Sanatçı, Mülkiyet ve İmza – Ali Şimşek yazdı…
Yüzlerce yıl önce yapılmış birçok uygarlık yapıtının, başta resim ve heykel olmak üzere yaratıcılarını bilmiyoruz. Bunun en önemli nedeni bizim bugün sanat, imza ve özgün biriciklik kavramlarının olmamasıydı. İşler kolektif usta-çırak ilişkisi içinde icra ediliyor ve “özgünlük” gibi bir hedefi yoktu. Hatta ustaya benzerlik bir onur vesilesiydi. Zaten bugün anladığımız anlamda büyük harfle Sanat (Art) kavramı da yoktu. Tekhne, artizanlık, kunst ne dersek diyelim; bugün müzeleri ve koleksiyonları süsleyen başyapıtlar bir “yapma” ve “beceri” çerçevesinde yani geniş anlamda zanaat olarak değerlendiriliyordu. Hatta Rönesansta bile Da Vinci ile iyi bir çeyiz sandığı oymacısı arasındaki mesafe çok da uzak değildi. Liberal sanatlar olarak adlandırılan, bir yararlılığı hedeflemeyen ürünlere dönük bakış aslında çok ama çok yeniydi. Mesela astronomi, geometri ve retorik de bunun içindeydi. Yani Michelangelo gibi ustaları bugünkü anlamda bir sanatçı kavramı ile nitelendirmek bir tarafıyla zaman kaydırmak anakroni yapmaktı.
Özgün, kimseye benzemeyen, Deha, iç dünyası zengin, bohem, yapıtının amacı “kendi” olan sanatçı kavramı önemli ölçüde 18. Yüzyıl ve sonrası bir döneme aittir. Kültür ve ideoloji diye bir kavramın da aynı döneme ait olması gibi. Sanatçı imzası ya da genel anlamda imza insanın bireyselliğini onaylayan hukuki bir iz ve işaret veya el yazısıdır. Ama daha çok da el yazısı. Örneğin bir sinema yönetmeninin imzası jenerikteki ya da afişteki ismi değil. Sözleşmede yer alan ıslak imzasıdır. Latince soyağacı içindeki signare’nin yarık açmak, deşmek ya da yaralamak diyelim; toprağa işlenen arktan gelmesi çok anlamlı. İngilizcesiyle signature yani Mülkiyet! Biz deki çağrışımı ise daha çok imlemek ve göstermek anlamı taşıyor. Ama yine de örtük bir mülkiyet tınısını kendinde taşıyarak. İmza yaralar! Çizik atar.
Sanat ve imza üzerine sayfalarca yazılabilir. Bir yapıtın maddi ve manevi değerini kurduğu gibi “sahte”yi de ayıracak ölçüttür artık. Bir gravürün ya da fotoğrafın sonsuza kadar baskısı yapılabilir. Ama ona biricikliğini sanatçının ıslak imzası verir. Özgün Ara Güler onun imza attığı bir karton parçasıdır. O an bambaşka bir aura kazanır artık fotoğraf. Yoksa herhangi bir kopyadır. Ha dergide ha afişte farketmez.
Kavramsal sanatı başlattığı düşünülen Duchamp’ın 1917 tarihli ünlü ‘Çeşme’si de aslında imzayı sorunsallaştırır öncelikle. Hırdavatçıdan alınan her hangi bir nesne, imza (R. Mutt adıyla) ve bağlam ile yani galeri, müze ile sanat yapıtı haine gelebilir mi? Yıllar için de gördük ki gelebiliyor. Bugün hemen her şey imzalı ya da imzasız sanat yapıtı olarak değerlendirilebilir. Kavram, bağlam ve ilişkisel estetik, yani hakkında yazılanlar, söylemler, network bunu mümkün kılmaktadır. Çeşme kavramsal ve çağdaş sanatın (contemporary) başlatıcısı sayılır. Fakat ondan daha radikali de gelecektir.
Andy Warhol 1964’de Brillo marka sabun kutularını sergiler. Herhangi bir markette göreceğimiz kutuların aynılarıdır bunlar. Ne Warhol’un pop art baş yapıtlarından serigrafi tekniği ile bir yüzeyde ürettiği Campbell konserve kutuları gibi sanatçı tarafından işlenmiş ne de Duchamp gibi ters çevirilerek sahte bir isimle ve başlıkla sergilenmiştir. Hiçbir şey yapılmamış, Brillo’nun aynısı konmuştur galeriye. Brillo, reklam tasarımcısı James Harvey’in tasarımıdır. Ama ismini kimse bilmez. Yanılmıyorsam Warhol’u dava da etmiştir astronomik satışları görünce. Bu Dada gibi nesneyi dönüştürme işlemi de değildir. Kutunun bizzat kendisidir. Hatta Kanada’ya sergilemeye giderken gümrüğe takılır ve vergi vermesi istenir. Sıradan bir nesne hiçbir dönüşüme ve sanatçının imzasına gerekmeden sanat yapıtıdır artık. Ünlü sanat felsefecisi Arthur Danto, Brillo Kutusu: “Post-tarihsel Perspektiften Görsel Sanatlar” kitabında bunun büyüsünü anlamaya çalışır aslında. Neden mi? Çünkü bir ilktir. Sanat nerede başlar nerede biter sorusunun sinik bir son noktasıdır.
