Sanat, ‘Ben’in ‘Biz’e Dönüştürülmesidir – Ümit Şenel yazdı…
Sanat, doğrudan doğruya bizim içindir. Biz insanlarız, biz toplumuz. Toplum halinde yaşadığımız için birbirimizi etkileriz, eğitiriz, dönüştürürüz, yeniden üretiriz. Sanat; aile ve okul müfredatından çok daha etkili bir eğitimci, bir dönüştürücü ve yeniden üreticidir. Sanat, insanın kendisini yeniden üretmesi içindir ve bu yeniden üretim, toplum dışında, örneğin tek başına dağ başında, toplumdan bağımsız olarak imkansızdır. Sırasıyla, emek, ekonomi, gelenek, töreler, ahlak, hukuk ve sanat hepsi birlikte bir eğitim şekline dönüşerek toplumu yeniden üretir ve o toplum da aynı şekilde bireylerini yeniden üretir. Sanat, ekonomik, kültürel, tarihsel, sosyolojik, coğrafik, bilimsel, teknolojik vb. pek çok nesnel verinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan multidisipliner bütüncül bir sistemdir. Sonuç olarak sanat toplum için, toplum da birey için, dolayısıyla sanat bir insanlık bütünü olarak hepimiz içindir. Toplumsal olduğu kadar tarihsellik de içeren sanat, aynı zamanda dönemimizi de geleceğe yansıtır.
Sanatçı, kendi öznel bilincinin sahip olduğu hayal gücü değneğiyle, gizli gerçeği, görünür gerçeğe dönüştüren büyücüdür. Toplum, yaşam, doğa içinde var olduğumuz bizim dış dünyamız, her an önünden geçtiğimiz fakat farkına bile varmadığımız, pek çok derdimizin çaresi olabilecek ya da tam tersine pek çok çözümümüzün sorunu olabilecek gerçek varlık, olgu ve ilişkilerle doludur. Bizler ise genel olarak doğru varlık, olgu ve ilişkilerin arayışı içindeyizdir. Oysa bütün gerçekler doğru değildir, bütün doğrular da gerçek değildir. İşte sanatçı, gerçek ve doğrunun eşleşmesini çakıştırarak, ‘’güzel’’i ortaya çıkaran kişi demektir. Sanatçı güzeli ‘’nasıl’’da ararsa biçime ulaşır ki, ‘’biçim’’ geçicidir, sanatçı güzeli ‘’neden’’ de ararsa öze ulaşır ki, ‘’öz’’ kalıcıdır. Güzelin ortaya çıkışı diğer bütün olguların ortaya çıkışı gibi diyalektik bir süreçtir. Orada bir yerde öylece duran bizim fark etmediğimiz olgu tezdir. Onu fark eden sanatçının hayal gücü anti tezdir. Sanatçının hayal gücü tarafından olgu çelişkilerinin gerçeklikle uzlaştırılarak ortaya çıkarılan yeni olgu yani bilinen adıyla ‘’sanat nesnesi’’ sentezdir. Ortaya çıkan bu sentez, bir başka sanatçının hayal gücü için yepyeni bir tezdir.
Üretim araçlarını mülkiyetlerinde barındıran yönetici sınıflar nasıl ki dokundukları her şeyi doymak bilmez bir hırsla metaya dönüştürüyorlar, bütün varlıkların, olguların ve ilişkilerin insanca kullanım değerlerini değişim değerine dönüştürüyorsalar, sanatçı da; kullan at metaya dönüştürülmüş, çürüme süreci başlamış olan bu olgulara gerçek kalıcı insani değerlerini kazandırarak, insanın kendi kendisine yabancılaşmasını, metalaşmasını durduracak kişidir. Psiko patolojik travmalarla zedelenmiş iç dünyasının bilinç akışını, topluma, dışa vurumcu, gerçek üstü metalar olarak pazarlayan sözde sanatçıların, kendi kısıtlı çevrelerinde yarattıkları kısa süreli geçici sansasyonlar dışında, toplumlarına veya evrensele katabilecekleri, gerçeği keşfetmekten duyulabilecek hazla birlikte, bilgiye ulaşmak, güzeli tanımlamak, ufuk açmak, dayanışma farkındalığı yaratmak gibi hiçbir kalıcı değer üretimleri yoktur.
Neoliberal kapitalist sistemde sanat, bireyin imajı, prestiji ve yatırımı içindir. Toplum için sanat ise, kâr getirecek olan, kitlesel ticaret metası üretimidir. Sanatçı, kitleleri bu sanatsal ticaret metalarına gereksinim duymalarına ikna edecek olan idolleri, imajları, fenomenleri ve moda akımlarını yaratan kişidir. Sanat adı altında; kitleleri avutmak, oyalamak ve tüketim amaçlı manipüle etmeye yönelik olarak, hayatın nesnel sınıfsal gerçeklerine göre bir aradalık ve dayanışmanın yerini, birey merkezcilik, bilinç akışı, tarzını yaratma kavramları alır. Toplumdan bağımsız olarak bireysel özgürlük ve kişisel kurtuluş umutları pompalayan, mantık ve nesnel ilişki bağlarından kopuk doğa üstü çağrışım ve beklentiler içeren, neoliberal küresel hegemonya destekli bir takım post modern akımlar her geçen gün kitapçılarda, galerilerde, sergi salonlarında, medyada, sinemalarda, tiyatrolarda, bilgisayar ekranlarında ve beyaz camda varlıklarını yaygınlaştırmaktadır.
Roman, film, tiyatro, resim vb. sanat eserinde, emek yoğun çalışan bir kişinin nasıl bir efor ve emek harcadığını gerek yüz, gerekse beden detaylarıyla, diyaloglarla, alın teri kavramlarıyla, çevresinin veya ailesinin ona yaklaşımıyla anlatan bir sanatçının yaklaşımı nasıl sorusuna cevap veren eleştirel gerçekçi, naturalist yani doğalcı bir yaklaşımdır. Ama aynı sanatçı, izleyiciye, aynı emekçinin neden o işte o eforla çalışmak durumunda olduğunu, eğer çalışmazsa veya çalıştırılmazsa başına neler geleceğini, üretiminden elde edilen kazancın kimlere gittiğini, çalıştığı işteki güvencelerini veya güvencesizliklerini, o işin, o emekçiye toplum içinde sağlamış olduğu statüyü, sosyal tatmini ve toplumun tarihsel sosyo kültürel yapısının bireyin yaşamı üzerindeki etkisini de hissettirebiliyor, ailesi, çevresi ve mülkiyet ile olan ilişkilerini nesnel yaşam şartları bağlamında yansıtabiliyorsa o zaman bu yaklaşım toplumcu gerçekçi bakış açına örnek teşkil eder. Eleştirel gerçeklik, liberal demokrat ilişkiler ile otoriter ilişkiler arasındaki teknik ve psikolojik çelişkileri yansıtır. Toplumcu gerçekçilik ise mülkiyet ile emek arasındaki sosyal ve sınıfsal çelişkileri yansıtır. Toplumcu gerçekçilik, nesneleri ve olguları suçüstü yakalamaktır. Bunların dışında kalan olgu ve ilişkiler ise eleştirel gerçekçiliğin, romantizmin veya sürrealizmin ilgi alanındadır.
Kim yaptı yedi kapısını Thebai kentinin?
Kralların adını veriyor tarih kitapları
Krallar mı taşıdı koca koca taşları?-Bertolt Brecht
Sembolizm (simgecilik), naturalizm (doğalcılık), dadaizm, abstre ekspresyonizm (soyut dışa vurumculuk), empresyonizm (izlenimcilik), pop art vb. sanat akımları toplumu, doğayı, insanı ve dünyayı nesnel sebep sonuç ilişkileri dışında, bireysel duygu, algı ve yorumlara dayalı olarak, ve mevcut mülkiyetçi sınıfsal statükoları, hegemonyaları, değiştirme amacı gütmeyen ve post modernist yaklaşıma alt yapı oluşturan, kalıcı özü bastırıp, sadece belirli bir zaman için geçerli olan biçimi ön plana çıkaran akımlardır. Toplumcu gerçekçilik öğelerinden arındırılmış, sanat akımlarını, antik çağın mitolojik, orta çağın ise mistik metinleriyle kolajlayan post modernist sanatçılar, her biri, toplum içinde ama kendi yapayalnız bireysel inanç ve düşüncesinde, birleşik akıl ve dayanışmadan kopuk insanlardan oluşan yönetilmesi kolay kitleler oluşturulması için aracı olmakta, Aydınlanma ve modernitenin toplumcu, eşitlikçi, adaletçi bütüncül içeriklerini; insanı tek tipleştirmeden kurtarmak, büyük totaliter anlatıları yıkmak, bireye geçimde bağımlı, sözde özgür yalnızlığını kazandırmak adına boşaltmaktadırlar. İki bin – üç binyıl önceki tanrıların, titanların, tiranların, doğa üstü yaratıkların, bin yıl önceki kralların, meleklerin, şeytanların, aşkın evrenlerin öykülerini, günümüzde, metinler arası öykünme, gönderme ve kes yapıştırlarla, mistifikasyonla (gizemselleştirme) topluma sanat olarak sunduğunuz zaman; bir yandan da dünya yüzeyindeki farklı inanışların tarikatlarına inanmış kişiler yetiştirilmesine vesile olunabileceği göz ardı edilmemelidir.
Ernst Fischer, ‘’Sanatın Gerekliliği’’ adlı kitabında, pozitivist düşünür Hippolyte Taine’nin (1828-1893) Emile Zola’ya yazdığı mektubundaki şu sözlerini aktarır;
‘’Kendini bir boşluğa kapar da, okura bir canavarın, bir delinin, ya da hastalıklı bir zavallının umutsuz hikayesini anlatırsan ancak okuru yadırgatmayı başarırsın… Gerçek sanatçının bütün yapıyı anlamasına yardım edecek geniş bilgisi ve üstün bir davranışı olması gerekir. Günümüzün yazarları konularını sınırlayıp derinlemesine işliyorlar, kendilerini dünyaya kapıyorlar ve gözlerini bütüne çevirecekleri yerde tek tek parçalar üzerinde ayrıntılı incelemeler yapıyorlar.’’
Ümit Şenel
Mimar
Kaynak:
Ernst Fischer – Sanatın Gerekliliği – e Yayınları