Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Peggy’nin Şekerleme Kutusu – Bülent Bakan yazdı…

Kürenin en yaşanılası âşık olduğum şehirde enkaz altında kalan hemşehrilerimin insanüstü ve hayvanüstü(kurtlardan evcilleştirdiğimizden beri aynı kalp ritmiyle dostluğumuzun devam ettiği yoldaşlarımızdan bahsediyorum) çabayla kurtarılmaya devam ettiği günlerin birinde toprağın ne kadar güçlü olduğunu fark ettim. İnsanoğlu toprağa saygı duymayı bıraktığında istemediği şeyler çift katlı otobüse binip gelmeye başlıyor.

Toprak ile en çetin mücadele binlerce yıl sonra yeniden keşfedilen yeniyetme kayıp ikiz kardeşler ve kara kıtada yapılmıştı. Toprağın altı üstüne getirilmiş içinde son madencilerden kalan altın ve gümüşü yaşlanmış delik deşik edilmiş eski dünyaya getirmek için yarış düzenlenmişti. Bu yeni yetme kıtaya çekik gözlülerden biracılara, adalılardan buzlar kralının sakinlerine, patatesin de kömür kara mantardan kurtulamadığı adada açlıktan kırılanlara her noktadan göç yıllar sürdü.

Eski dünyadan gelenler girebildikleri kadar içerilere direksiyon kırarken altındakiler ile de üstündekiler ile de çetin bir mücadele yaşadılar. Bu mücadele kürenin en güzel hikâyelerini anlatan koskoca bir kültür yarattı. Yeni yetme kıtalardan büyük biradere gelenler özgürlüğün tadına varmadan karşı kıtadan derileri gibi bahtları da kara insanları köle olarak karşı kıyıya getirdiler. Özgürlüklerini ve insan haklarını küreye ilan ederken bu kölelere sırtlarını kaşıtıyorlardı. Demokrasiden ballı ekmek kadayıfı gibi bahsederken ayakkabılarını kölelerine boyatıyorlardı.

Bu çelişkilerle dolu özgürlük kültürel formlarını çoktan unutulmuş çivi yazısıyla tabletlere kazırken o güne kadar görülmeyen bir teknolojik sıçrama yaşandı. Kürenin türlü mücadele ve zorlukla yeni yetme kıtasına göç edenler neler icat etmediler ki kazandan karbüratöre, traktörden pervaneye, otomobilden sokak lambasına kadar bugün hayatımızın bir parçası olan irili ufaklı nesne nesneler ormanındaki yerini aldı. İlginç olan bu nesnelerin her biri steplerden ormanlardan kara kuru ya da yemyeşil vadilerden oluşan yeni kıtadaki ihtiyaçların zoruyla olmasıydı. Mucitlerden neredeyse hiçbiri o zamanlar bu yeni yetmede doğmamıştı. Batısındaki yüzeye yerleşmiş altını çıkarmak için bir günde kurulan altına hücum köyleri bugün milyonlara ev sahipliği yapıyor halen. Yüzeydeki altın kısa sürede bitmiş olmasına rağmen icat etmeye olan iştah bir türlü sona ermedi ve bu toprak kazıcıları sonra alt kattaki ikiz kardeşin topraklarını kazmak için güneye geçtiler. İşte bu geçenlerden bir tanesi de Guggenheim idi.

Ailenin küçük kızı Peggy Guggenheim, 1979 yılında hayatını kaybettiğinde geride kürenin en büyük koleksiyonunu bıraktı. Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso, Pollock, Brancusi, Arp, Braque, Calder, de Kooning, Rothko, Duchamp, Ernst, Giacometti, Kandinsky, Klee, Léger, Magritte, Miró, Mondrian, Man Ray, Henry Moore ve Francis Bacon koleksiyonda yerini almıştı.

Bu koleksiyonun bulunduğu Venedik, Peggy’nin şekerleme kutusunun bulunduğu sanat merkezi şehir olacaktır.

Peggy Guggenheim 1946 yılında ‘Out of This Century’ kitabını yayınladığında ciddi bir başarı yakaladı. “Art of This Century” 57. Caddedeki galerisinin adıydı ve 1942 yılında açılış yapmıştı. Galeri kısa zamanda Avrupa göçmeni sanatçıların toplanma yeri oldu.

Peggy’nin asistanı, Marius Bewley’e göre sanatçı ziyaretleri

Breton: oldukça fazla uğrayanlardan
Tanguy: sıkça
Fernand Léger, Ossip Zadkine ve Marc Chagall; Matta, Pavel Tchelitchew: çok
Duchamp: bazen
Man Ray: bir veya iki kez
Barr: bazen
Kiesler, Alexander Calder: her zaman
James Johnson Sweeney: gün boyu kalanlardan
Motherwell, Jean-Paul Sartre, Pollock, Gypsy Rose Lee, David Hare, Clyfford Still, Herbert Read: çok uzun kalanlardan
Mary Mc-Carthy: açılışlarda uğrayanlardan.

