Perdeye yansımayan etik, estetik ve ahlâki sorun – Veysel Boğatepe yazdı…
Kültür ve Turizm Bakanlığı; “Özel Tiyatrolara Yardım Yönetmenliği”nde, proje bazında sunulan oyunlara yapılacak olan yardımın, hangi koşullarda geri alınacağına dair bir düzenleme yapmıştı. Söz konusu değişiklik, genel ahlak ile anayasada belirtilen temel hususların dışına çıkılması gibi durumlarda tiyatroya yapılan yardımın, yasal faiziyle birlikte 15 gün içerisinde geri iade edilmesini öngörüyordu. Ödeneğin geri alınmasını düzenleyen bu madde (14/e) ile başlatılan tartışmalar da en dikkat çekici ayrıntı ise tiyatro ahlakının hatırlatılmasıydı. Pek tabi ki tiyatro ahlakı, oyuncu ahlakını da doğrudan ilgilendirdiğinden tartışmanın “etik estetik, ahlak” yönünde genişleyerek daha kapsamlı olarak sorgulanması gerekirdi.
Tiyatro, doğuşundan bugüne değin ahlakçılık yapmadığı gibi kendisini var eden evrensel ahlaki değerlerden de kopmadı ancak kendi bünyesindeki sorunlarını da tartışmaya açmadı. Ödenek sorunuyla gündeme gelen ve birbirinin ardı sıra perdelerini kapatan özel tiyatroların tek sorunu elbette ki sadece ekonomik değil. Oyuncusunun ve sanatçısının, etik ve ahlaki değerlerini tiyatro ahlakıyla bütünleştirmesinin sorunlara ilkeli ve nesnel çözümler getireceği, kuşku bırakmayan bir gerçektir.
Tiyatro kulisinden magazine malzeme çıkmaz
Özellikle 1990’larda başlayarak toplumun tüm katmanlarını kuşatan ve kültürel yozlaşmayı olağanlaştıran popüler kültür, sanat-edebiyat çevresinde etik, estetik sorununu da beraberinde getirdi. Fakat hemen belirtmeliyim ki, etik gibi iş ahlakının yanı sıra estetikten kastım, kusurlu bir organın düzeltilmesi veya güzelleştirilmesi değil sanatsal yaratıcılıkta, sanatçının estetik kaygıları taşıma zorunluluğudur. Ahmet Çevik Tiyatrosu’nun “Şaka Gibi” oyununun galasında Pelin Körmükçü’nün, kendi davetlisinin yer bulamadığını gerekçe göstererek aynı gece oyunu bırakması ve sonrasında hadiseyi magazin sayfalarına taşıması, alışılageldik popülist bir yaklaşımın somut yansımasıdır ancak tiyatro ahlakı ve sanatçı kimliği, magazin potasında eritilecek kadar basit, sıradan değildir.
Gala gecesinde yaşanılanlara, fuaye’de konuşulanlara şahit olmama rağmen Körmükçü’nün, konuyu haklı ile haksız kıstasına çekerek “gala yapmayı bilmiyorlar, eşim merdivende oturdu, gala da bilet satışı olmaz vb.” gibi objektif olmayan söylem ve gerekçelerine karşılık Ahmet Çevik’in, kendi aralarında çözme girişimlerinin sonuçsuz kalması, tiyatro ahlakıyla birlikte sanatçı kimliğinin de sorgulanmasını zorunlu kılmıştır. Ne var ki, hadisenin magazin yüzeyselliğinde döndürülmesine neden olan Körmükçü’nün söylemleri, objektif olmamakla beraber nesnellikten de uzak ve eksiktir.
Tiyatro sahnesi, ne dizi ne de sinema seti değil
Bir dizi veya sinema setinde görev ve sorumluluktan vazgeçilebilir. Böyle bir tavır ve anlayış, etik olmasa da yerine başka bir oyuncu bulunana kadar projenin durdurulması ya da ertelenmesiyle sorun çözülebilir. Ancak turne takvimi oluşturulmuş oyunun sahnede bırakılması, hoşgörü sınırları içinde değerlendirilebilecek bir tutum değildir. Kolektif bir çalışmayla 30-40 günde prova-ezber yapılarak çıkartılan oyunu sahnede bırakmak toplumsal sorumsuzluğun, duyarsızlığın göstergesi olmakla beraber sanat estetiği, sanatçı kimliği ve tiyatro ahlakıyla da doğrudan ilişkilidir. Özcesi, sebep ne olursa olsun kadroyu, oyunu ve kurumu doğrudan sabote etmek anlamına gelir.
Galada bilet satışının olmayacağına dair yazılı veya sözlü bir kural olmadığı gibi gelenek de değildir. Popülist, burjuvazi bu anlayış, Levent Kırca tarafından yıkılmıştır. Ahmet Çevik, başta hocası Levent Kırca olmak üzere tiyatro ahlakını da Nejat Uygur ve Abdullah Şahin gibi ustalardan öğrenmiştir. Dolayısıyla gerekçe olarak sunulan 100 bilet, kokteyl masraflarını dahi karşılamayacağına göre cüzdanı şişirecek bir çaba olmadığı aksine sınıfsal ayrımı ortadan kaldıracak bir girişim olduğu açıkça ortadadır. Bir kez daha hatırlatmak isterim ki, mesele kimin haklı veya haksız olduğu değil, mesele tiyatrodur, oyuncudur, etik, estetik ve ahlak sorunudur.
Veysel Boğatepe