KÖŞE YAZILARIMustafa Günen

Kavramsal Cümbüş – Mustafa Günen yazdı…

Birkaç bölümdür kavramsal sanatı irdelemekteyim. Sanat yazılarını sık yazmadığım için devam etmekte olan konuyu biraz özetleyerek başlayayım.

Aslında adından da anlaşılacağı üzere kavramsal sanat; dilsel yapı eksenine oturtulmuştur. Zaman içerisinde her ne kadar farklı tanımlamalar yapılsa da uygulama ve sunumlarına baktığınızda basit olarak bir ifade ediş yöntemidir. Kısaca fikir sanatı da denir. Bu yapısından yola çıkarak geçen yazımda çok güzel sunulmuş örnekler verdim ve onların kavramsal ilgilerini yorumladım.

Gelin görün ki bu güzel sunuları gerçekleştiren sanatçılar, gerçekte sanat olduğu bile tartışılan bu yapıtları izah ederlerken adeta  megaloman derecesinde abartmışlardır. Sanatsal yetkinliği, sanat yapma yetkisine dönüştürmüşlerdir. İşte kavramsal cümbüş de bu noktadan sonra başlamıştır. Örnekleri vererek devam edeyim.

Kavramsal sanatın hareket noktası sanatçısı olarak kabul edilen Marcel Duchamp, ”Ben bir endüstriyel üretim parçasına ‘sanat eseri’ diye bakarsam, o andan itibaren galeri mekanında o parça sanat eseri statüsüne geçmiş olur.”

Duchamp, bu ifadesinde ‘ben’ diye başlayarak sanatçı kimlik ve sanatsal yetkinliğini ortaya koymuştur. Bunu tartışmayız. Gerçekten de Duchamp’ın bir sanatçıya yakışan gözlem ve çıkarımları vardır. Birçoğuna katılmadığımı yineleyeyim. Ancak sanatın özgürlüğü açısından mükemmeldirler. Ne var ki sanat eserine dönüşür dediği obje, bir sanatsal nesne değil, hazır yapım da dediği herhangi bir endüstriyel üretim parçasıdır. Yani sanat dışı kulanım amacı için üretilmiş herhangi bir nesne. Onun için bu gibi ifadelerin, bu şekildeki kabullerin, sanatsal pratikte mutlak spekülasyon ve dejenerasyona dönüşeceği kaçınılmazdır. Öyle de olmuştur.

Diyebilirsiniz ki sanatçı kimliği ve kariyerinizle böyle bir yetkiye sahip olunabilir. Duchamp bunu kast etmiştir. Öyle de olsa sonuç yine değişmez. Bir kere sanatçı olmayan biri böyle bir işe kalkmaz. İkincisi zaten dejenerasyon da ancak sanatçılar tarafından gerçekleştirilebilir.

Daha önce de örnekledim. Diyelim ki bir güzel sanatlar akademisi profesör titrine sahip bir sanatçı, ikinci bir uğraş için her hangi bir eşya mağazası açtı, ‘adına da galeri’ dedi. O zaman orada bulunan bütün endüstriyel üretim parçası eşyalar, bir sanat profesörü tarafından sanat eseri statüsüne geçirilmiş olurlar. Her birinin arkasına da felsefi bir jargonda güzel açıklamalar koyarsa, Duchamp dahil hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Mağaza dolusu sanat eseri oluverir.

Hadi Duchamp’ın bu ifadesini kendisiyle sınırlayalım. Duchamp bir galeride sergi açsın, orada oturduğu sandalyeyi veya yazı yazdığı kalemi aklına esti, kendi yetkisine dayanarak standa koydu. O zaman bu sandalye ve kalem sanat eseri mi olacak? Tabi ki hayır. Elbette o eşyalar Duchamp’tan bir anı olarak değerlidir. Ancak sanat eseri olmazlar. Dikkat ettiyseniz galerinin tuvaletindeki pisuarı örnekleyebilirdim ama örneklemedim!

Gerçi Duchamp altmışlı yıllarda bir galericinin aynı pisuarlardan birkaç tane daha yaptırmasına izin vermiş ve kendisi de imzalamıştır. Yazık olmuş! Keşke izin vermeseydi. Neyse, ben ona saygımdan dolayı sonradan yaptırılan pisuarlar için en iyi haliyle ancak reprodüksiyon sayılırlar dedim zaten. Gelelim bir başka örneklere;
Alman sanatçı Kurt Schwitters  “Sanatçının tükürdüğü her şey sanattır.” (Elger,2004:82)
Sanatsal yetkinliği, denetimsiz bir yetkiye dönüştürme içerikli bir yorum daha!

