KİTAPKÖŞE YAZILARIVeysel Boğatepe

Paraşütteki Gizemli Çocuk (Bir Ferdi Tayfur Romanı) – Veysel Boğatepe yazdı…

”Ferdi Tayfur; tıpkı Diyojen gibi roman kahramanı Ceren’in eline gündüz vakti fener tutuşturup, insan aramaya çıkartıyor. Türkiye’den başlayan ve ABD ile Çin’de devam eden gizemli- felsefik hikayenin yumağını çözmeye çalışırken Stephen King ya da Agatha Christie kitapları okuduğunuzu zannedebilirsiniz.”

Ferdi Tayfur, ilk kitabı “Şekerci Çırağı2003’te yayımlandığında genellikle kendi hayat hikayelerini anlatanlar ve bizim de edebiyat dışı dediğimiz kitaplardan birisi olarak değerlendirildi ama yazım serüvenini 2008’de “Yağmur Durunca, 2013’te “Bir Zamanlar Ağaçtım” ve son olarak da yeni yayımladığı “Paraşütteki Çocuk” adlı kitaplarıyla istikrarlı bir şekilde sürdürmeye devam edince malum çevrelerin şaşkınlığı da uzun sürmedi. Benim kendisiyle tanışıklığımın ise hatırı sayılır bir geçmişi vardır. Uzun yıllardan beridir ağabey, arkadaş ve dostluk minvalinde saygın bir hukukumuz olan Ferdi Tayfur’un şarkıcı, besteci, oyuncu, senarist, yönetmen ve yapımcı kimliği en çok bilinen yönlerinin başında gelir fakat buna karşılık özelliklerinin üstüne eklediği yazarlık kimliği ile ürettikleri ise az bilinenler arasındadır. Az bilinmesinin veya görmezden gelinmesinin temel nedenlerin başında kuşkusuz 1970’li yıllarda yakaladığı şöhret ve o dönemin en popüler üç kişisinden birisi olmasından kaynaklanan arabeskçi etiketi gelir.

Çok istemesine rağmen şartlar gereği okuma fırsatı bulamayan Ferdi Tayfur’un çok kitap okuduğunu, toplumsal olaylara duyarsız kalmadığını, ülke gündemini belirleyen sanat ve siyasete dair cesurca çıkışlar yaptığını ve merkeziyetçi ben egosunun yüksek olduğu magazin kültürünün içinde yer almasına rağmen takdir edilecek bir özeleştiri yapmasını da dikkate aldığımızda kendisi hakkında fikir sahibi olma yolunun en başta ön yargılardan kurtulmak olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Onun bilinmeyenleri veya az bilinenlerinden bahsetmek, bildiğiniz Ferdi Tayfur’dan farklı bir portreyi gözlerinizin önüne getirebilir. Onu  tanımaya veya kendisiyle tanışmaya, otobiyografik ilk kitabı olan “Şekerci Çırağı” ile başlayabilir, yaptığı tarafsız özeleştirilerini ise “Bir Zamanlar Ağaçtım” adlı kitabından okuyarak samimiyetine ve hoşgörüsüne tanık olabilirsiniz.

Sinemadan edebiyata uyarlama

Kitaptan sinemaya uyarlanan hikâyelere yabancı değiliz fakat sinemadan edebiyata uyarlama neredeyse yok gibidir. Edebiyat-sinema ilişkisinden söz etmişken önemli ama bir o kadar da sorunlu ayrıntıya da değinmek isterim. Türk sinemasında dile getirilen konulardan birisi de konu sıkıntısıdır. Bu ve benzer gerekçeleri ileri sürenlerin genellikle intihal haberleriyle gündeme gelmesi de şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü böylesine zengin bir dil ve geleneği olan Türkiye’de konu sıkıntısını gerekçe olarak göstermek, gerçeklikten uzak bir mazerettir. Her yıl sonunda yaptığımız değerlendirmelerde edebiyattan sinemaya uyarlanan filmlerin 3 ile 5 arasında kaldığı gerçeğinden hareketle üretilen gerekçeleri, okumak ve araştırmak yerine birbirini tekrar, taklit eden ve genellikle aynı konular üzerinden ama farklı finallere ulaşmanın doğurduğu nesnel sonuçlar olarak değerlendirebiliriz. Kitaptan söz ederken sinemaya alanına girmiş olmam sizleri şaşırtmasın. Ferdi Tayfur’un “Yağmur Durunca” adlı kitabı gibi bu kitabın da yayınlanmadan önceki durumu farklıydı. İşte tam da burada bir parantez açarak okurlarının ve  hayranlarının merak ve ilgisine mahzar olacak başka bir ayrıntıya değinmek isterim. Henüz yeni çıkan “Paraşütteki Çocuk” adlı bu kitap, öncelikle sinema filmi olarak düşünüldü ve birlikte bu konuda çalışmalar yaptık. Bir yandan hikâyenin sinopsis’i çıkartılıp yapımcılarla görüşmeler yapılırken diğer yandan baş kahramanlar Seren ile Ceren ikizleri için cast çalışmalarını bizzat kendim yaptım. Ancak ne var ki, görüşmeler sonrasında ve tamamen güvensizlikten kaynaklanan nedenlerden dolayı önce kitap olarak yayınlanması ve daha sonra da tekrar sinema filminin çekilmesi yönünde karar kılındı. Yukarıda da değindiğim gibi tam tersi bir durum, yani edebiyattan sinemaya değil de sinemadan edebiyata uyarlanmış oldu. İlerleyen zamanlarda Seren ile Ceren’in hikâyesinin beyaz perdeye aktarılması hala güncelliğini koruyor.

