Meri İstiroti: ‘Dünya Dijitalleşiyor Ama Sayfa Çevirerek Okuyacağımız Kitaplara İhtiyaç Duyuyoruz’
Söyleşi: Elif Doruk
Bu röportajda, deneyimli bir iş kadını olan Meri İstiroti ile sağlık sektöründeki liderlik deneyimleri, Liv Hospital hastanelerinin başarısı, kadın liderlerin rolü, sanatın iş hayatındaki önemi, beden-ruh sağlığı ilişkisi, kitap yazarlığı ve genç kadın liderlere tavsiyeleri üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Meri İstiroti, sağlık sektöründeki zorlukları aşma stratejilerinden sanatın iş hayatındaki rolüne kadar çeşitli konularda görüşlerini paylaştı. İşte, sağlık sektöründe ve sanat alanında başarıyı hedefleyenler için ilham verici bir söyleşi…
KitaptanSanattan.com / Elif Doruk
- Sağlık sektörünün deneyimli bir ismi ve bir kadın olarak, özel hastane işletmeciliğinde karşılaştığınız zorlukları ve bunları nasıl aştığınızı anlatır mısınız?
Aslında bir kadının iş hayatında yaşadığı zorluklar dışında yedi yirmi dört açık olan bir müessese de çalışmanın getirdiği zorlukları yaşıyorum. Sadece sağlık sektöründe çalışmayı değil; telefonu hiç susmayan, bayram, mesai, afet, covid, kar, fırtına gibi durumlarda herkes eve çekilirken bizlerin muhakkak hastanede olmamız gereken süreçlerde çocuklarımızı, ailemizi ikinci plana atıp önceliğimizi hastaneye vermemiz gereken bir hayat seçimi yaptık. Bu bilinçli bir seçim değildi. Bu sektörün içine girdikten sonra bu elbiseyi giydikten sonra ne yazık ki mesuliyetlerim, önceliğim hastane olacak şekilde şekillendi. Bu yüzden iş hayatının genel olarak kadının üzerine getirdiği ek roller haricinde bir de sağlık sektörünün bu cilveleriyle yaşamayı öğrendik.
‘Kişiselleştirilmiş tıbbın lafta değil icraatta olması için uğraştık’
- Liv Hospital hastanelerinin başarısının arkasındaki stratejileri ve bu stratejilerin sürdürülebilirliğini nasıl sağladığınızı açıklar mısınız?
Biz 2012’de bu hazırlığı yaptık. 2013’te Liv Hospital markasını ülkemize ve çevre ülkelere tanıttık. Önce farkı nerede yaratacağımızı belirledik. Hangi branşlarda üstat olacaktık, hangi hizmet anlayışı ile yola çıkacaktık gibi öncelikleri doğru belirledikten sonra kurgulamaya gayret ettik. Hedef kitleyi belirledikten sonra buna uygun hekimler, branşlaşma, fiyat politikası, altyapı, teknolojik altyapı… Bunları bir araya getirmeye çalıştık. Aslında bir orkestra şefliği yaptık biz. Önemli olan doğru enstrümanları bir araya getirmek ve iyi bir müziği topluma sunmaktı. Her şeyden önce günün sonunda iyi tıbbi sonuçlar dikkate alınır. Bu yüzden de ihtisaslaşmış hekimleri bir araya getirmeyi amaçladık. Yani yan dalları olan ihtisas dallarının olmasıydı bizim için esas olan. Ve harmonik bir çalışma olması için uğraştık. Şubeleşmeler başladıktan sonra da şubeler arası harmonik bir yapı olması için uğraştık. Kişiselleştirilmiş tıbbın gerçekte kullanılabiliyor olmasına yani hastaya yönelik yaşatılabiliyor olmasına lafta değil, icraatta olması için uğraştık. Sonra da bu yapılandırmamızı yurtdışına taşıdık. Şimdi de yurtdışında büyümeye devam ediyoruz.