Sürrealistler mekânı renklendirenlerin başında geliyordu.

Peggy Guggenheim’a anılarını yazdıran Clement Greenberg idi ve 1945 yılında Peggy ikinci eşi Mark Ernst’ten boşandı(ilki Laurence Vail).

1959 yılında Peggy Guggenheim New York’tan Venedik’e taşındı, efsane galeriyi de kapattı. Koleksiyonu 1948 Venedik Bienali’nde sergilendi.

Amerikan Soyut Ekspresyonizmi de Avrupa’da sergilenmiş oldu. ‘Bir Sanat Bağımlısının İtirafları’ da o dönemde yayınlandı.

Peggy daha büyük savaştan kaçarak Amerika’ya göç etmeden Kandinsky, bir sürü Klee ve Picabia, kübist Braque, Gris, Léger, Gleizes, Marcoussis, Delaunay, iki Fütürists, Severini, Balla, Van Doesburg ve ‘De Stijl’ ile Mondrian.” İlave olarak Miró, Max Ernst, de Chirico, Tanguy, Dalí, and Magritte ve hiçbir yere koyamadığı Brancusi, Lipschitz, Giacometti, Moore ve Arp heykelleri biriktirmişti. Peggy karşı kıyıya geçti ama Nazilerin Dejenere Sanat olarak yok etmeye hazır koleksiyonu Vichy’de gizli bir şatoda kaldı. Koleksiyonu Marcel Duchamp Amerikaya kaçırdı. Bir ara izi kaybedilen Peggy’nin şekerleme kutusu ile kürenin sanat merkezi de New York’a taşınmış oldu.

Ancak Guggengeim’lar 1847’den beri zaten yeni yetme kıtalı olmuş idi. Kara kıta Afrika ve ikiz kardeş Latin Amerika’da madencilik işinde çok başarılı olmuşlardı. Babası Eiffel Kulesinin asansör işini de yapmış olan başarılı bir iş adamı iken RMS Titanik’te hayatını kaybetti ve Peggy bu konuda babasını hiç affetmedi. Dedesi de babasının arkasından gidince beş milyon dolar değerinde bir servet ona kaldı. Peggy 21 yaşında idi. Bu servet sonraları katlanacak ve Andre Breton’un Alman işgalinden kaçırılmasında işine yarayacaktır. Peggy, sanat eseri alabilmek için oldukça pinti bir hayat sürdü. Parasının dörtte üçünü hep sanata harcadı. Kıyafet alacak parayı zor denkleştirdiği zamanlar bile oldu.

Annesi 1937’de ölünce kalan 450 bin dolar ile Guggenheim Jeune galerisini açtı ve direktör olarak Wyn Henderson’u başına geçirdi. İkinci sergi Kandinsky retrospektifi oldukça başarı sağladı. Finansal olarak değil ama tanınmasını ve başarısını sağlayan bu galeridir. Bu sayede New York’ta Breton, Arp, Mondrian, Brancusi, Braque, Picasso, Kandinsky, Dalí, Calder, Delaunay, Miró, Gris, Carrington, Giacometti, Magritte, Man Ray, Malevich, Archipenko, Duchamp, Klee ve Henry Moore gibi sanatçılar ile bir tarih yazdı.

Bugün Kazdağlarından gözbebeği Muğla’ya kadar sayısız alanda toprakla asidik bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadelede kazanan biz olmayacağız. Toprağımızla boğazlaşanlar kürenin her türlü odak merkezlerinde son model mahzun mucit Tesla’dan adını alan otomobil ile dolaşacak veya sualtının Flash Gordon’u Damien Hirst’ten bir midyeli heykel satın alacak ya da Jeffriye’den (Jeff Koons) bir kaniş seramiği ile yüreği ağzına gelecektir. Yeterince açık olmuştur umarım. Yaklaşan mükemmel fırtına sonrası çöl olma olasılığı yaşayan topraklarımızda bin maden alanı yerine milyon tane Kaz Dağı oluşturmamız gerekirken Venedik’te bir şekerleme kutusu daha yaratmayalım.

Mustafa Kemal Atatürk bize muhteşem bir orman çiftliği-çiftlik ormanı bırakırken bunu anlatmaya çalışıyordu. Topraklarımızı ve mavi vatanımızı ne yaparsak yapalım öldürmeden yapalım. Sonrasında kürenin bütün sanatı buraya gelmese de biz duvarlarımızı, sokaklarımızı caddelerimizi ve yeni açılacak müzelerimizi doldururuz. Bunu başaracak güç fırçalarımızın ucundaki boyada bulunmaktadır.

İzmir’ime geçmiş olsun. Bu da geçer yahu. Kaybettiklerimizin acısı bizimle yaşar sadece. Kaybeden biz olmayalım bundan sonra…

Bülent Bakan

"Yazı"nın Sanat Serüveni 1 - Bülent Bakan yazdı... 2

Fotoğraflar: Solomon R. Guggenheim Foundation / Foto Arşiv

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu