Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Ressam, ressamın hocasıdır – Bülent Bakan yazdı…

Benim binlerce Hocam oldu. Hepsinden bir şeyler öğrendim. Bunların çoğunluğu sanatçıdır. Şeref Bigalı, Yusuf Toprak, İsmail Canlı, Bedri Baykam, Ekrem Kahraman, Denizhan Özer, yerli ve yabancı binlerce sanatçı. Şeref Bigalı’nın söylediği her söz billur gibi halen benimle. Yusuf Toprak’ın ‘Buldum..Kar beyazının formülünü buldum.’ diyerek derse girdiği günü hiç unutmadım. İsmail Canlı ise beni heykel ile tanıştırdı. Bedri Baykam ise ‘içilecek bir deniz’ hocalardandır. Yazdığı her satırı okudum her dediğini kafama kazıdım. Ekrem Kahraman’dan espastaki uzayı görmeyi öğrendim ve onun da eksiksiz tüm yazdıklarını okudum. Denizhan Özer’den nasıl kürato-hero olunabileceğini öğrendim ve halen çok şey öğreniyorum. Sınav notlarım kötü bile olsa ben yine de iyi bir öğrenciydim. Meraklı (Curiosity), azimli (Perseverance) bir sanatçı ruhum (Spirit) vardı. Her fırsatta (Opportunity) resim yaptım ve resim sanatında geçici bir ziyaretçi(Sojourner) olmadım hiç. Önce öğrenmeyi sevdim. Sınav notları kötüyse derinlerde bir yerde başka kök sebeplerin olduğunu görmem için benim de Hoca olmam gerekti. Öğretmeyi de çok sevdim.

En büyük hocalarımdan Mehmet Güleryüz’ü sosyal medyada bir kolej öğrencisinin karşısında üzerinde çok çalışıldığı belli harika sorulara cevap verirken gördüğümde hocaların hocası Mustafa Kemal Atatürk’ün ne büyük bir eser bıraktığına bir kez daha şahit oldum. Üç ayrı kuşak bir arada harika dakikalar geçirdim. 100 yılda bu memlekete rehberlik yapacak ve önümüzü her şartta ve zorlukta aydınlatacak büyük rehber hocalar ve o ışığa koşacak nesiller yetişti. En önemli rehber hocalardan Mehmet Güleryüz’e özenle hazırladığı soruları ezilip büzülmeden özgüven ile soran da o nesillerden çok güzel bir örnek idi.

Peggy’nin Şekerleme Kutusu – Bülent Bakan yazdı…

Mehmet Güleryüz’ün hiçbir dersini kaçırmadım. Seksenlerden başlayarak İstanbul’da açtığı her sergiye gittim. Boya darbelerinin sırrını çözmeye çalıştım. Desenlerini usanmadan gözledim, yazdıklarını okudum, Kurtuluş dizisinde ne büyük bir tiyatrocu olduğunu gördüm. Büyük bir sanatçı olduğunu biliyordum ama İstanbul Modern’deki retrospektif sergiye sayısız ziyaretimde sergideki anaforlara kapılıp heykellerine tutunup sergiden kendimi her seferinde kalbim sıkışmış kafamda türlü soruyla çıktığımı hatırlıyorum. Mehmet Güleryüz’ün su serisinin önünde bir denizci olarak saatler geçirdim. O serideki tüm resimlerin Deniz Müzesi’nde toplanmasını isteyecek kadar ileri götürdüm iddialarımı. Su serisi, diğer seriler, defterler, eskizler, heykeller ve bir dünya figür bir araya geldiğinde ‘Nasıl bir Dünya bu Dünya?’ diye sorguladım her ziyaretimde.

Mehmet Güleryüz söyleşide resmin bir matematiği olduğunu aslında bir mühendislik tasarımına benzediğini söylediğinde keyfime diyecek yoktu. Okyanus aşan gemilerin başmühendisi olarak bu uzun yıllardan beri bildiğim bir şeydi. Kitaplarında da bu konuya değindiğini bildiğimden verdiği dersin zamanlaması da çok yerinde idi. Kürenin kenarında mı yoksa kuşağında mı olduğu belli olmayan bu topraklarda epeydir matematiğin esamesi okunmuyor.

Mehmet Güleryüz’ün kendi sanatının şifrelerini anlatırken tam da bunları hedeflediğini vurgulaması seksenlere doksanlara ve iki binli yıllara doğru bir zaman yolculuğu yaptırdı. Dolaştığım sergileri boyunca ondan ne kadar çok şey öğrendiğimi gördüm yeniden. Ressam ressamın hocasıdır. Her resim bir sınavdır. Her sınavdan bir geçme notu alırız. Bugün Mehmet Güleryüz’ün sanat dünyasına kazandırdığı halen Galeri Xist’te ‘Reunion’ sergisi açık olan Ansen Atilla gibi çok büyük ressamlar var. O ressamların arasına son sıradan kendimi de yazıverdim listeye.

