Osmanlı Tarihi Roman Yazarlarından: Bekir Büyükarkın Ve Jason Goodwin – A. Didem Uslu yazdı…

Bekir Büyükarkın (1921-1998) ve Jason Goodwin (1964- ), Osmanlı imparatorluğunun aşağı yukarı yakın zamanları hakkında roman yazmış; biri Türk, öteki İngiliz, iki yazardır.
Büyükarkın’ın ‘Belki Bir Gün’ romanı (1964) III. Selim dönemini (1789-1807) ve yeniçerilerin ortadan kaldırılma planlarını anlatırken, Goodwin’in ‘Yeniçeri Ağacı’ romanı ise (2006) II. Mahmud dönemindeki (1808-39) yeniçeri ayaklanmasını ve yeni ordu günlerini kurgular.
Osmanlının seçkin muvazzaf askeri birliği olan Yeniçeri Ocağı, 1360-89 yılları arasında hüküm sürmüş olan I. Murad (Hüdavendigar) döneminde kurulmuş ama kelle koltukta savaşan ordu, zaman içinde değişmiş, bozulmuş ve disiplinini kaybetmiştir. Bu durumu ilk fark eden II. Osman (Genç Osman, 1618-22) olmuş ama orduyu düzeltmeye çalışmışsa da ne yazık ki bu hedefini hayatıyla çok ağır bir biçimde ödemiştir. IV. Mehmet zamanında ise 1656’daki Vakayi Vakvakiye (Hayırlı Vaka) olarak anılan yeniçeri ayaklanmaları devletin huzurunu ve istikrarlı yönetimini altüst etmiştir. Yeniçeriler, zaman içinde “kazan kaldırma” isyanları ve saraydan “kelle isteme” talipleriyle Osmanlı İmparatorluğu‘nun başına dert olmuşlardır.
İngiliz yazarın ‘yeniçeri ağacı’ dediği bu yeniçeri asma anlamına gelen çınar ağacı olayı Osmanlı tarihi için önemlidir çünkü yeniçeriler yüzünden çok büyük kıyım ve kanlı olaylar yaşanmıştır. Bunun karşılığında da yeniçerilere ağır cezalar verilmiştir. Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından katlinden sonra yaklaşık 100-150 yıl boyunca yeniçeri sistemi ittir kaktır sürmüş ama kötü gidişatı durdurmak isteyen III. Selim de Nizamı Cedid Ordusu‘nu kurmakta başarılı olamamıştır. Ta ki II. Mahmud tahta çıkana kadar yeniçeri sorunu çözümsüzlük içinde kalmıştır.
Tarihsel roman yazmak zor iştir çünkü tarihle kurgunun tadını kaçırmamak, en önemli sorun haline gelir. Fazla tarihe boğulmuş bir kurgu nasıl ki sıkıcı olursa, yüzeysel bir tarihsel bilgi de o kadar rahatsız edici olur. Yirmi yıl İstanbul’da, daha öncesinde de İzmir’de düzenlediğim edebiyat atölyelerinde tarihsel roman yazmayı hep tuzu biberi ve malzeme ayarıyla tadı yerinde lezzetli yemek yapmaya benzetmişimdir. Mutfakta da sanat ta da el ayarı tutturmak gerekir. Roman akıcı olmalıdır ama bir yandan da okura bilgi verip dönemi yaşatmalıdır. Mesela ben, Goodwin’in basitçe anlattığı İstanbul yangınlarında ahşap evlerin mimarisini ve bunların “patlıcan yangınları” diye anılmasının nedenlerini derinlikli olarak öğrenmek isterdim.
Büyükarkın’ın romanı edebi açıdan başarılıyken, Goodwin sadece yabancıların beğeneceği bir roman yazmış gibi görünmektedir. Karakter ve olay gelişimleri, kurguyu tarihe yedirmesi ve olayın merak unsuru Büyükarkın’da güçlüyken, Goodwin’de Yaşim adındaki hadım, sözde bir dedektiflik yaparak polisiye kurgunun başkahramanı olur.
Büyükarkın’ın romanı 1964’de yazılmış olması nedeniyle edebi kurallara ve geleneklere uyan tarzda modernist bir roman olarak kabul edilebilir. Öte yandan Goodwin romanının postmodernist dönemde ortaya çıkması ve kurgunun savrukça yazılmış olması romanı postmodern bir hava içine sokar. Üstelik bir de İngiliz bakış açısıyla iyice hayali ve saçma bir kurgu anlatılmıştır: 16 Haziran 1826 yeniçeri olaylarının öcünü almak isteyen serasker Osmanlıyı yıkacak ve Rusya yardımıyla başa geçecektir. Romanda bir de kayıp bir yüzük hikayesi kurguyu yapıştırılmıştır. Öte yandan hadım ağası Yaşim, bir zamanların ünlü dedektifi Mike Hammer gibi çapkın ve bir kadınla ilişkiye girebilmektedir. Ne var ki yazar hadımlığı açıklamıştır. Büyükarkın’ın romanı ince ayrıntılı ve doğru bilgisiyle muhteşemken, Goodwin’in romanı akıcı ama sudan bir kitap durumundadır. Ne var ki ikisi de tarihsel roman olup ve okur beğenisi kazanan kurgulardır. Yaşadığımız postmodern dönemde artık her şeyin satışı ve alıcısı vardır. Hiçbir şey iyi/kötü veya kaliteli/kalitesiz değildir. Her şeyin beğeneni ve alıcısı bulunur nasıl olsa…
Belki Bir Gün
Belki Bir Gün romanının kurgu zamanı 1795-1808 arasında geçer. Kurgu süresi de on üç yıldır. Roman, antik Yunan’da in medias res denen şekilde ortadan ve geç başlayıp başa döner. Roman IV. Mustafa’yı Alemdar Mustafa Paşa’nın tahttan indirip yerine III. Selim’i çıkarmasıyla başlar ama bundan sonra olayların öncesini anlatmak üzere geri dönüşüm yapılır. Aslında roman, Pazvandoğlu kitabı içine yerleştirilmiş tarihsel olaylar gibidir. Pazvandoğlu babasının intikamını almak istemektedir. Paşalar kavgası sırasında hain Alo Paşa ile kurtarıcı Hüseyin Paşa zıtlıklarıyla anlatılır. Öte yandan biri şehvetli ve entrikacı, öteki sevgi dolu ve olumlu iki farklı kadın tipi gösterilmiştir.
Romanın en güzel yanlarından biri, korkunç ayaklanmalar arasında kendini yargılayan III. Selim’in (297) tambur çalması ve besteler yaparak huzur bulmaya çalışmasıdır. Romanda şarkılarından örneklerin olması çok hoştur. Selim’e tuzaklar kurulur, sarayı talan edilir ama padişah hala kibardır. Ne var ki korkunç yalnızlık içindedir.
Romanda dükkan sahibi olmuş esnaf yeniçerilerin ülke için savaşmaktan kaçındıkları görülür. Yeniçeriler bugünün tabiriyle “konfor alanlarını bozmak” istemezler. On yıl aradan sonra imparatorluk hala zor durumdadır. Balkanlar ve Rusçuk kaynamaktadır. Kadı Paşa Nizamı Cedid’i Balkanlara yollayamamaktadır. Bir yandan da İsmail Ağa gibi güçlü bir isyancı IV. Mustafa’yı başa geçirmek istemektedir.
Romanda III. Selim’in yanlış kararları da anlatılır (249). Kabakçı Mustafa İsyanı zor günlerin ve felaketlerin tuzu biberi gibi olur (257). Beş yüz kişiyle Kabakçı, III. Selim’i tahttan indirir ama yardım edeni de çoktur. Vezir Köse Musa Paşa, Kabakçı’yı isyana davet eden rezil ve ahlaksız yöneticidir. Yalancıdır ama öte yandan da dalkavuktur. Yalanlar, iftiralar, bir yandan da yobazlık sürer. Aldatma, korku, aşırı cesaret ve yabancı yobazlar. Cami minberindeki Aygır İmam nankör, edepsiz ve rezil bir insandır. Topal da yalancıdır, Kethüda da. Ortalığa müthiş bir kışkırtma ateşi yayılmıştır. Kabakçı’ya cesaret veren Kazancı Musa Ağa yüzünden isyan başlar, yeniçeriler korkarlar. İstanbul kadısı da çıbanbaşı koparır, Selim’i öldürmeye kalkışır. O da Kabakçı’yı kışkırtanlardandır. Selim’in halli söz konusudur. Para delisi insanlar talanı sürdürürler.
İlginç olan, romanın sonuna doğru etme bulma dünyasının ortaya çıkmasıdır. Eden bulur, inleyen ölür misali bir son yaklaşır. Dört ay sonra Selim hapisteyken Rusçuk’taki ayanlar İstanbul’a yürümeye karar verirler (339). Ancak Mustafa, Alemdar’ı istemez.
Büyükarkın romanında da kurgusal yan bulunmaktadır. Hatta çeşitli sahne anlatımları sinemaskop gibidir. Anlatıda kılıç dövüşleri ve Kocaların Mehmedi ile Nevcivan arasındaki ilişkide cinsellik ve durmadan gevezelik etme sürer gider. Gücü, kurnazlığı ve öfkesiyle çok iyi geliştirilmiş bir karakter olan Nevcivan Yedi Kocalı Hürmüz gibi yanardöner ve entrikacı bir kadındır. Hatta romanda iki kadına ilişkin bölüm, 56 sayfayla Kabakçı Mustafa bölümü gibi en uzun bölümlerindendir.
Romanda cümleler ve diyalogların uzun olması aksiyonu biraz bozar ama yazar merak unsurunu hiç elden bırakmaz. Öte yandan aksanlı diyaloglar edebiyat açısından iyi midir, yoksa kötü müdür, bunun kararını da okur verecektir. Bilgi dolu savaş sahneleri heyecanlıdır. Kocaların Mehmet ile Halil Ağa ilişkisi Don Kişot’la Sanço Panza ikilisi gibi zıt ve simbiyoz etkili bir ikiliye dönüşür. Halil Ağa ile aynı zamanda mizah öğesi canlı tutulmuştur. Nevcivan karakterinin konuşmaları ve açıklamaları ilginçtir. Behram Çavuş ise tatlı bir insandır. İstanbul’un eğlence hayatı anlatımları da canlı ve döneme uygundur. Kimi yer gereksiz dramatik gibi görünse de (248), III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan ve başkadın Rafet kadın anlatımları başarılıdır.
Romanın tümünde yeniçeri isyanları ve kitle psikolojisi ile karşısındaki sessiz ve korkmuş halk çok iyi çizilmiştir. Bu hal, Türk milletinin kimi tarihsel kargaşalardaki tepkisizliğini veya korkusunu da iyi göstermektedir. Zaten ekonomi bozulunca ve işler iyi gitmeyince isyanlar başlar. Romanda yapılan tüm kışkırtmaların ve kötülüklerin başı aslında Şeyhülislam Ataullah Efendidir. Anlatıda yıkıcı bir karakter olan Kabakçı Mustafa karakterinin psikolojisi de çok iyi anlatılmıştır (375). Kurgu sona doğru hızlanır ve trajik olaylar akar. Ne var ki romanın sonuna doğru Alemdar Mustafa Paşa’nın oyalanması ve gecikmesi ilginçtir. III. Selim’i kurtaramazlar ama Cevri Kalfa ve Amber Ağa şehzade Mahmut’u korurlarsa da zenci Nezir onları mat eder (441). Roman “ve yeniden ümit” bölümüyle sona erer.
‘Yeniçeri Ağacı’
Goodwin’in romanı, modernist anlayışa uygun olarak ciddi olması beklenen tarihsel kurgunun içine bir de postmodernist bir hava içinde polisiye katmıştır. İstanbul’da yeni ordu askerlerinden dört tanesi öldürülür. Bunu da yazar post-truth denen dilediği bilgiyle bezemiştir. Polisiye kurgunun dedektifi rolüne girmiş olan kişi tuhaf isimli hadım Yaşim’dir. Son zamanlarda dünya edebiyatında eski Roma’da ve eski Mısır’da dedektiflik romanlarına sıkça rastlanmaktadır. Jason Goodwin de bu modaya uymuş gibi görünüyor.
