Öncü Kadın Ressamlarımızdan: Hale Asaf – Hazal Seyran yazdı…
Trajik yaşam öyküsüyle, lirik anlatımlı eserleriyle, Fikret Mualla’nın karşılık bulamadığı aşkı, Mihri Müşfik’in hem yeğeni hem öğrencisi, Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin tek kadın üyesi, Nurullah Berk’in deyimiyle ‘’kümesin tek kadını’’ Hale (Salih) Asaf ile tanıştırayım sizi.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, sanat ortamında bulunan Türk kadınlarının çoğu, aristokrat bir aile ortamında büyümüşlerdir. Çünkü güzel sanatlar eğitimi, kültür seviyeleri üst düzey ailelerde yani saray çevresinde oldukça ilgi görüyordu diyerek 1905 yılına götürüyorum sizi. Rusların yenilgilere doyamaması, 500 işçinin katledildiği kanlı pazardan sonra devrimin kapılarının açılması, Paris Komünü’nün en öne çıkan figürlerinden biri olan anarşist Louise Michel’in ölümü, Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni açıklaması gibi birçok olay olurken dünyada, Türkiye’de de kısacık ömre türlü güzellikler sığdıracak Hale Salih doğdu Kadıköy Bakla Tarlası’ndaki Dr. Rasim Bey’in konağında.
Güzelliğini annesinin Gürcü-Çerkes soyundan, asilliğini de babasının saraylılığından aldığı gayet ortada tabii. Resme olan aşkı çok küçük yaşlarda başladı. Çünkü ‘’Mihri’’ gibi bir teyzesi vardı. Bu şansının yanında, henüz bebekken kendisine bulaşan bir hastalıkla ömrü boyunca mücadele etmek zorunda kalacaktı. İngilizce, Rumca, Fransızca, İtalyanca bilen sanatçı, ilköğrenimini evdeki özel derslerle, ortaöğrenimini ise Notre Dame de Sion’da tamamladı. Resim derslerini de ilk önce teyzesi Mihri’den, daha sonra Namık İsmail’den ve en sonunda da Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerek, bizim Mustafa Kemal Paşa’nın portresini yapmasıyla tanıdığımız aynı zamanda Fikret Mualla’nın da hocası olan Arthur Kampf’tan almıştır.
Fakat buradaki son yılları oldukça sıkıntılı. Şöyle ki, sanatçının babası Salih Bey, Abdülhamit taraftarıdır ve İttihat ve Terakki üyeleriyle sürekli tatsızlıklar yaşayınca, devrimcilerle ters düşüyor. Kurtuluş Savaşı da kazanılınca, babası kardeşiyle birlikte Mısır’a kaçıyor. Bu noktada da her iki taraf geçim sıkıntısıyla karşı karşıya kalıyor derken Hale Asaf yurda geri dönüyor. Burada teyzesi Mihri’nin kadınlara güzel sanatlar eğitiminin verilmesi için açmış olduğu İNAS Sanayi Nefise Mektebi’ne kaydolarak eğitimine devam ediyor. O sırada mektebin müdürü Ömer Adil Bey, Feyhaman Duran gibi isimler de tabi orada derslere giriyor. Buradaki eğitimini tamamlayarak Mihri’nin, dönemin tabularını yıka kıra gittiği Roma’ya, onun yanına gidiyor ve bundan sonra ‘’Hale Salih’’ olarak değil, ‘’Hale Asaf’’ olarak devam ediyor hayatına, ayakları yere sağlam basan, mesleğine tutkuyla bağlı olan bir ressam olarak.
Maarif Vekaleti bursu ile Almanya’ya giden ilk Türk kadın ressam olan sanatçı, bir süre sonra Paris’e giderek çalışmalarını burada sürdürüyor. Muhittin Sebati, Cevat Dereli, Refik Epikman, Mahmut Cuda, İsmail Hakkı Oygar, Şeref Akdik gibi sanatçılarla tanışıyor. Matisse’ten de dersler almaya devam ediyor. 1928’de ise Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kurucuları arasındaki tek kadın olarak varoluşunu sürdürüyor. Bursa’ya öğretmen olarak gitmesi de, Bursa’nın güzelliklerini tuvallere aktarmasına sebep oluyor. Bursa, Hale Asaf’ın en bunalımlı günlerini geçirdiği yer ama Mahmut Cuda, onun dertleri ve sıkıntıları arasında tek başına boğulmasına izin vermeyip, hep yanında oluyor. Fakat tüm bunlarla baş edemeyen Hale Asaf, eşini de bırakarak Paris’e gidiyor, son kez.