An itibari ile sanat eleştirisinin öldüğü andır. Sanat ve sanatçı eleştirilemez. Başarı sağlamak çok zordur. Başarılı bir eleştiri için sanatçıların yazması ve konuşması beklenmelidir. Hayatın normal seyrinde bu çok da gerekli değildir. Sanat eserinin söyledikleri yeterli gelebilir. Sanat eseri gören göze göre değişen yorumlar üretebilir. Bu sanatın ve sanat eleştirisinin doğasında var. Sonuçta yüksek sanat alçak sanat yoktur. Ortada bir sanat eseri vardır ya da ortada bir sanat eseri yoktur. Kopyadır, sahtedir, ikiyüzlüdür, samimi değildir, art niyetlidir belki de propagandadır.  Kürenin bugünkü gibi olağanüstü şartlardan geçtiği dönemlerde sanatçıları dinlemek gerekiyor. Mehmet Güleryüz’ü dinlerken İstanbul Modern’den bir rock konseri çıkışında yaşayabileceğiniz, bağımlılık yapan duyguyu neden yaşadığımı anladım, tekrar o retrospektif sergiye geri dönmeyi istedim ve gözlerimi kapattım. İşte oradayım tam da ‘Yarış Arabası’ ile ‘Kaşıntı’ heykelinin arasında…

Pandeminin başından beri kürenin her noktasından sanatçıların konuşmalarını dinliyorum. Harika işler yapıyorlar ve yaptıkları işlere dair konuşuyorlar. Sosyal medya hesabında Damien Hirst, 80’lerden bu yana yaptığı mücadeleyi anlatıyor. İkişer tane yaptığı işlerin kendi elinde tuttuğu örneklerinden resimlerini enstalasyonlarını hangi şartlarda ve nasıl yaptığını anlatıyor. Dehanın deprem yaratıp kürenin sanat merkezinin Londra’ya taşınmasına katkı sağlamasına şaşırmıyor insan. Tabii ki bu yazdıklarımızda ona takılmaya devam etmemize engel değil. İnsan sevdiklerine daha çok takılırmış. Avrupa’nın en çok satan şehirli sanatçılarından Kenneth von Blom’u dinliyorum örneğin ve resimden yüksek beklentilerinin olmadığını ve sanatın dünyayı değiştirmekte aciz kaldığından söz ediyor. Ona katılmak mümkün değil. Kenneth Blom’un fazlasıyla bugüne ait resimlerinin kürenin sanat merkezinde ve İstanbul hariç geri kalan her yerde kendine yer bulabilmesi bile sanatın dünyada bir şeyleri yerinden oynatabileceğini gösteriyor. Çünkü Londra’da karşı kıyıdan komşu Norveç’ten değil Çin’den, Hindistan’dan ve Güney Kore’den sanatçılar var.

Her yere izini bırakan “Homo Sapiens” – Bülent Bakan yazdı…

Sadece sanatçılar konuşmuyor. Müzeler, galeriler, küratörler, müzayede evleri, tiyatrocular, fotoğrafçılar, sinemacılar ve sanatın her alanından oluşan orkestra ortaya büyük bir senfoni çıkarmış durumda. Covid 19 salgını bu anlamda büyük bir değişim yarattı. Derken Amerika Birleşik Devletleri yeni Başkanı’nın Sojourner, Spirit, Opportunity ve Curiosity’den sonra beşinci keşif aracı Perseverance’ın Mars gezegenine başarıyla inmesi nedeniyle NASA’daki bilim insanlarını tebrik ettiği konuşmanın kısa film Oscar ödülünü alabilecek videosu sosyal medyadan önüme düşüverdi. Haklı olarak ne kadar etkilendiğini ve bu işe imza atan bilim insanları ile ne kadar gurur duyduğunu söylüyordu. Bu profesyonelce hazırlanmış görsel, yedinci sanatın bütün olanaklarını başarıyla tüketmiş, 83 saniyede bilim ve sanatı emperyal politikanın emrine vermişti.

21 Şubat 2021 03.13’te şöyle düşündüm!

“Ruhbanların” ve “politikacıların” sustuğu; sadece sanat insanlarının ve bilim insanlarının konuştuğu bir Dünya istiyorum…

Bülent Bakan

"Yazı"nın Sanat Serüveni 1 - Bülent Bakan yazdı... 2

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu