Kozmik Sanat – Bülent Bakan yazdı…
Günlerden gevşek karantina günlerinde ‘rahatça uyuşmuş’ olduğum günlerden birinde Roger Waters’ın ‘aynı gökyüzünde iki güneş’ kaydı çekik gözlü kuşun ekranından çalmaya başladı. Bir nükleer felakete hiç bu kadar yakın olmadığımızdan yakınıyordu. Nükleer başlıkların otomasyonlarına birkaç Rembrandt ve üç-dört Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso harcayan yeniyetme obez dünya, bitmiş bir savaşın galibiyken uçaktan attığı ‘şişman adam’ ve ‘küçük çocuğun’ binlerce sanat şaheserini yok ettiği ve yüzlerce sanatçının hayatını kaybettiği umursamaz tutumuna geri döndü yine. Geçmişin geleceğindeki hangi sanat şaheserlerinden mahrum kaldığımızı ise hiç bilemiyoruz. Şişman adamlardan ve küçük çocuklardan bizim siyahkalemleri kaçırmanın yolu onları yerçekimsiz ortama göndermek olabilir ancak. Uslulararası uzay istasyonunda yerçekimsiz ortamda uçuşan resimleri insan gözünün önüne getirince; Prado Müzesi‘nde karantinadan çıkan ve sosyal mesafe kurallarına uyan Goya’ların uzayda nasıl görüneceğini merak ediyor. Devlerin yarattığı terörden kaçan devlerin yarattığı terör resimleri en güzel Uslulararası Uzay İstasyonuna uyar.
Yörüngede kol kola uzay yürüyüşünü yarım yüzyıldan beridir sürdüren yeni yetme obez dünya ile buzlar kraliçesi yerde birbiriyle yine koz maça oynamaya başlıyor. Mahalleyi haraca kesen iki üç kabadayının hasılatı meyhanede yemeye gitmesine benziyor bu iş. Yıllardır ortalığı haraca kesenler konu uzay olunca işbirliğine şişman adam ve küçük çocuk ortalığı kasıp kavurduğundan beridir devam ediyor. Pandemi ile mücadele eden kürenin sağlık örgütü var, işsizlikten kırılan kürede iş ve işçi bulma vazifesi hariç her şeyi yapan bir örgütü var, kürenin eşsiz kültür varlıklarını koruyan, obezlerin cüzdanını şişirmesini uzaktan izleyen kürenin ekonomi örgütü var ama uluslararası uzaya hangi sanat eserinin gönderileceğine karar veren küratörleri olan bir uzay örgütü yok. O yüzden bu iş Güney Afrika’nın bağrından çıkmış roket sevdalısı bir terziye kalmış durumda.
Kürenin madeni bitti biraz da uzay boşluğunda serseri mayın gibi dolaşan kayalarda altına hücum dönemi yaşayalım diye en yetenekli elleri bir araya toplarken kürenin geri kalanını ortaçağ dönemine geri döndürmenin bir anlamı olmalı. Venüs’te elmas yağmurları yağarken Titan’ın dinozor kanı ile doymuş gölleri olduğunu gördüğünden beridir hazine sandığını kimselere kaptırmak istemeyen korsan gibiler. Yakında ayın yörüngesinde üretilmiş moonsprinleri, ayın karanlık tarafından devşirilmiş bol mineralli maden suyu ile içerken alışverişimizi Mars-Mart’lardan yapıyor olacağız. Bu arada pastanın kırıntısını kimseye kaptırmamak için kürenin kanaat önderi kutsal kütük de evrendeki kaynaklar kısıtlı temalı filmler üretmek için bir çizgi roman kahramanını işe alıyor. İlk ortaya çıktığından beridir kapitalizm kapitalini kimseye kaptırmamak için her türlü yalandırma, dolandırma işini kıvırabilmek için gerekli her türlü kurumsal altyapısını kurmak için gece günsüz üç vardiya çalışmaya devam ediyor. Şimdi de kürenin amazon yerlilerine uzayı kapatırken Marstaki otobana yerinden etmek için kıydığı yedi milyon bizonun dolaştığı çayırlıkların yerli dilindeki ismini verebilir. Yaratıcılığın ve bol yüzlülüğün sınırları hiçbir zaman belli olmadı kürede.
Biz de bu arada karantinanın en kasvetli günlerinde bu şarlatanlıkları izleyerek vakit öldürüyoruz. Yine de bir sanat eserinin(Trevor Paglen-Orbital Reflector) uzay boşluğunda bir yerlerde olduğunu bilmek umut veriyor insana. İnsanlık için her zaman umut ışığı vardır. Yoksa Kızıl gezegende patates tarlalarında, kızıl tuğla fabrikalarında, yol inşaatında çalıştırılacak kölelerden biri olma olasılığı insanda karabasan haline gelebilir. İlk andan beri köleci olan Homo Sapiens yeni gezegende bu işler için yapay-mapay bir şeyler yaratacak, sonrasında bu zekânın kölesi haline gelince de şaşırmayacaktır. İlk çağlardan beridir kendi yarattığı yalan imgenin esiri haline gelmiş olan Homo Sapiens bu yüzden tam bir trajedi serisi yaşatmış durumda. Bunlardan birine ‘kölelik sonrası travma sendromu’ adını verdi bunu da son dört yüz yılla ve kara-kıtalı olanlar ile sınırladı ama bu işin kökeni ilk zamanlara kadar gidiyor. Kölelik tahmin edilenden çok daha eski ve ‘kölelik sonrası travma sendromu’ çok daha yaygın.
Bugün bile halen köleci olan yeniyetme obez dünyanın muhtarına covid bir iyilik yapsa da karaciğer enzimlerini değiştirip derisinin rengini sonsuza kadar değiştirse belki kürede birkaç taş yerinden oynar. (Çin’de bunu iki doktor üzerinde denedi de kimse fark etmedi.) Kürenin her yerinde bolca görülen taşların üzerindeki ve mağaralardaki semboller bile belki kölelikten kaynaklanan bu travma yüzünden olabilir. Mağaralardaki ve kayaların üzerindeki eller belki de köle tacirleri götürmeden önceki ‘Fred Çakmaktaş burada idi’ mesajıdır.
Kürede yerin altında taşları yerinden eden nükleer denemelerin yeniden başlamak üzere olduğu bir dönemde yeni travmaların yaşanmaması için butik sanata ve etik bilime çok iş düşüyor. Uzay boşluğunu E.T ordularına, lazer silahlarına değil uzay sanatına açmanın gerektiği bir dönemde Homo Sapiens’in nano boyutlu zorbanın verdiği mesajı iyi algılaması gerekiyor. Her türden yaşamın değerini anlamamızı sağlayacak olan etik bilim ve butik sanattır. Karantina döneminde patlama yaşayan sanat üretimini açık havaya, kapalı alanlardan daha çok sokaklara meydanlara köy yollarına ve köy meydanlarına taşıyalım. Sanat eserlerini saf oksijen kıvamındaki kalabalıklara ulaştıralım.
Duvarlarınız da boş kalmasın meydanlarınız da. Rahat bir nefes alalım hep beraber.
Bülent Bakan
Hocam yine keyifle okudum.
Kutlu olsun.
İşte daima optimist olmamız gerektiğini vurgulayan güzel bir tümce ”İnsanlık için her zaman umut ışığı vardır.” Kalemine sağlık.
Bülent Hocam kalemine sağlık, doğru “duvarlarımız boş kalmasın” keyifle oturup seyredelim.