O, tek başına, oldukça zor koşullarda üretmeye devam etti ama hep fark edilmek istedi. Mussolini karşıtı İtalyan yazar Antonio Aniante onun için şunları söylemiştir: ‘’Paris’te, o sene benden daha bedbaht, sıhhat itibari ile daha nazik bir mahluk ile tanıştım. Bu, İstanbul’lu genç bir ressamdı. Onun bedbahtlığı, kendisinin muhakkak ve yakın bir ölüme mahkum olduğunu bilmesinde ve bunu herkesten saklamak için sarfettiği cehitte idi.’’
‘’Küçücük, fakat mütenasip endamlı bir vücut. En yüksek mânası içinde «kibar» kelimesi ile tavsif edilebilecek bir tavır, bir hareket ve konuşma tarzı. Dar, biraz marazi omuzlar üzerinde fazla büyük duran başını aydınlatan bir çift nemli, parlak göz. Uzun tırnaklı, ince parmaklı sanatkâr eller. Âdeta düşünen hisseden eller. İlk temasta biraz câli, biraz yapmacıklı tesirini verirdi. «R» leri fransızlar gibi «G» telâffuz etmesi, konuşması arasında fazla fransızca kelimeler kullanması bu tesire yardım etmez değildi. Fakat insan gitgide alışır ve bu zeki, hassas, hattâ marazi derecede hassas mahlûkun neşrettiği cazip havaya kapılırdı’’ cümleleriyle onu ilk gördüğü anı anlatan Nurullah Berk ise, son gördüğünde de ona ‘’Hale Hanım bu kadar az yemekle nasıl yaşıyorsunuz?’’ diye soru yöneltmiş ve ‘’Ne yapayım Nurullah Bey, pağam yok’’ cevabını aldığında da, Hale Asaf’ın kendisiyle dalga geçtiğini düşünürmüş.
Bu yoklukla, bu değer göremeyişle, üstüne bir de peşini bir türlü bırakmayan hastalıkla, 6 Haziran 1938’de tablolarını sergileyecekken, dilediğini başaramadan 31 Mayıs 1938 günü hayata gözlerini yumdu. Fakat ölümü hâlâ tartışmalıdır sanatçının. Antonio Aniante’nin, sanatçının ölümünden sonra odasında bulduğu, bunun da mahalle komiserine yazılmış bir mektup olduğu söylenir. Burada Asaf, intihar edeceğini ve ölümünden kimsenin sorumlu tutulmamasını söylemiş. Ayrıca, Hale Asaf’ın Antonio ile birbirlerine aşık olduğunu, evleneceklerini fakat Asaf ölünce bunu da gerçekleştiremediklerini yazan kaynaklar da söz konusu.
Hale Asaf’ın günümüze çok az sayıda eseri ulaşmış ve çoğunun da nerede olduğu bilinmiyor. Nurullah Berk onun sanatı için şunları söylemiştir: ‘’Basit, âdeta şema halinde bir desenle iktifa ederek bir sarıyı, bir moru, bir maviyi taptaze, çiçeklerden sızma birer usare imişler gibi tuvalin üzerine öyle bir koyuşu vardı ki, aramak endişesiyle paletlerini kirleten bizler için bu, gıptaya değer bir meziyetti. Bence sanatkârın elde edebileceği en kıymetli hassa, – uzun bir araştırma yahut Hale’de olduğu gibi bir sevkı tabii neticesi olsun – karar verme kudretidir. Tabiatın o girift, teferruatlı, çok kere biribirine zıt unsurlu manzarası – kaos’u diyeceğim – karşısında, lüzumluyu seçebilmek ve yalnız onu muşambaya geçirmek öz sanatkâra has bir kalitedir. Hale, bilhassa manzaraların karşısında yerin, göğün, denizin, ağaçların ve evlerin kıymetlerini hemen tesbit eder. Ve geniş fırça darbeleriyle muşambaya geçirdiği bu kıymetleri, bir daha üzerlerine hiç el sürmemek suretiyle, olan parlaklık ve şeffaflıkları içinde muhafaza eder.’’
Kısacası, Hale Asaf gibi daha nice kadın sanatçımız var. Onların eserlerinden çok yaşam öyküleri üzerinde durmamın sebebi ‘’Bakın, artık görün! Çünkü kolay değil!’’ demek istemem. Ben bu değerli kadınları anlatmaya, öğrenip aktarmaya devam edeceğim. Frida Kahlo gibi çoraplarınıza, çantalarınıza, küpelerinize eserleri, fotoğrafları basılmadı diye mi bu kadar körsünüz Halelere, Mihrilere, Aliyelere, Nazlılara?
Ha! Ayrıca sanat tarihi yazınındaki erilliğe de artık bir son versek mi?
Hazal Seyran