- Kadın liderlerin iş dünyasındaki rolü hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Özellikle de sağlık sektöründe kadın liderliğinin rolü ve önemi üzerine ne düşünüyorsunuz?
Sağlık sektörü çok iletişime dayalı bir sektör. Her ne kadar finansı, datası herhangi bir işletmede olması gereken tüm kollar olsa bile tepeden tırnağa –yönetim kurulunda güvenlikten, mutfaktaki elemana kadar her kademede iş ortaklarımızla, hastalarımızla biz onlara misafirlerimiz diyoruz, yurtdışıyla, doktorlarımızla– herkes ile iletişim becerisi çok yüksek olması gereken ve hiçbir yanlış anlamaya meal vermeyen bir sektör. Dolayısıyla sanki kadınların bu konudaki empati gücü, dokunuşu, titizliği, alanda ‘şeytan detayda gizlidir’ lafını uygulama becerileri biraz daha farklı erkeklere oranla. Şimdi biz hem tıbbi hizmet veriyoruz hem de hospitalite dediğimiz bir hizmet veriyoruz. Bunların hepsini birleştirdiğimizde kadınların detaya bakma şekli, sonuca götürme şekli biraz daha iyi olabiliyor. Hastanın veya başvuran kişilerin yakınlarının ihtiyaçlarını çözebilme yeteneği biraz daha sabırlı olabiliyor. Bu kadınlarda hep daha iyi oluyor. İyi bir genelleme değil ama en azından sağlık sektöründe var olmayı seçen kadınlarda bunun böyle olduğunu söyleyebilirim.
- İyi bir sanatsever olduğunuzu biliyoruz. Sanatla ilgilenmek ve iş hayatınızı dengelemek arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanata olan ilginiz, iş hayatınıza bakışınızı nasıl etkiliyor? Nasıl bir perspektif kazandırıyor?
Bir kere yedi yirmi dört kapanmayan bir dükkanın başındayız. Ve özellikle risk dönemlerimiz çok fazla. İnsanların böyle dönemlerde korku ve kaygı yaşadığında biz her zaman operasyonda olmak zorundayız. Dolayısıyla bunu dengelemek için bir şey yapmak lazım. Sanat veya spor, en güzel dengeleyicilerdir. Çalışanları birbirine bağlayan, bu kaygıları yönetmemizi sağlayan, bizi birbirimize yakınlaştıran en güzel unsur bu ikisinden biri olacaktı. Biz de sanatı seçtik. Spor tarafında ise profesyonel takımların destekçisi olduk. Sponsorları olduk. Ama sanat açısından kendimiz kitaplar yayınladık. Ben de şahsi olarak kitaplar yazdım; Liv’in kendi yayınları ismiyle çıkıyor yaklaşık altı yedi yıldır, bir tanesi de yolda. Ayrıca tiyatro ve koro ile yaptığımız performanslarımızla da çalışma hayatımızdaki yorgunlukları, kaygıları yatıştıran yani sanattan oksijenle beslenen bir yapıyla kalkınmaya, kendimizi suyun üstünde tutmaya çalışıyoruz.
- Bütünsel bir sağlık açısından bakarsak beden-ruh sağlığı ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz? Bu bağlamda bu ilişkinin güçlendirilmesinin önemi hakkında neler söylemek istersiniz? Neler tavsiye edersiniz?
