Martılar, Kargalar ve Kediler – Bülent Bakan yazdı…
Son günlerden bir gün sadece her yanı buruşmuş kıta Avrupa’sının değil kürenin en yeşil kampüsünde bir eğitim dönemi daha sona erdi. Mezunlar diploma almadı. Keplerini de atmadılar, marş dahi söylemediler. İşin garibi bazıları hariç hayat pahalılığından beli bükülmüş kampüs sakinlerinin dikkatini bile çekmediler. Mezuniyet hakkını kazananlar yeşil kampüsün kanatlı sakinleri martılar ile onlarla rekabet halindeki kargalar ve kediler.
Bahar bir türlü gelmezken martılar her dönem olduğu gibi orta bahçenin orta yerinde insanlardan bir adım öteye yuva yaptılar. Sonra da o yuvada kuluçkaya yattılar. Bu arada finaller ve sonrasında bütünlemeler yapıldı. Onlar hiç istiflerini bozmadılar. Sabahtan akşama akşamdan sabaha canları sıkılıp selfie de çekmediler. İki vardiya çekip paydos zilinde gaza gelip kahve içmeye de gitmediler. Sohbet ettikleri bile görülmemiştir. Bu işi öyle ciddiye aldılar. Yanlarına yaklaşırsanız yaygarayı bastılar. Yağmurda ıslandılar kıpırdamadılar, hava soğudukça iki büklüm oldular ama vazgeçmediler. Sonunda kampüsün her yanını yumurta kabukları kapladı ve okulun yeni denizcileri kayıtlarını yaptırmak için üniversite sınav sonucunu beklemediler bile. Yumurtadan çıkan yavrular kül rengi tüyleri ile meraklı gözlerle derse başladılar. Onları gördükçe dersleri neden deniz kenarında karşıdaki adaların kumsallarında vermiyoruz diye hayıflanır olduk. Onlar doğduktan sonra gerçek hocaların nasıl dikkatli bir şekilde gelişme ve büyüme evresini yönettiklerini gördük. Eğitim günün her dakikasında devam etti. Nöbetleşe mama peşinde koşan hocaları martı yavrularını kursaklarından kustukları yarı öğütülmüş karman çorman çorba ile beslediler.
İşin en ilginç kısmı yavruların büyüme hızı oldu. Her gün her dakika boyutları değişti. İnsanlar ile diğer yaratıkların çoğunluğu arasındaki en önemli fark yavrulamaya hazırlık ve büyüme evresinin uzunluğu. Evrimsel olarak insanların bir araya toplanmasının ve toplayıcılıktan avcılığa sonrasında tarım toplumuna evrimleşmesi, insanoğlunun tek başına bu süreci götürememesindendir. Homo Sapiens bir araya toplandıktan sonra ilk icraatları Neandertaller’in kökünü kazıyıp Mamutları tarihin mezarlığına gömmek olmuş. Bugün kürenin başına bir bela gibi çöküp, kürenin altını üstüne getirmekle meşgul. Onun işini bitirdikten sonra sıra Ay’a, Mars’a ve sıra ile gaz küreleri hariç geride kalan yaşamaya müsait uydular ve gezegenlere saracaktır. Carl Sagan bu tehlikeyi önceden görüp aman ‘Mars Marslılarındır. Dikkatli olalım’ demiş olmasına rağmen şu an gezegenin orasında burasında arızalanmış, pili bitmiş yere çakılmış yüzlerce Uzaylı çöpü gezegeni çöplüğe çevirdi bile. Yetmezmiş gibi bir de Mars’ın yörüngesini otobana çevirdik arabanın hibritini Marslılara reklam diye dolaştırıyoruz. Bir gün Mars gezegeni, otobanlarında hız limiti olmadan dolaşılabilen bir karbondioksit küpü olursa şaşırmayın. Homo Sapiens akıllanmazsa galaksinin başına gelen en büyük felaket olabilir. Kapitalizmin küreselliği bırakıp kozmolojik bir seviyeye çıkması an meselesi. Tam bir felaket.
Yavrular ışık hızında büyürken ebeveynlerinden çok farklı tüylere sahipler. Bizim okulun üniforma disiplinine uygun davrandıkları kesin. Mezuniyetlerine yakın hocaları çok daha dikkatli davranmaya başladılar. Kanatları iyice güçlenip boyunları kafalarını taşımaya başlayınca onları köşe kenar neresi bulurlarsa oraya doğru iteklediler. Küçük hedefleri kanat açıklığı ile geçmeyi öğrenenler bir sonraki aşamaya geçti. Uçmayı öğrenmek ne kadar zor olabilir. Uçmayı öğretmekten daha zor olmadığını gördük. Hocaları bir keresinde uçma tembeli bir öğrencilerini çatıdaki demir siperliklerin oraya bıraktı. Oradan çıkması ancak gökyüzünü keşfetmesine bağlıydı. Tam üç gün sürdü yavru denizcinin kanatlarını güçlendirmesi ve uçmayı başarması. Bu arada uçuş talimleri kargaların tarafında da devam ediyordu. Kargalar ve Martılar için yeni neslin uçmayı öğrenmesi dönemin en önemli hedefiydi. İnsanoğlunun çocukları da uçmayı yani düşünmeyi ve sorunlarını kendi başına çözmeyi öğrenmesi eğitimlerinin en önemli evresi doğal olarak.
Uçmayı erken öğrenen martılar kampüsün orta yerinde havada it dalaşı, yere iniş talimi, rüzgâr sörfü yapmak dâhil her türlü talimi yaptılar ve mezuniyete hak kazandılar. Arkalarından gelenler de aynı şekilde uçmayı başardı. Eğitimde bu başarı düzeyini dikkatle gözlemek ve buradan gerekli dersleri çıkarmak da bize düştü. Uçmak bir matematik işi. Martıların her saniye matematik problemlerini nasıl çözdüğünü görünce matematiğin eğitimdeki önemini yeniden görmüş olduk. Daha çok matematik eğitimdeki en önemli hamle. Martılar arasında bile farklı öğrenme seviyelerini ve bu seviyelere uygun yaklaşımı görünce de şaşırmadık demek yanlış olur. Ancak kimse arkada bırakılmadı. Her seviyeye uygun taktikler devreye girdi. Öğrenme seviyeleri farklı olabilir bu farklar farklı taktikler ile aşılabildiğini gördük. Ve en önemlisi hayattan kopuk bir eğitim olmayacağına ikna olduk. Sahaya ne kadar yaklaşırsak o kadar iyi. Uçmayı öğrenmek için çatının kenarına kadar gelip oradan rüzgârı koklamak gerekiyor. Martılar sonrasında rüzgârın her çeşidinin tadına baktılar. Hayatın bir matematik işi olduğunu o zaman anladık. Martılar, kargalar, kediler her saniye matematik problemini nasıl çözeceklerini çok kısa zamanda öğreniyorlar. Biz niye öğretemeyelim ki. Öğrenmenin en etkili aracı hayatın içindeki doğal matematik. Daha çok matematiği hayatın içine ne kadar yaklaştırabilirsek o kadar iyi. Sonrası küçük martıların işi.
Bugün atölye saatleri kuşa dönmüş sanat eğitimi başta olmak üzere tüm alanlarda eğitimde martıları örnek almakta fayda var. Sanat hayata ne kadar yakın olursa o kadar iyi. Sanırım eğitimde de aynı şey geçerli. Martılardan öğrenecek çok şey var. Kürenin bu köşesinin şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olmasını istemiyorsak gökçebağların üstündeki gökyüzünde özgürce yelken açan yeni nesil martılardan öğrenecek çok şeyimiz var.
Bülent Bakan