Popolo Grasso – Veysel Boğatepe yazdı…
Floransa halkı; orta çağlar da zengin tüccarlar ile parası bol aristokratlara ”Popolo Grasso” yani ”besili kişiler” derlerdi. Sanatçılar da besili kişiler sınıfından sayılırdı. Hani, haşa en ufak bir entelektüellik iddiamız yok ama Etiler-Nişantaşı lay-lom’undan hazmedemeyen biri olarak sanatçı-zanaatçı kısmının yaratma alanına kafayı fena takmış durumdayım.
Zihnimin karanlık dehlizlerin de ara ara buldum ki; zanaatçı-sanatçı kısmına çok kârlı bir iş yaptıkları ve ülke ekonomisine katkıda bulundukları için zanaatçı sıfatının yakıştırılması daha uygun olacaktır. Çünkü; yaratma alanı olarak yalnızca popolarını sermaye olarak kullanıp, üstelik bilumum estetik operasyonlarla şekillendirip kâr-meta faydası ortaya çıkarıyorlar ki; bu da sanatçıdan çok zanaatçı kavramına “cuk” diye oturur. Eserlerinin esin kaynağı kendi gövdeleri olduğuna göre popoları ile para kazanan zanaatkârların popoları, birer başyapıt sayılabilir. Bu tür zanaatlara prim verip, alkış tutan “Zanaat Severler” ise şöhret hastalığına tutulmuş yurdum bireylerinden yeni zanaatkârlar yaratmak için Türk Star, Pop Star, Top Star, olmadı Cart Star, bu da olmazsa Curt Star gibi ödüllü “Zanaat Yarışması” düzenleyerek yeni star-zanaatkâr yaratma girişimlerinin ekonomiye olan katkısını kendi gündemlerinin ilk sırasına oturtabilirler fakat bu tamamen dilenci ekonomisinin mimarı Keynesci ekonomistlerin uzmanlık alanına gireceğinden konumuzun dışındadır. Bizi asıl ilgilendiren, model-star yarışmalarını kazananların toplumda yarattıkları afrodizyak etkilerine göre; mesir macunu, kuvvet macunu, incir, kereviz, baharat gibi ziraat ürünleri olarak sunulması ve toplumun da bu ürünlerin birer “Başyapıt” gibi kabul görmesi ve bu işin otoritesini elinde tutanların seyirci ve suskun kalmalarıdır.
Sahra çöllerinde üç yapraklı yonca aramak
Henüz yaşam ve çıkar kavgasını içine düşmedikleri için dünyaya cömert, hesaptan uzak gözlerle bakan gençleri cilalı-macunlu laflarla zehirleyen “Zanaat Üreticileri”ne ailelerin seyirci kalması ve hatta desteklemesi düşündürücüdür. Bir çoğu yaşamlarını kazanabilme çağına geldiklerinde pek çoğunun saf, paylaşımcı duyguları ve düzgün tahlilleri geride kalacaktır. Pek azı da toplumun yüksek çıkarlarını gözetirken, bugün cebinin hizmetine girenlerin uyduğu çarklara kendilerini kaptırmamak için mücadele etmeyi tercih edeceklerdir. Veya ben çok safım, öyle ümit ediyorum!
İçinde yüzdükleri lüksü çeşitli stiller deneyerek kulaçlaya kulaçlaya bitiremeyen, servetlerinin kaynağı popoları olmasına rağmen “alınteri” diye pervasızca söylemekten kaçınmayan bizim “Popolo Grasso”larımızın ve nicelerinin terleyen yerine “alın mı?” denir bilemem ama onursuz yaşamdan kazandıklarının el kirinden öte bir şey olmadığı su götürmez bir gerçektir.
Beyni oksijensiz kalan kültürsüz, özentili, ilkesiz, kimliksiz ve kişiliksiz, uzlaşmak yerine çatışan, çelişen, feodal zorba anlayışlarıyla orta çağlarda olduğu gibi koloniler halinde yaşamakta ısrar eden, site ile gecekondular arasına sıkışan kalabalıkların, sanat ürünleri yerine zanaat ürünlerini tercih etmeleri pek tabii ki doğaldır. Az gelişmiş ve peşin sıra gelen özentili, kolay yoldan para kazanmak için gövdelerini sermaye ederek meşrulaştırmayı ilke edinen yoz-uyuz bir gençliğin önünde, sanattan ziyade sağmal inekliğin ve besili bir geleceğin alabildiğine uzandığını görmemek için gerçeklere şaşı bakmak gerekir.
Kendi aralarında ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde sanatı “Fast Food” kültürüyle yoğuran, sanatçıdan çok kokteyl farelerinin cirit attığı ortamlarda benim gibilerin sanatçı araması, sahra çöllerinde üç yapraklı yonca aramak gibi bir şey olur. Bu da benim kusurumdur fakat “kusura bakma” gibilerinden ezberletilmiş sözlerin benim lügâtımda yeri de yoktur. Çünkü; kusuru düzeltmek için öncelikle bakmak ve görmek, tartışma götürmeyen ön koşulların başında gelir.
Veysel Boğatepe