Jason Goodwin bu romanı, Yaşim karakteriyle tamamen Oryantalist ve Batı standartlarına uyan bir “Doğu egzantrikliği” ile ilgi çekecek bir fikirle yaratmıştır. Doğu araştırmaları olan Oryantalizm fikri bilindiği gibi, 12. yüzyıldaki Haçlı seferleriyle başlamış, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Türkleri zamanından itibaren gelişmiş, sonunda da 19. yüzyılda sözde bir bilim dalı olmuştur. Aslında Doğu denen Osmanlı hakkındaki tüm bilgi ve üretilmiş sanat uyduruk ve asılsızdır. Tüm Osmanlı anlatımı, Avrupa merkezli ve Avrupa bakışlı bir hayal ürünüdür. Kalıplaşmış şablon ve sloganlardan oluşur. Doğu merakı, Doğu korkusu, 18. yüzyıldaki Doğu modası farklılaşarak kendini kabul ettirmiştir. Bugün bile bu Oryantalist modanın etkisi Türkleri aşağılamak şeklinde kendini hissedilmekte ve hala yaşamaktadır. Son haftalarda Alman Cumhurbaşkanının döner ülkesine 95 kiloluk döner getirmesi ve Türkiye’nin büyük başarılarını yok sayması da acaba Oryantalizm olabilir mi?
Jason Goodwin Batı’nın pek sevdiği ve de özellikle erkek egemen Hıristiyan dünyanın cinsellik hayallerini süsleyen harem ve hamam kültürünü yüzeyselliğiyle sevildiği için ele almıştır. O yüzden de roman epeyce ödül almış, onlarca dile çevrilmiş ve çok satanlar arasına girmiştir. Zaten Osmanlı denildi mi, Batılılar için en cazip Oryantalist şablon konuları harem, hamam, hadım ağaları, muhteşem yemekler, kadın gibi kıvırtan erkek köçekler, rengarenk pazarlar, yangınlar, Topkapı Sarayı ve Ayasofya’dır. Romanda bir yandan 600 kusur yıl sürmüş bir uygarlık olan Osmanlıya karşı büyük bir hayranlık, öte yandan da belki Çanakkale Savaşı’nın silinemeyen yenilgi duygusuyla saklı bir eleştiri, önyargı ve aşağılama sezilir.
Polisiye ve cinayet romanı biçimindeki tarihsel kurgu, Yaşım isimli bir harem ağasının gözünden anlatılmıştır. Aslında harem ağalarının isimleri genellikle Cevher, Sandal, Amber, Miskal, Kafur, Lülü, Mercan, Hoşkadem, Şahin, Zümrüt ve Beşir Ağa gibi isimlerken Yaşim adı kulağa yabancı ve ilginç gelmektedir.
Başka bir noktada da Goodwin, yeniçerilerin bağlı oldukları tarikat olarak Bektaşi değil de, Karagözi isimli bir tarikattan söz etmektedir ama internette bile Karagözi sokağından başka bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca herkes yeniçerilerin Bektaşi olduklarını bilir.
Cambridge üniversitesinde Bizans dışında Osmanlı tarihi de okuyan Goodwin kimi yerde Osmanlıyı cahil insanlar grubu yapar. Mesela Osmanlı paşalarının ‘Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni anlamaya çalıştıklarını iddia etmiştir. Oysa 5 Eylül 1795 yılında İngiliz koloni Amerikası’nın Osmanlı ile yaptığı sözleşmede Amerikan kolonisi, dünyanın pek çok başka ülkesi gibi, devrin süper gücü olan Osmanlı’ya vergi ödemeye başlamıştır.
Genel yüzeyselliğine rağmen Goodwin romanında, kimi ilginç tarihi konulara ve ayrıntılara da el atmıştır. Hıristiyanlar bir kurgu veya tarihsel bilgi okurken veya yazarken her zaman Hıristiyan ve kendi bakış açılarından dünyayı gözlemledikleri için, romandaki kimi bilgiler de bu açıdan öne çıkarılmıştır. Örneğin Fenerli Rum ailelerden Mavrokordato’lar Osmanlı tarihinin gerçek parçasıdır. Osmanlı Rumları olarak imparatorlukta nazırlık görevleri ve çevirmenlikler yaptıkları gibi, yıkılma aşamasını kolaylaştıran gizli örgütler de kurmuşlardır. Öte yandan Yaşim’in yakın arkadaşı Polonya elçisi Palewski’dir. Osmanlıyla Lehler (Polonya) arasında tarih boyunca yakın ve ilginç bağlar kurulmuştur. En bilindik örnekle, 1683’deki II. Viyana Kuşatmasında tam Viyana ele geçirilmek üzereyken Jan Sobiyevksi komutasındaki ordu Avusturya’nın yardımına koşmuş ve Osmanlının yenilmesini sağlamıştır. Ancak ironiktir ki, Polonya’dan kötülük görmüş Osmanlı, 1772-1795 yılları arasında Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından parçalandığı sırada Polonya’ya yardım eden dost Osmanlı olmuştur.
