de korku sinemasını seven ve ciddi şekilde takip eden kemik bir kitle olunca da korku filmi furyası patlak verdi. Ama ucuz iş diye yapılan filmde kötü bir iş çıkıyor.

  • Ve bunun yanı sıra az önce dediğiniz gibi korku filmi kirliliği de cabası…

Aynen… Sinema izleyicilerinin yaptığı film yorumlarına baktığınızda bile filmlerin fragmanı çıkmadan kötü yorumları görüyorsunuz. Bence bunun sebebi de korku filminin suistimal edilmesi… İyi hazırlanılmadan, çalışılmadan çok fazla düşük bütçelerle sete girilmesinde ortaya kötü işler çıkıyor. Bu da sinema izleyicisinde antipati oluşturdu. Ama emin olun, korku filmi gerçekten çekilmesi zor bir tür. Çok iyi hazırlık yapılması, belli bir tecrübe ve hatırı sayılır bir bütçe ayırılması gerekir. Sir-Ayet 2 filminin başında korku filminde tecrübeli ve deneyimli bir yapım şirketi olmasaydı, ben de büyük ihtimalle yönetmen olarak yer almak istemezdim.

“KORKULARIMIN ÖNCELİĞİ DEĞİŞTİ!”

  • Bu filmle izleyenleri korkutacaksınız. Peki sizi neler korkutur hayatta?

Her kişi gibi benim de kendi iç dünyamda korkularım var ama aile kurduktan sonra ve çocuk sahibi olduktan sonra korkularımın önceliği değişti. Erken ölmekten korkuyorum mesela. Bunun sebebi de çocuklarımın her anını yaşamak istememden kaynaklanıyor. Büyüdüklerini ve yetişkin birer birey oldukları görmek istiyorum. Her anlarında anneleri ve babaları olarak ben yanlarında olalım istiyorum. Yakın çevreme baktığımda bu korkuların aynısını yaşayan başka ebeveynler de görünce içim rahatlıyor doğrusu. ‘Yalnız değilmişim.’ diye… Allah, tüm çocuklarımızı kötülükten korusun.

“HER FİLM, BİTMİŞ BİR AŞK GİBİDİR!”

  • Sinemayla ile ilgili genel olarak sizi en çok heyecanlandıran nedir?

Sinemanın adı heyecanlanmam için yeterli oluyor. Sinema benim için bir yaşam tarzıdır. Çocukluğumdan beri büyük bir tutkudur. Eşim ve çok yakınımdakiler bu tutkumun ne derecede olduğunu çok iyi bilirler. Dilerim son nefesime kadar sinema yapmak nasip olur. Bu güzel soruyu, büyük usta Ömer Kavur’un çok sevdiğim sözü ile bitirmek isterim. “Her film bitmiş bir aşk gibidir. Sinema yapmak istiyorsanız, direneceksiniz. Bu direnç yoksa, dünyanın en büyük kabiliyetli insanı bile olsanız, sinema yapmanız mümkün değildir.”

  • Beyaz perdede izlediğimiz görüntüler, yönetmenin gözüdür bildiğimiz gibi. Hikayenin kağıt üzerinden, yönetmen gözünden ekrana geçişi sırasında; gerek oyunculuklar, gerek görsel olarak istediklerinizi göremediğiniz durumlarda vizyonun hangi gözü devreye giriyor?

Yönetmen olarak sana bir film emanet edildiyse, senin istediklerini görememen gibi şansın yok. Olmamalı da. Az önce de söylediğim gibi, sinema filmi yapmak çok meşakkatli bir uğraş ve zor. Ana akım sinemasına yapılan bir film yüksek bütçelerle gerçekleşmektedir. Filme ayrılan yüksek bütçe, o kalabalık ekip ve senaryo senin sorumluluğuna teslim ediliyor. Bu büyük bir yük ve emanet. Böyle bir durumda da yönetmen olarak dersine iyi çalışman ve kendinden emin olarak sete girmen gerekir. Sette senin ağzından çıkacak kelimeyi bekleyen çok kalabalık bir ekip var. Önünde belirlenen çekim programı var ve o filmi, o sürede, vizyonunu koyarak, düzgün bir şekilde bitirip teslim etmek senin öncelikli görevin.

“MONTAJ SONRASI, KENDİNDEN HİÇ MEMNUN KALMAZSIN!”

  • O zaman şöyle sorayım; bir yönetmen olarak kafanızdaki filmi ne kadar yansıttınız ve ne kadarını çekebildiniz?

Bana göre hiçbir yönetmenin, kafasındaki filmi yüzde yüz çekme lüksü yoktur. Filmin montajı biter ve sahneleri izlerken iç sesin konuşmaya başlar. “Şurayı keşke şöyle yapsaydım. Burası böyle de olabilirdi.” diye. Kendinden hiç memnun kalmazsın. On film çekmiş de olsan, yine bu duyguyu iç dünyanda yaşarsın. Şartların getirdiği olumsuzluklar da oluyor. Mesela gece başlayan çekimlerde sabah kadar arka arkaya üç önemli sahne çekmen ve bitirmen gerekiyor. Başka günde çekme lüksün olmadığı için, o zaman zarfında bir sahneyi planladığın gibi çekemiyorsun. Sahnenin dekupajından ödün vermek zorunda kalıyorsun. Ama her şeye rağmen bu adrenalini ve atmosferi yaşamak muazzam güzel bir şey.

  • Sir-Ayet 2 setinde yaşadığınız ilginç olaylar olmuştur. En enteresan olan bir, iki tanesini paylaşır mısınız?

Bu soru doğal olarak çevremdeki insanlardan da geliyor ama maalesef anlatacağım ilginç veya doğaüstü hikâyeler olmadı. Sadece işin getirdiği minik aksilikler oldu. “Çekerken korkmadınız mı?” diye soranlar da çok oluyor. Ya da “Sonrasında bir şey oldu mu?” diye. Filmi çekerken kalabalık bir ekiple çalışıyoruz. Her sahnenin çekiminde o kalabalık ekiple beraber oluyoruz. Zamanla yarıştığımız gibi herkes de kendi branşına göre işinin en iyisini çıkarmaya çalışıyor ve o an işine konsantre olmuş oluyor. O yüzden korku hali bilinçaltında kayboluyor. Bu oyuncularım içinde geçerli bir durum. Film öncesi birkaç oyuncumuzun fobisi vardı. Mezarlığın içine girmek gibi mesela. Ama o an gelince, o ortamın adrenali ve çalışmasıyla o korkuyu hissetmediler. Korkarak kabul eden oyuncularımız, çekimler başlayınca mesela “Her gün setimiz olsa keşke!” demeye başladılar. Her gün sette bulunmak istediler. Biz ekip olarak korku filmi çektik ama çekimler boyunca inanılmaz eğlendik ve keyif aldık. Yönetmen olarak set ortamında amaçlarımdan ilki de huzurlu bir atmosfer ve ortam oluşturmaktı. Filmin bitiminde de bunu başardığımızı görmek beni mutlu etti. Bu filmi yalnız çekmedim. Arkada görülmeyen kocaman bir ekip vardı. Hepsinin film içinde bir dokunuşu ve emeği var.

“ORİOL PAULO’NUN SENARYOLARINDA ON DAKİKADA BİR TWİST GÖRMEK MÜMKÜN!”

  • Son zamanlarda Hollywood filmlerinden çok daha fazla ilgi gören yapımlar ortaya çıkaran İspanyol korku filmleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

İspanya korku sineması ve İspanya sineması benim için ders niteliğinde bir sinemadır. Çok güzel senaryolar ve filmler çıkarıyorlar. Genelde az mekânda geçen filmlerini izlerken, bulmaca gibi de çözmeye çalışırsın. Düşük bütçeli ve kaliteli filmler çıkartmakta ustalaşmışlar. Rec mesela tek mekânda geçiyor diyebiliriz. Fragile ise sadece gizem dolu sorularla tek binada geçiyor. El Cuerpo da muhteşem bir senaryo ile üç farklı mekânda geçmektedir. İspanya sinemasında benim favorim ise senarist, yönetmen Oriol Paulo’dur. Favori filmlerinden biri de El Cuerpo’dur. Genelde psikolojik gerilim filmleri çekmeyi tercih ediyor. Paulo’nun senaryolarında on dakikada bir twist görmek mümkündür. Hem yönetmen, hem de senarist olarak benim de yapmak istediğim sinema dilidir. Eğer bu yönetmenin filmlerini izlemeyen varsa, muhakkak araştırıp, izlesin derim.

“DÜŞÜK BÜTÇE, BAŞARIDAN ÇOK, BAŞARISIZLIK GETİRİYOR!”

  • Günümüzde sayısı artan Türk korku filmlerinin, en azından bazılarının, iyi olanlarının yıllarca konuşulması ve kült bir film haline gelmesi için ne gibi bir yol izlenmeli? 

Türk korku sinemasına baktığımda genelde başarısız senaryolar ve yanlış cast seçimiyle birlikte, gerektiğinden fazla düşük bütçeli olmalarından kaynaklı sebeplerden dolayı başarıdan çok başarısızlık yaşanıyor. Benim için Türkiye’de yönetmen olarak, bu türü hak ettiği gibi yapan iki kişi var. Bunlar da Özgür Bakar ve Alper Mestçi’dir. Hepsi için söyleyemem ama bunun dışında bazılarının, bu türü suistimal ettiğini düşünüyorum. Arada bazılarının da iyi niyetle yola çıkıp tecrübesizliğe yenildiklerine inanıyorum. Bence ilk başta, bir korku filminin ön hazırlığı iyi yapılmalı.

“İYİ BİR ÖN HAZIRLIKLA BAŞARILI KORKU FİLMLERİ ÇEKİLİR!”

  • Ön çalışmadan çekim sürecine giden süreçte en dikkat edilmesi gerekenler?

Masa başında renk düzeltmesinden makyajına, oyuncusundan efektlerine kadar her şeyi masada bitirmek gerekli. Sete, ekipçe her şeyden emin olarak girilmeli. Ben elimden geldiği kadar her şeyi masada bitirip sete girdim. Mesela Yalçın ve Ümit karakterlerimizi oynayan iki yetenekli oyuncu arkadaşımız, ilk kez bu film ile tanıştılar. Benim için bu iki oyuncunun birbirleri ile olan uyumu ve enerjileri çok önemliydi. Bu oyuncularda karar kıldıktan sonra üç hafta ciddi bir mesai ile beraber vakit geçirmelerini istedim. Bu oyuncu arkadaşlarımız üç hafta boyunca belli zamanlarda aynı evde kaldılar. Gezdiler, yemeğe çıktılar, birbirleri ile vakit geçirdiler. Üç hafta sonra tekrar yan yana prova aldığımda, istediğim şekilde bambaşka bir ikiliyle karşılaştım. Kısaca, iyi niyetle, hak ettiği bütçe ile özgün senaryolarla, iyi bir masa çalışması ve ön hazırlıkla başarılı korku filmleri çıkarmanın mümkün olacağına inanıyorum.

“KENDİ YAPMAK İSTEDİKLERİMİZLE İLERLEMEK KOLAY DEĞİL!”

  • Korku sinemasına devam mı, yoksa kendi yazdığınız, üzerinde çalıştığınız film gibi farklı türlere de geçmek gibi… Bundan sonra yapmak istedikleriniz arasında neler var?

Türkiye’de sinema yapabilmek zor. Kendi yapmak istediklerinle ilerlemek kolay olmuyor. Bunun için bir süreç lazım. Bu süreç içinde de  gelecek olan projeleri değerlendireceğim. Her istediğimiz projeyi yapma zorluğumuz olduğu gibi her gelen projeyi de yapmama lüksümüz de var tabii. Doğru insanlarla, iyi niyetli ortamlarda, iyi senaryoların yönetmenliğini yapabilme derdindeyim. Bunu yapabilmek bile Türkiye’de iyi bir sinemacı olduğun anlamına gelir. Bu süreç içinde “Şartlar neyi gösterir ve bana gözüken yollar ne olur, nasıl olur?” onu zaman gösterecek. Ama benim amacım kendi yazdığım senaryolarımın yönetmenliğini yapmak. Bunun içinde kendi ekibimle zaten çalışıyor ve planlama yapıyoruz. Dertlerim var. Derdimi, gözlemlerimi, hikayelerimi, masallarımı insanlara anlatmak istiyorum. İyi bir masal anlatıcı olduğuma inanıyorum. En azından kızlarım bunu bana inandırdı. Sinema sektöründe en büyük destekleyicim sevgili eşim Gamze. Her anımda ve adımımda onun içten manevi desteğini hissetmek beni güçlü ve kendimden emin kılıyor. İyi ki var.

“HER ANINIZ, ANILARINIZ SİNEMAYA YANSISIN!”

  • Son ve genel olarak neler söylemek istersiniz?

Başta da ifade ettiğim gibi bu samimi sohbet için teşekkür ederim. Çok keyif aldım. Zamanlarını ayırıp bu röportajı okuyanlara da teşekkür ederim. Son olarak şunu söylemek isterim. Zaman hızlı akıyor. Yanınızda bulunan sevdiklerinizle, sevenlerinizle ve en önemlisi ailenizle mutlu olun. Bu çok kıymetli bir şey. Her anınız, anılarınız sinemaya yansısın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu