KÖŞE YAZILARIÖzlem Kalkan Erenus

Ölümün Giremediği Bahçe – Özlem Kalkan Erenus yazdı…

“Ey yabancı! Burada mutlu olacak ve iyi vakit geçireceksin. Burada haz, en yüksek iyiliktir. Buranın bekçisi, bu nazik ev sahibi, emrinde olacak; seni her zaman ekmekle karşılayacak ve sana bol bol su ikram ederken şöyle diyecek: ‘Yoksa iyi ağırlanmadın mı? Bu bahçe iştahını kabartmaz, aksine onu doyurur. Sunduğu her içkiyle seni biraz daha susatmak yerine; susuzluğunu doğal bir tedaviyle giderir – ücret gerektirmeyen bir tedavi… İşte ben, bu hazzı duyarak yaşlandım.’ ”(1)

Eski Yunan aristokratları soylarını yeryüzünün, denizlerin ve yeraltının tanrılarına bağlar, başarılarında ve başarısızlıklarında onların etkili olduğuna inanırlardı. Şehirlerin en güzel yerlerine bu tanrıların onuruna tapınaklar dikilir, kendilerine kurbanlar sunulan törenlerde, gazaplarından uzak kalma ümidi şehrin tüm sakinleriyle paylaşılırdı. Ne de olsa, zenginlik, şan, şeref, mutluluk ve haz, tanrıların aristokratlar eliyle hüküm sürdükleri bu topraklar üzerinde varlık bulurken, ölümden sonra insanları bekleyen yeraltının acıyla yüklü karanlığıydı.

Epiküros işte böyle kurgulanmış bir dünyaya doğacaktı. Şehir devletleri arasında ardı arkası kesilmeyen savaşların yarattığı sefalet ve kargaşa karşısında, korku ve huzursuzluktan uzak bir hayat yolu, derin bir dinginlik içinde mutlulukla sürdürülecek bir yaşam arayışı kaçınılmaz görünüyordu.

Attika’nın eski bir aristokrat soyundan gelen Epiküros, Platon’un ölümünden birkaç yıl sonra, M.Ö. 341 yılında, ailesinin on yıl kadar önce göçmen olarak gittiği Samos (Sisam) adasında doğar ve burada büyür. Platon’un Samos’taki takipçilerinden Pamphilos ile başladığı felsefe eğitimini, (günümüzde Seferihisar yakınlarında bulunan) Teos kentinde, Demokritosçu okulun filozoflarından Nausiphanes ile sürdürür. M.Ö. 323’te askeri eğitim için Atina’ya gider. Atina’dan ayrılınca da, bu kez Kolophon’a (Değirmendere) göç etmiş olan ailesinin yanına giderek, düşünsel gelişimini orada tamamlar.

Kinikler ve sofistler gibi, şehirden şehire dolaşarak, bir tür gezgin hayatı yaşamakta olan Epiküros’un Attikalı damarı bu göçmen yaşantıyı bir türlü kabul etmez. Şehir insanlarıdır Atinalılar. Epiküros da kentli kimliğine uygun biçimde kök salmak ister. O güne kadar almış olduğu eğitim ve iç dünyasında duyumsadığı eğilimler Epiküros’u, tıpkı Platon ya da Aristoteles gibi, tam filozofça bir yaşam sürme hedefine yöneltir. Bu amaçla, M.Ö. 310 yılından başlayarak Midilli ve Lapseki yakınlarında kurduğu okullarda çevresine öğrenciler toplar. Ailesinin esas memleketi olan Atina’ya göç etme kararını almasıysa, ancak birkaç yıl sonra mümkün olur.

İlkçağ filozoflarının eğitim etkinliklerini kamusal mekanlarda sürdürmeyi sevdikleri bilinir. Platon’un Akademisi, Aristoteles’in öğrencileriyle birlikte revaklarında yürüyerek ders verdiği Lyceum ve Zenon’un öğrencileriyle buluştuğu Stoa Poecile (Resimli Stoa) bu tür eğitim mekanlarının en bilinen örnekleri arasındadır.

Epiküros ise bu geleneğin dışında bir yol izler: M.Ö. 307-306 yıllarında Atina’nın hemen dışında, Dipylon Kapısı’ndan Akademi’ye doğru giden yolun üzerinde, büyük bir bahçe içinde bulunan bir ev satın alır. Epiküros’un hazcı felsefesi, kendi mülkü olan bu bahçede serpilir. Kentin dışında, zevk veren, özel bir mekan olarak bahçenin kendisi, bir tür özgürlük alanı ve Epikürcü okulun hazcılığı için bir sembol haline gelir. “Bahçe Filozofları” olarak da anılan bu yeni topluluğun takipçileri arasında kadınlar ve hatta köleler de bulunur. Kendisine derin bir sevgi ve saygıyla bağlanan öğrencileriyle çevrili olarak, Epiküros burada 36 yıl yaşar. M.Ö. 270 yılındaki ölümünün ardından okulu, sadık takipçileri tarafından, kesintisiz olarak yüzyıllar boyunca varlığını sürdürür.

M.Ö. 1. yüzyılda, Roma Cumhuriyeti devrinin sonlarında ve bunu takip eden Roma İmparatorluğu döneminde de aktif durumda bulunan Bahçe’nin Helen takipçileri arasına Romalılar da katılır. Romalı şairler arasında en büyük dahilerden biri olarak kabul edilen Titus Lucretius Carus’un Epiküros’un öğretisini açıklamak amacıyla altı kitap halinde ve heksametre vezninde yazdığı “De Rerum Natura” (Şeylerin Doğası Üzerine) şiiri, Lucretius’un ölümünden sonra Cicero tarafından yayınlanarak, Epikürosçu düşüncenin geniş kitlelere ulaşmasında son derece etkili olur. Eski Yunan dilinin Batı Dünyasında unutulmaya yüz tuttuğu dönemlerde Epiküros felsefesini diri tutan, Lucretius’un şiiri olur. 9. Yüzyılda çoğaltılan el yazması kopyalar Ortaçağ’da yüzyıllar boyunca ortadan kaybolsa da, 1417 yılında Almanya’nın güneyindeki ücra bir manastırda İtalyan hümanist Poggio Bracciolini tarafından yeniden bulunur. Başta Katolik Kilisesi olmak üzere tüm güç odaklarının baskılarına rağmen, 15. Yüzyılın ilk yarısında şiirin yeni kopyaları yaygınlaşır ve Epikürosçuluk bir anlamda, Rönesans’ta bir kez daha keşfedilir.

Demokritos’un geliştirdiği atomculuk felsefesine bağlı olarak benimsediği doğa anlayışından beslenen bir etik düşünce ortaya koyan Epiküros’a göre; felsefenin temel amacı, insanı dinginliğe ve mutluluğa ulaştırmaktır. Esas etkinliği etik alanında yoğunlaşan Epiküros, doğa bilgisini de ancak bu amaca sağladığı katkı oranında önemli bulur. Düşünce sistemi, İlkçağ’da yaygın olduğu gibi; Fizik, Kanonik (Mantık) ve Etik olarak üç ana bölüme ayrılmakla birlikte, ancak birbirleriyle ilişki ve bağlantı içinde anlamlı bir bütün oluşturarak merkezi bir hedefe yönelir: “Varlığın olanaklı en büyük, en sakin ve en duru hazzını göstermek ve onun yolunu çizmek.”

Epiküros’un yöneldiği haz, hiçbir zaman kaba anlamıyla bir zevk ya da şehvet olmamıştır. Tam ve mükemmel mutluluk durumunu; beden alanında acısızlık, ruh alanında ise tam bir huzur olarak tanımlar. Yaşamın hazlarını yakalamaktan söz ederken, hazza ilişkin tek tek duyumları değil, bütün bir hayat mutluluğunu kasteder. Onun hedeflediği, varlığın kendisinden alınan zevktir. Kendi analojisiyle; “sadece hafif hafif kımıldayan, ışıklı ve durgun bir denize benzetilebilecek, hep aynı kalan mutlu, neşeli bir ruh durumu…”

Şimdiki zamana ait haz ve acılar doğrudan bedeni etkiler. Buna karşılık ruh, geçmiş ve geleceğin haz ve acılarını da duyar. Epiküros, kötü anıları bulunmayan bir geçmişle, ruhsal ve bedensel bir huzur içinde bulunan şimdinin ardından, korku ve endişeden arınmış, güven duyulan bir geleceği kapsayan, acısız bir ruh ve beden durumunu hedefler. Buradan hareketle Epiküros, tam sağlıklı bir beden ile ruhun heyecansızlığının birleşmesini, en üstün yaşam biçimi olarak değerlendirse de, Epikürosçuluk özellikle Ortaçağ boyunca çok yanlış yorumlanır ve neredeyse putperest, pagan, sapkın gibi tanımlamalarla eş anlamlı tutularak, basit dünyasal hazlar peşinde koşmak şeklinde algılanır. Oysa Epiküros’un öğretisi bedensel hazları değil, tinsel hazları önde tutar.

Bedenin acısızlık durumunda olması bedensel haz olarak yeterli koşuldur. Daha doyurucu ve süreklilik arz eden tinsel hazlar ise, insanı gerçek mutluluğa götürür. Bu da bilgece bir yaşamı gereksinir. Epiküros, içki alemleri ve ziyafetlerden ya da rastgele bedensel zevklerden gerçek yaşamsal hazların elde edilemeyeceğini açıkça belirtir. Zenginliğe, şan ve şöhrete de değer vermemek gerektiğini söyler. İnsanoğlunun bu tür sahte zevklere ve yanıltıcı servetlere ihtiyacı yoktur. Zenginlik ve toplumsal mevkiler uğruna sonu gelmez tasalar içinde çabalamaktansa, alçak gönüllü beklentilerden kurulu, sakin bir mutluluk durumu yaratmayı önerir. Böylesi bir mutluluğun esas koşulu da, düşüncede ve eylemde adaletten ayrılmayarak, suçsuz bir vicdana sahip olmaktır. Bu şekilde, zihinsel huzurumuzu bozan cezalandırılma korkusu bizden uzak durur.

Özlem Kalkan Erenus – Yüz Yüze, 2009- 90 x 80 cm. Tuval üzerine karışık teknik

Epiküros’a göre bir “öteki dünya” yoktur; ruh ölümden sonra ne mükâfat görebilir, ne de cezalandırılabilir. Ölümümüzle beraber birliklerini kaybeden atomlarımız, kendileri yok olmaz; başka yeni nesnelerin kuruluşunda malzeme olarak kullanılırlar. Ruhumuz da atomlardan meydana geldiği için, tıpkı bedenimiz gibi, ölümümüzle birlikte kendini oluşturan atomlara ayrışır. Organizma dağıldıktan sonra ruhun yaşamını sürdürmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Bu durumda, ruhumuzun ölümden sonra karşı karşıya kalacağı çileli bir yazgıya yönelik tüm korkularımızın boş olduğu açıktır: Tek bir kez doğduğumuz ve ölünce de sonsuza kadar bir kez daha var olamayacağımıza göre, bu tek seferlik hayatın kendisi, tek ve büyük bir amaç olarak karşımızda durmaktadır.

Epiküros’un bu yaklaşımıyla, ölüm korkutucu olmaktan çıkar. Atomlarına ayrılmış bir ruh için artık herhangi bir duyarlık ya da duygu söz konusu olamayacağından, ölümün bizimle ilgisi yoktur. Ölüm, bizim için bir hiçtir: “Eğer biz varsak ölüm orada yoktur, eğer ölüm orada ise, o zaman artık biz yokuz” diyerek, ölümün insanlar üzerindeki gücünü ve yaptırımını elinden alır. Israrla ölüm korkusunun gereksizliğini vurgular: “…eğer biri ölümden, acı verdiği için değil de onun mutlaka geleceğini bilmenin acısıyla korktuğunu söylerse, o bir delidir; çünkü varlığı bizi ürkütmeyen bir şeyin sadece beklendiği için ve beklendiği sırada bizi tasalandırmasına sebep yoktur.” Epiküros’a göre; biz insanlar ölüme yargılı olsak da, hiçbir zaman ölü olamayız. Ne de olsa, ölüm geldiği zaman biz artık orada olmayacağız.

Ölümden sonra tanrıların gazabına uğrama tehdidini de geçersiz kılan hayat görüşüyle Epiküros, varlığını hiçbir zaman inkar etmediği tanrıları, nezaketle insan hayatından uzaklaştırarak, onların korkunçluklarını da ellerinden almış olur. Böylece insanlığı baskı altına alan en büyük iki korkuyu da geçersiz kılar.

Epiküros tüm öğretisiyle, ölümün karşısına yaşam gerçeğini koyar. Elimizde olan bu biricik ve yenilenemez, hedefleri başka bir dünyaya ertelenemez yaşam ile ne yapacağımız, bizden yanıt bekleyen tek sorudur…

Özlem Kalkan Erenus

Kaynaklar:

Eduard Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, Çeviren: Ahmet Aydoğan, Say Yayınları, 2017 ss.318-330

Epikouros, Mektuplar ve Maksimler, Çeviren: Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1962

(1)Epiküros’un bahçesinin girişinde yazan sözlere dair, Seneca’nın Ahlâki Mektuplar – Mektup 21’deki aktarımı. (https://en.wikisource.org/wiki/Moral_letters_to_Lucilius/Letter_21 , İngilizceden çeviren: Özlem Kalkan Erenus)

Başa dön tuşu