Şimdi biz günümüzde tabi ki hastanelerde pozitif bilimle makineyi iyileştiriyoruz. Ama hiçbir makine spritüal bir özellikten tamamen bağımsız değil. Her ne kadar doktorlar insanların psişik dünyalarının ne olduğunu öğrenerek olayı kavrayıp bütüncül yaklaşmaya çalışsalar da aslında parça tamiri yapıyoruz. Hekimlik hizmetlerinde de hastanenin yaptığı sosyal çalışmalarda da işi bütünleştirmeye gayret ediyoruz. Biz sivil toplum örgütleriyle de veya yaptığımız diğer sosyal etkinliklerle de işin diğer psişik taraflarını, spritüal taraflarını da destekleyecek şekilde çalışmalara ağırlık veriyoruz; kanser hastalarında yaptığımız destek grup eğitimleri veya özel günlerde yaptığımız moral günleri, çocuk hastalarla yaptığımız etkinlikler, kanser hastalarının veya diğer kronik hastaların tedavisi bittiğinde mezuniyet kutlamaları gibi… Bu sadece kanserle sınırlı değil, bugün pediatride, romatizmal hastalıklarda, endokriyal hastalıklarda bazı kronik durumlar var. Bu hastalıkları okullarını yapmak, bununla yaşamayı öğretmek gibi konularda hayat boyu öğrenimlerini işlemeye gayret ediyoruz. Bir yandan nefes egzersizleri ve benzeri destekleyici mekanizmaların eğitimlerini de zaman zaman misafirlerimizle paylaşarak, ‘sağlıklı kalmak ile ilgili başka bir dünya var’ onun da farkındalığını yaratmaya çalışıyoruz.
- Yazdığınız birçok kitabınız var. Kitap yazma sürecinizdeki ilham kaynaklarınız deneyimlerinizden mi oluşuyor ve kitaplarınızla ulaşmak istediğiniz özellikle bir kitle var mı? Ve nasıl mesajlar vermeyi hedefliyorsunuz?
Ben kendimi bir yazar olarak nitelendiremem. 2010’dan sonra daha çok sektöre yönelik başladım. O dönemlerde doktorları tabiri caizse değersizleştiren ifadeler söylendiği üzere ben de doktor olmadığım için onların dünyasında her an yaşadıkları hassas karar alma durumlarını, riskleri de biliyor olduğumdan, onların yaşadıkları trajikomik olayları izliyordum. O yüzden de bu kapıları dış dünyaya, doktor olmayan, hastanede yaşamayan insanlara açmak istedim. İlk hitap ettiğim sağlık sektörü ve dış dünyaya sağlığın bu cilvelerini topluma göstermeyi hedefledim. Yıllar sonra ‘Doktorun Çantasındaki Hikayeler’le yine hekimlerin yaşadığı bazı trajikomik olayları paylaşmak istedim. Sonra ’30 Yaşa Mektuplar’ ile iş hayatında veya sanat alanında mesleğinde başarılı olmuş insanların geçtiği yolları gençlere anlatmanın misyonu ile mentörlük içeren bir kitap hazırlamak istedim. Sonra sağlık sektöründeki kişilere ‘Pusula’ adında kitabımı sağlık hizmetlerimdeki ilk pazarlamayı anlatmak üzere yola çıktım. Daha sonra daha sanatsal bir şey yapıp şimdi 90’larında olan bale hocası ki Türk Cumhuriyetinin ilk bale hocalarından Madam Lili Barokas adına -şuan herhalde Türkiye Cumhuriyetinin 3-5 bale hocasından biridir- ve Rusya’dan gelen hocalardan da ders alarak ‘Balenin Çınarı’ adında bir kitap yazdım. Sonra da ‘Liv’ markasının yolculuğu ile alakalı bir sağlık markasının yolculuğunu yazarken bir sağlık markasının kuruluşunda dikkat edilmesi gereken konuları yazdım. Aslında bu sadece Liv’e özel bir şey değil. Hangi ülke de olursanız olun bir sağlık kuruluşunun açılışında yaşanan zorluklar ve bununla ilgili mücadelenin hikayeleştirilmiş hikayelerini eserleştirdim. Dolayısıyla böyle 6 kitap geride kaldı. Hedef kitleleri farklı ama yarısı sağlık sektörü ile ilgili durumda.
‘Yeni jenerasyonda en nadir rastladığımız şey; sebat, çalışkanlık’
- Genç kadın liderlere vereceğiniz en önemli tavsiye nedir ve kendi kariyerinizde bu tavsiyeyi nasıl uyguluyorsunuz?
Valla en önemlisi ‘sebat etmek’ herhalde. Yeni jenerasyonda en nadir rastladığımız şey; sebat, çalışkanlık. Parayla harcanan zaman bazen karşılık vermeyebilir. Başta tamamen senin aldığın ile verdiğin tamamen dengesiz olabilir. Sonra yavaş yavaş eşleşir. Zaten hiçbir zaman ilklerde böyle olmuyor maalesef. Ama bunun genç neslin anlaması biraz zaman alıyor. Bu da sebat, çalışkanlık, özveri ile olacak bir şey. Her zaman karşılık bulur ve bu yüzden benim söyleyeceğim en önemli şey bu. Ben bir beklenti içinde olmadan bu yolculuğa çıktım ve yürüdüm. Beklenti içinde olmadan bir şeyleri iyi yapmaya çalışıp, gayret içinde olduğunuzda zaten geliyor. İyi yaparsanız kurum olarak da, şahıs olarak da sonucunu alıyorsunuz. Önemli olan o özveriyi önce göster, sonra evren sana dönecektir. Bu ilke ne yazık ki Z kuşağının hücrelerine işlememiş. Bunu nasıl yaparız onu bulamadım henüz.
- Gelecekte sağlık sektöründe veya sanat alanında yapmayı planladığınız yeni projeler var mı ve hedefleriniz nelerdir?
Biz tabi ki Liv markasını sadece yurtiçinde değil yurtdışında da büyütmeye gayret ettiğimiz için bu yaptığımız ve yapacağımız tıbbi projelerin ve sanatsal projelerin birbirine geçmiş şekli ile ülke sınırları ve dışında da devam ettirmek istiyoruz. Bunun içinde de farklı kültürleri iyi anlamamız gerekiyor. Bazı şeyleri copy paste yapamazsınız. Biz inovatif işleri yaparak bugünlere geldik. Ve bundan sonrada bilimsel gelişmelerin son kullanıcıya ulaşması ile alakalı çok yeniliğimiz oldu Türkiye’de; kullandığımız teknolojiler, yabancı hastaların buraya getirilmesi, yurtdışında ki hastalara sanal gerçeklik ortamında hastane gezdirilerek nereye geleceklerini önden görmeleri ve hekimleriyle tanışmaları ve ilk defa yabancı hastalar geldiklerinde sigortalanarak gelmeleri, bir risk durumu söz konusu olduğunda sigorta kapsamında olması gibi… Yaptığımız birçok yeniliği bundan sonra da farklı alanlarda ama öncelikle tıbbi alanlarda devam ettirmek istiyoruz. Öncü olarak devam etmek istiyoruz.
Sanat konusunda da beş yayınımız oldu. Bundan sonra da toplumun bilgilenmesini arzu ettiğimiz konularda kitap basmaya devam edeceğiz. Şimdi en son geçtiğimiz sene iş ortaklarımıza hediye etmek üzere ’40 Plus Çok Klas’ı yayınladık. Onların kendilerini kaliteli bir hayata hazırlamaları ve nasıl geliştirmeleri gerektiğini 360 derece anlatmıştık. Bunu iş ortaklarımıza dağıtınca ‘erkekler bizim neyimiz eksik, neden bizi de yazmadınız’ diye sitemde bulundular. Biz de dedik ki haklısınız, hemen hazırlıyoruz. Bu sene de erkekler için düzenlenmiş halini basıyoruz. Kitabın adını söylemeyelim o da sürpriz kalsın. Şimdi baskı aşamasındayız. Bu sene bu kitabın lansmanını yapacağız. Daha önce Doktorun Reçetesi, Doktorun Seyahatları gibi kitap yayınları yaptık. Biz bu şekilde çocuk ve yetişkin kitap basımını devam ettirmek istiyoruz. Dünya dijitalleşiyor. Kitapları dijitale taşıyorken biz hala sayfayı çevirecek, kitaplara ihtiyaç duyuyoruz. Bizden sonra olan jenerasyon buna ihtiyaç duymayacak belki ama olsun biz basmaya devam edeceğiz.
KitaptanSanattan.com / Elif Doruk