Polonya, Avusturya’ya yardım ettikten yaklaşık yüz yıl sonra Avusturya tarafından yıkılmıştır. Batılılar birbirlerini yıkar ve yok edebilirler. Oysa Osmanlı sarayında ülke ve elçi yoklaması yapılırken Polonya haritadan silindiği halde, ülkenin ismi okunduğunda “burada” diyerek Leh halkına saygı gösterilmiştir. Romanda bu önemli ayrıntı belki de Osmanlıyı ilgilendirdiği için üzerinde durulmadan atlanmıştır. Öte yandan romanda etraflıca anlatılmış olan debbağların Yaşim’e neden saldırdıkları belli değildir (s. 200) ama debbağlar iyi anlatılmıştır.
Romanda bir yandan çöplükler, sokağa dışkı dökme ve akan kahverengi sulardan (180-183) söz edilir ama öte yandan da koca şehrin beslenmesi ve sağlığı için yapılanlar istenmese de anılır. İngiliz Oryantalizmi Osmanlıyı karalar, küçümser ve ilkel gösterir ama kimi zaman da muazzam Osmanlı başarı ve gerçekleri karşısında eli kolu bağlı kalır.
Romanda tarihsel yüzeysellikler olduğu gibi, belki de yazarın roman yazma tecrübesi olmadığı için kimi karakterlerin işlevi anlaşılmamaktadır. Bölümler kimi yerde kısa, kimi yerde çok uzun olmuştur. Kimi karakterler ortaya atılmış ama sonrasında tekrar ele alınmamış ve konuya bağlanmamıştır. Mesela Compston ve Fizerly kimdir, işlevleri nedir? Romanda belki ille İngilizler de olsun istenmiştir ama bu ikisi havada kalmıştır. Öte yandan öldürülen dört askerin niye öldürüldüğü belli değildir. Romanın hayali tarihsel düğümü belirtilmiş ama düğüme giden nedenler açıklanmamıştır. Dört askeri öldüren katil de muallak kalır (s. 260). Seraskerin de nasıl öldüğü tam olarak belli değildir. Murat’ın erkek geyik işareti nedir?
Romandaki bir başka aksaklık da şudur: Kimi konular bugünün gözünden anakronik olarak anlatılmıştır: Yaşlı II. Mahmut’la annesi sıradan ve halktan insanlar gibidirler. O görkemli Osmanlı büyüklüğü, itibarı, mesafesi ve derinliği verilememiş, hiç hissettirilmemiştir. Ne var ki yangın ve ev tasvirleri güzel anlatılmış, romanı süslemiştir.
Sonuç
İki romanda da padişahlarla sıradan insanların samimi ve teklifsiz bir şekilde görüşebilmesi tarihsel bir yanlışlık ve görkemli Osmanlıya uymayan hallerdir. Büyükarkın romanında aşk üçgeni, yobaz grubu ve takiyye ile isyancı gruplar iyi anlatılmıştır. Bilindiği üzere 428 yıl içinde yaklaşık her dört yılda bir yeniçerilerin “istemezük” isyanları devleti çaptan düşürmüş ve yıldırmıştır. Romandaki ana başlıklar siyaset, din, askerlik, halktır. Temalar ise cehalet, kadın gücü, kader, merhamet ve güçtür. Daha niceleri eklenebilir.
Büyükarkın romanı modernist bir üslupla geleneksel tarzda ve derli toplu yazılmıştır. Goodwin’in anlatısı ise Oryantalist ve Avrupa merkezli düşünceler ışığında, İstanbul’da geçen Hollywood filmleri gibi bir heyecan ve macera kurgusu şeklinde ele alınmıştır. İkisinin de okuyucusu ve seveni vardır. Hele Goodwin hadım dedektifiyle ödüllere boğulmuş, Dan Brown gibi, yıldız bir yazar haline gelmiştir. Dilerim Büyükarkın da çeşitli tarihi romanlarıyla onun kadar ünlü ve dünya çapında olur.
Prof. Dr. A. Didem Uslu
-Bekir Büyükarkın, Belki Bir Gün, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1964. (Alıntılar bu baskıdandır.)
-Jason Goodwin Yeniçeri Ağacı (Janissery Tree), Pegasus Yayınları, 2016. (Sayfalar bu baskıdan alıntılanmıştır.)