Ferdi Tayfur, önceki kitaplarında olduğu kendine özgü akıcı ve yalın anlatım dilini “Paraşütteki Çocuk”ta da kullanıyor. Karakteristik analizler, yer ve mekânın çeşitliliği ile bunlara ilişkin geniş, ayrıntılı betimlemelerle sinematografik bir panoramayı okura göstermekle yetinmiyor daha iyi görmesini, kavramasını sağlamak için de alegoriye başvuruyor. Olayların, karakterlerin, kişilerin ve mekânların birbiriyle olan ilişkisinin koparılmadan sürdürülmesi, ilerledikçe gizem ile heyecan dozunun arttırılması ve ölçülü verilmesi Ferdi Tayfur’un yazım alanındaki birikim ve yetkinliğini de ortaya koymuş oluyor.

Patolojik ve Psikolojik gerilim

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Çukurova’yı, bir çocuğun gözünden anlattığı otobiyografik romanı “Şekerci Çırağı” ile edebiyat çevresinde hatırı sayılır bir yer edinen Ferdi Tayfur, uzun zamandır üzerinde çalıştığı dördüncü romanı “Paraşütteki Çocuk” ile bu defa hikâyesini ülke sınırlarının dışına taşıyor ancak aynı zamanda edebiyatımızda henüz denenmemiş bir alana giriyor. Hikâyesinin ana temasını Türk okurunun yabancısı olduğu uzak doğu, Çin kültürü ve mistik Kung Fu felsefesiyle yoğuruyor. New York Kozmos Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan, varlıklı bir ailenin ikiz kızlarından Ceren’in dilinden anlattığı hikâyesine başladığı andan itibaren toplumsal yaralarımıza neşter atarak kanatıyor. Kapitalizmin merkezi ABD, sosyalizmin can çekiştiği Çin ile teokratik bir rejime zorlanan günümüz Türkiye üçgeninde kurguladığı olaylar dizgesinin her birini kendi içinde yeniden açarak okuru mistik ve gizemli bir yolculuğa sürüklüyor. Ceren’in odağına aldığı ikizi Seren üzerinden anlatılan hikâyede akraba, aile, iş, arkadaş gibi geniş ilişkiler yumağı mükemmel bir kurguyla birbirine bağlanıyor. Türkiye’den başlayan ve ABD ile Çin’de devam eden bu felsefik hikayenin yumağını çözmeye çalışırken Stephen King ya da Agatha Christie kitapları okuduğunuzu zannedebilirsiniz.

Hikaye, Ceren ile Seren’in ABD’de üniversiteye gitmesi ve arkadaşları sayesinde bir Kung Fu okuluna yazılıp, Mui Zen’den ders almasıyla başlıyor. Kung Fu hocası Mui Zen ile tanışması aynı zamanda Ceren’in bakış açısını da değiştirecek ve temelini saygı, doğruluk, disiplin ile dürüstlüğün oluşturduğu bu felsefeyle olayları sorgulayacaktır. Sorgulamaya Ceren’in babasının siyasi geçmişi ve özellikle de hocası Mui Zen’in Türkiye ile Atatürk hakkındaki söylemlerine yer vererek günümüz Türkiyesi’nin gündemine politik göndermeler  ve eleştirilerle başlıyor. Tek adam olma hevesinin altında yatan nedenleri geçmişten tarihlerden örnekler vererek çözümlemesini yaparken Ceren’in, küresel gücün odağı ABD’de başını dik tutan tek değerin Atatürk olduğunu gerçekleri ve haklı gerekçeleriyle birlikte önümüze koyuyor.

Başlangıcı ve sonu belli olmayan, aşk, para, şöhret, ihanet gibi sarmalda başlayan bu gizemli serüvenine Amerikalı, Çinli, İtalyan karakterlerin de sonradan dahil olmasıyla uluslararası bir boyuta taşınıyor ve roman kahramanlarının gözüyle insanlığın, insan olmanın gerekliliği gündeme getirilerek farklı açılardan tartışılıyor. Tüm olayların aslında patolojik ve psikolojik bir hastalığın yansıması olduğunu çözdüğünüz an itibariyle Ferdi Tayfur yüzünüze bir ayna tutuyor ve gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor. Çünkü bu gerçekler yaşadığımız çağın toplumsal hastalığıdır ve bundan kurtulmak aynı zamanda insanlığı, insani değerleri kurtarmak demektir. Bunun içinde baş kahraman Ceren’i adeta Diyojen gibi gündüz vakti eline fener tutuşturup insan aramaya çıkartıyor.

Veysel Boğatepe

 

Başa dön tuşu