Sanatçının sanat olarak ürettiği şeyler bile ‘ya sanattır ya da sanat değildir’ ikilemi içerisindedir. Onun için sanatçının yaptığı her şey sanattır gibi mekanik düzeyde bir kesinlik söylenemez. Kaldı ki mekanik sistemlerde de bu şekilde yorum yapılamaz. Yani otomobil fabrikasının yaptığı her şey otomobildir diyemezsiniz. O fabrika otomobil yaparsa, yaptığı otomobildir. Başka ne yaparsa yapsın otomobil değildir. Aynı şekilde bu ölçüt; insan için de geçerlidir. Örneğin ”Maradona dünyanın en yetenekli futbolcularından birisidir. Şimdi çıkıp o dünyanın en büyük futbolcusudur, dolayısı ile onun vurduğu her top gol sayılır.” demek gibi saçmadır. Maradona ne kadar usta futbolcu olursa olsun topu kaleye atınca gol olur.

Bir de sanatçıdan örnek verelim. Diyelim ki başka meslekten bir grupla sanatçılar futbol maçı yapıyorlar. Oyuncular için ne diyeceğiz; karşı taraf futbol oynuyor bu taraf sanatsal top gezdiriyor mu?” diyeceğiz. Verdiğim bu örnekler abartılı mı buluyorsunuz? Ya da yanlış anladığımı da düşünebilirsiniz. Öyleyse Schwitters‘ın şu yorumunu da okuyun: ”Bir yapıtı sanat yapan, biçimi, konusu, içeriği, türü ve yansıttığı ustalık değil, sanatçının onun sanat olduğunu bilmesidir. (Kurt Schwitters  (Lynton, 2009:127). Okuduğunuz gibi sadece sanatçının kendisi sanat dediğinde o yapıt sanat olabiliyor, başkası değil.

Üzülerek söyleyeyim sanatçı statüsünü denetlenemez eleştirilemez noktasına çeken bu tür yorum ve önermeler sanat adına akıl almaz düzeysizliklere de sahne oluyor. Böylesi sorumsuzluk modern resimde de sıkça görülen bir durumdur. Dolayısı ile bu gibi yorumlardan gerçek sanat ve sanatçılar zarar görüyor.

Buna da bir örnek vereyim:

Otuzlu yaşlarda ölen genç İtalyan sanatçı Piero Manzoni, 1961’de Milano Palazzo Reale’de açtığı bir sergide içine 30 gr. dışkı koyduğu kutuları, altın fiyatına (37 dolar) satışa sunmuştu. Bugün o dışkıların değeri birkaç yüz bin euro olduğu söyleniyor.

Kavramsal sanatla ilgili bu gibi akla ziyan birçok oluşumlar sergilenmiştir. Sıralamaya değmez. Ancak ben son olarak bir de sempatik bir örnek vereceğim. Ünlü Fransız felsefe profesörü ve düşünürü France Farago‘nun ‘Sanat’ isimli kitabından alıntıdır. Amerikalı sanatçı Robert Barry, “Boşluktan başka bir şey yok. Hiçlik benim için dünyadaki en güçlü şeydir” diyerek kendini ifade eden Barry çalışmalarını da bu eksende yapmaya yönelmiştir. İşte bu dönemde Barry, “Sanatın zorunlu olarak izlenmesi gereken bir şey olması gerektiği” düşüncesini reddeder. (dört söyleşi Art magazine Şubat 1969)

Bu nedenle Barry, sanat eserinin özdeksizleştirilmesi (maddesizleştirilmesi) işine girişir. İlk olarak duyular tarafından doğrudan doğruya algılanamayan fiziksel olgulara baş vurur. Elektromanyetik dalgalar yayan parçalarla ilgilenir, onlara ilişkin sergiler düzenler. Bununla birlikte Barry eserinin imgesini zihninde oluşturup eserin reel yapısını dışarıda bırakır. Bu yöntem 1969 yılında gerçekleştirilen Telepathic piece isimli çalışmasında son bulacaktır: ”Sergi süresince, dil ya da imge aracılığıyla aktarılamayan birtakım düşüncelerden oluşan bir sanat eserini telepatik olarak insanlara ileteceğim” (France Farago Sanat.S.272)

Daha anlaşılır hale getireyim. Amerikalı bir sanatçı olan Robert Barry; sanatın ille de bir nesnesi olması gerekmiyor diyor. Eseri hazırlayıp zihninde imgeleştiriyor ve eserin nesnesini terk ediyor. Daha sonra da zihnindeki eserini telepatik yöntemle izleyicini zihnine aktarmaya uğraşıyor. Yukarıdaki paragrafın basitçe açıklaması budur.

Tabi bu çalışmaya kavramsal sanat yerine bilim kurgu sanat demek daha doğru olur sanırım. Ayrıca bence bu tür eserler, galeride değil de bir medyumun ruh çağırma masasında daha kolay sergilenir. Galericide medyum olunca sanatçı da rahat eder. İşin iyi tarafı da şudur: Eğer sanatsever eseri beğenir satın almak isterse ödemeyi telepatik yolla yapar bu yolla makbuz bile gönderebilir. Nesne olan cebindeki parası da cebinde kalır. Üstelik bu yöntemle bir çok eser alabilir. Bir süre sonra da zihni yalnızca kendisinin görebileceği sanat  müzesine döner.

Bütün bu oluşumlar nedir? Kavram mı sanat mı? Gelecek bölüm…

Mustafa Günen

Başa dön tuşu