Kuşburnu – Zeynep Ersen yazdı…
Kuşburnu çayının müptelası olan Menan, hemen bu sabah taşındığı Burgaz Adası’nda kuşburnu çayı servisi yapan hiçbir çay bahçesi ya da kafeterya bulamadığı gibi burada marketlerde de kuşburnu çayı satılmadığı için kendisini dermansız hissediyordu.
Eşyaları yeni taşınmıştı ve tekrar başka bir barınak düşünecek parası da kalmamıştı. Son çare olarak akşama değin adanın altını üstüne getirdi, çayırda çimende kuşburnu aradı. Nafile. Sordu soruşturdu. Olamaz! Menan, Prag’dan, yapmadığını adı gibi bildiği telefon görüşmelerinin parasını isteyen telefon şirketinin faturalarını prensip gereği ödemek istemediği için kaçmak üzere yaşayacağı yeni yeri seçerken, çocuksu bir coşkuyla Türkiye haritasını önüne almış ve gözlerini kapayıp işaret parmağını şöyle bir döndürdükten sonra parmağın rastgele konduğu bu adaya bir ay içinde, işte bu sabahın beşinde taşınmıştı. Bu ancak tasasızların yapabileceği bir aptallıktı. Bölge seçerken, öz disiplinin gerektirdiği unsurları hesaba katıp mantık güderek, kuşburnu çayı hakkında bir soruşturma yapmış olsaydı, Gümüşhane’de karar kılmış olacak ve şimdiye değin, en olmadı, yaylanın birinde kendi çayını demleyecekti. Sinirleri son derece bozuk olduğu için, yol üstünde kendisinden para isteyen bir dilenciyi gözlerden uzak bir yere götürüp dövdü. Bu adada bulunması kendisine artık çok anlamsız görünüyordu. Zaten anlamsızdı. Ne işi vardı ki burada. Mutsuz bir halde yeni evine girdi ve aç karnını ekmekle doyurdu. Çayını içemedikten sonra ne yediğinin de hiçbir önemi yoktu.
Çay burnunda tüter halde uykuya dalmaya çalıştı. Birkaç saat sonra, -belki sabah saatlerinde- kapısı çalındı. Fakat Menan tüm geceyi kanepe üzerinde uyumadan, öfkeli, üzgün ve bitkin geçirdiği için kalkıp kapıyı açacak takati kendisinde bulamadı ve oturduğu yerden “Kim o?” diye seslendi. Kapıya vurmuş olan zat, soruya yanıt vermek yerine bu defa zile bastı. Menan doğrulmadı. Gelen kişinin ortadan kaybolmasını bekledi. Sonra kendini yatağa attı. Üst komşu müziğin sesini sonuna kadar açmış, bir Macar dansı dinliyordu. Menan bundan rahatsız olmadı ama müziğin yüksek sesle dinleniyor oluşunu kendisine yapılan bir saygısızlık olarak görmesi gerektiğini ve artık alt katta birinin yaşıyor olduğunu komşusuna göstermenin bir zorunluluk olduğunu düşündüğü için kalktı ve tavana çalı süpürgesi sapıyla güm güm güm üç defa vurdu. Sesi duyuramamış olduğunu anladı ve ezberden bildiği Macar dansının dörtlük es anı geldiği gibi, süpürge sapıyla tavanı adeta çatlatmak hevesiyle bir daha vurdu. Eylem başarıyla sonuçlanmış, müzik bir yerlerde kaybolmuştu. Menan yaptığından memnun, tekrar yatağa yattı. Pişman oldu. Müzik seti taşınma esnasında bozulmuştu ve Menan her zaman müzik sesiyle uyurdu. Neyse ki fırtına kopmasıyla çıkan gümbürtü de uykuya dalmasına yetti. Rüyasında bir restoranda kuşburnu çayı içiyor ve kaburga yiyordu. Ete tuz dökmek üzere davrandığında masadaki tuzluktan da biberlikten de biber döküldüğünü gördü ve rüyası kâbusa dönüştü.
Dehşet içinde uyandığında, henüz yirmi dakika bile kestirmemişti..
Uykusuzluktan ve açlıktan başı dönüyordu. Kendini sokağa attı. Kaldırımda, elinde bastonu, insanların arasından küskün bir balet edasıyla yürürken, siyah paltosunun sol kolunun bordüründe bir sökük gözüne çarptı. Önüne gelen ilk genç ve güzel kadına –Menan aslında sadece genç ve güzel kadınlarla bir arada olmaktan hoşlanırdı- söküğü dikip dikemeyeceğini sordu. Kadın tabii dedi ve Menan’ı bir terziye götürdü. Menan neden orada bulunduklarını anlamadı. Sordu. Ne de olsa söküğü ‘’küçük hanım’’ dikecekti. Küçük hanım bu terzide çalıştığını söyleyince Menan öfkeden bayılacak gibi oldu. Terzi, Menan’ın üzerinden ceketini çıkarmak için davranınca Menan arkasını dönüp çıktı gitti. Tüm parasını kızı yemeğe davet etmek için seve seve harcardı ama böylesi bir küstahlık görülmemişti doğrusu. İşte apaçıktı. Kuşburnu çayını içemediğinden beri yaşam bir kâbusa dönüşmüştü.
Zeynep Ersen