KÖŞE YAZILARINihal Güres

Çağlar, dönemler arasında yolculuk: ‘ArifV216’ – Nihal Güres yazdı…

Cem Yılmaz‘ın vizyona giren filmine gittim. Daha önce hiçbir filmini seyretmemiştim. Siyah elbiseler giydiği için ona ön yargım vardı doğrusu.
Film merakla bekleniyordu. Hakkında pek çok rivayetler duyuluyordu; Ajda Pekkan, Zeki Müren, Ayhan Işık.. Nice şöhretler var diye duyuyorduk.

Film ilk başlangıç sahnesinde izleyiciyi avucunun içine alıyor. Yıldızlar arasında arsa, emlak satışları yapan ‘Arif’, eski dostu 216’nın insan olmayı öğrenmek arzusu ile dünyaya gelmesi ile başlıyor. Robot 216, yaşadığı Gora gezegeninde meğer 1960’lı yıllar Türk filmlerini izlermiş ve o filmleri çok severmiş. En büyük arzusu, Kilyos’ta Ediz Hun ve Filiz Akın gibi, sevgilisi ile elele koşmakmış.

Arif önce onun bu naif arzusu ile alay ediyor  fakat dünyaya gelen uzaylının “go home” diye protesto edilmesinin ve var olan tüm ajanların, FBI, CIA, MOSSAD, onları özel merkezlere götürmek üzere kapıya dayanması sonucu mekandan ayrılmak zorunda kalıyorlar. Zaman makinesinde yanlış düğmeye  basınca 1969 yılının naif İstanbul’una ışınlanıyorlar.
Çocukluğumuzdan beri izlediğimiz, “kör kız” mahallesine  düşüyorlar.
Kör kızcağız, iyi kalpli mahalle sakinleri, birazcık saat çalan- o zamanlar 600 000 tl ye saat yok-  hırsızlar,  naif üçkağıtçılar. ..
Şimdiki dolandırıcıların, hırsızların yanında hepsi sütten çıkmış ak kaşık.
Olaylar böyle başlıyor. Kör kız tabi ki şarkıcı ve ameliyatı için 100 000 tl gerekiyor. Ayhan Işık, Sadri Alışık, Filiz Akın, Zeki Müren… Kimi ararsan var filmde.
Oyuncak kralı ve Ajda Pekkan aşığı iş adamı Pertev Bey‘in malikânesi aynı o eski filmlerde izlediğimiz tahta lambri merdivenli yalı.
Bu yalıyı çok iyi tanıyorum. Şimdi Lacivert restoran olan o yalı, rahmetli kayınvaldemin yan komşusu Nur Ataman‘ın yalısı.
Tam da o yıllarda Eczacıbaşı fabrikası yeni kurulmuş, kayınpederim Nasır Güres Bey Eczacıbaşı Fabrikasında muhasebe müdürü, fabrikaya giderken motorla Anadoluhisarı’ndan karşıya Rumelihisarına geçiyor.
Hanımlar da hemen yan eve, yan evde sürekli çekilen Türk filmlerinin setine. Türkan Şoray’dan, Filiz Akın’a kadar, hayran hayran artistleri seyrediyorlar. Filmcilerin biri gidiyor biri geliyor .

Nur Hanım,  sanatçı Kutlu Ataman‘ın annesi. Kayınvalidemin en sevdiği komşusu.
O dönemde yalıda geçen Türk filmlerinin pek çoğu bu yalıda çekiliyor.
Ezbere bildiğimiz parti sahneleri, mini etekli kızlar, saçlar uzun ve mizanplili, erkekler boyunlarında fular ve yakalarında muhakkak o fularla takım bir ipek mendil.

Cem Yılmaz bu filmleri çok iyi izlemiş ve olağanüstü bir şekilde yeniden canlandırmayı başarmış.
Gerçekten seyrederken tamamıyla 1960’lı yıllara gidiyorsunuz. Hepimizin ortak geçmişi olan o dönem, kıyafetleri, şarkıları ile zaman zaman müzikal tadına dönüşerek canlanıyor.

Kör kızın gözleri açılıyor. Robot 216, insanı duyguları, aşkı, Kilyos’ta elele koşma arzusunu, sarı uzun perukaları,  Maksi ve Mini elbiseleri,  küçükken modacı olan teyzemin magazin dergileri – HAYAT – SES – FOTOROMAN
gördüğümüz, yaşadığımız ortak geçmişe yolculuk yapıyoruz.

Hem romantik hem de aksiyon sahnelerini muhteşem bir yaratıcılık ile canlandırmayı başarmış.
Bize o dönemlerde unuttuğumuz, o saf, masum, içten, çocuksu İstanbul’u, Türkiye’yi anımsatıyor. Geçmişteki o filmlerde, mahalle kültüründe kalan o sıcaklığı, dostluğu, komşuluğu hatırlatıyor.
Tüm oyuncular, canlandırdıkları karakterler ile öylesine özdeşmişler ki, zaman makinesi bizim için de çalışıyor sanki.  Hem aksiyon hem komedi iç içe geçiyor, heyecanla seyrederken aynı zamanda da espri bombardımanına maruz kalıyorsunuz.

Cem Yılmaz, ”şu ülkenin % 90’ı sanatçı” diye övünebilecek bir siyaset adamının gerekliliğini kesinlikle vurguluyor.
Bu kadar başarılı filmciler var, oyuncular var, dekor , kostüm hepsi mükemmel. Oyuncular hepsi başarılı. Ülkemizi temsil eden sanatçılar kesinlikle dünya çapında. Sanatın tüm dallarında yüksek bir başarı var. Çünkü bir geçmişimiz var. Çok zengin bir geçmiş, zengin bir kütüphane,  açıp açıp okunacak yıllar var geçmişimizde.

Gora gezegeninden gelen Robot 216 , yalnızca insan olmak istiyor. Bazen unuttuğumuz şey, yalnızca insan olmak. Dinler, ırklar, cinsiyet ayrımları bizi bölen, parçalayan şeyler değil, yalnızca birleştiren unsurlar olmalı. % 90’ı müslüman olan bir ülke yerine, % 90 i sanatçı olan bir ülke olarak anılmayı hak ediyoruz. Kimsenin inançlarının sorgulandığı ya da sorgulanacağı bir ülke değil. Herkes iç dünyasını istediği gibi kurgular, yaşar. Dış dünyamız yalnızca sanat, insanlık ve vicdan olmalı.

Ülkemizin insanı Zeki Müren’in parlak, ışıltılı dünyasını baş tacı yapmış. Yıllar geçse de unutulmayacak ortak geçmişlerimiz var. O eski Türk filmlerini seyrederken hangimiz Türkan Şoray, Filiz Akın olmadık? Hangimiz Hulusi Kentmen‘in babacan, sıcak, birleştirici nasihatleri ile kendimize ayar çekmedik.

Sonuç olarak geçmişimizi, yaratıcılığımızı, sanattaki başarılarımızı bize yeniden canlandıran ve kalbimizi kırpıştıran bu film bir “BARIŞ-HOŞGÖRÜ-İNSANLIK manifestosu. Bizi birleştiren, geçmişimizin muzip hatıralarını canlandıran Cem Yılmaz ve ekibine çok teşekkür ediyorum.
Biz bir bütünüz.
Bizim ülkemizin % 90’ı sanattan anlıyor, anlayacak.
Dünyaya, hoşgörümüzü, sevgimizi ve insanlığımızı yayacağız.
Gora gezegeni ile öykülerimiz sürsün.
Barış kütüphanemizde çok zengin bir mirasımız var.

Nihal Güres

Not: Herkes kendi filminde Ajda Pekkan, Zeki Müren olabilir. Ben bazen oluyorum ve teklif bekliyorum.  Hayat ancak kahkahalara yetebilecek kadar kısa.

Başa dön tuşu