Brillo Kutusu örneğin 2010’da rekor kıran bir Christie’s açık artırmasında 3 milyon dolardan fazlasına satılmıştır. Aslında sorun çok da karmaşık değildir. Ünlü bir sanatçı ve tanınmış bir sanat galerisi (mekan) ve de medya bir araya gelerek bir sanat yapıtı hissi üretmişlerdir.
Ezcümle derdime gelirsem; bütün bunları sevgili Osman Erden’in Politikyol sitesindeki “Sanatçının İmzası yeterli mi?” önemli bir makalesini tartışmak için yazdım. Özetle Andy Warhol’un sadece imzasını attığı bir yapıt 1995 yılında kurulan ve Warhol yapıtlarının gerçekliğini onaylayan ‘Andy Warhol Art Authentication Board’ isimli bir kurul tarafından reddedilmişti. Gerekçe yapıtı Warhol’un asistanları üretmişti. Sadece imza onaylanmaya yetmemişti. Erden’den aktarırsam:
“1966 tarihli, on parçadan oluşan ‘Kırmızı Otoportre’ dizisine ait bir resim onaylama kurulunun kararlarının tartışılmasına yol açtı. Resim, koleksiyoner Joe Simon-Whelan tarafından 1989 yılında satın alınmış ve yıllar sonra otantikliğinin tespit edilmesi için kurulun görüşüne sunulmuştu. Kurul üyeleri 2002 yılında söz konusu eserin sanatçıya ait olmadığına karar verdi.” [1]
Eser Warhol tarafından imzalanmış ve ithaf edilmişti. Başka bir tartışmalı karar ise ünlü Brillo Kutu’su üzerineydi. Stockholm’deki Moderna Museet’nin müdürü olan Pontus Hultén, küratörlüğünü yaptığı Pop Art sergisi için 1968 yılında Warhol’un izniyle, sanatçının yolladığı şablonla İsveçli marangozlara 15 tane Brillo kutusu ürettirmişti. Warhol küratöre 100 tane üretme izni vermişti ama zaman olmadığı için yalnızca 15 tanesi yetiştirilebilmişti. Küratör Hulten, sanatçının ölümünden sonra, 1990 yılında, Rusya’daki Pop Art sergisi için Malmö’de 105 tane daha kutu ürettirdi. Bu kutular da çeşitli koleksiyonerler tarafından yüksek fiyatlara satın alındı.
‘Andy Warhol Art Authentication Board’un kararları yetkili Amerikan mahkemeleri için de mantıklıydı. Ne de olsa yüzlerce yıllık sanatçı eli ve üretilmiş yapıt (mülkiyet) üzerinden liberal hukuku vaaz ediyordu. Ekonomi politiğin ünlü değeri yaratan metanın içine gömülü “emek” miktarı gibi Marx’ın tepeden çullandığı sağduyuya da yakındı argümanlar. Adam Smith’in iğne üretimiyle bir farkı yoktu. Yapıtlara yüksek meblağlar ödeyen ve Warhol’dan satın alınan “sembolik” aurayı baltalayan bu kararlar rahatsızlık yarattı. Koleksiyonerler de yüksek meblağlı avukatlık, lobi ve tazminat baskısı ile itiraza geçmek de gecikmediler. Kurumu ürküten mahkeme masrafları ve tazminat korkusu zaman içinde kurulun iptali ile sonuçlandı. Yani dişe dokunur bir sonuç çıkmadı ortaya. İmza yine kazanmıştı. Erden, makalesini Türkiye’den asistan çalıştıran sanatçılara yönelterek bitiriyordu yazıyı. Bizde birçok iyi satan sanatçının onlarca asistan çalıştırdığı biliniyor. Devrim Erbil ve bugün yapıtları milyonlara dayanmış Ömer Uluç gibi. İsmini sayamayacağım onlarca sanatçı daha var.
Bir kere şunu unutmamak gerekiyor; Duchamp ama en çok da Warhol’dan itibaren imza her şeyi sanat yapıtına dönüştürebilir; oluşan enformasyon mitiyle de koleksiyonerler bu yapıtlara üşüşebilirler. Aynı kağıt para gibi imzalı sembolik değer vardır ortada ve simulark. Yoksa binlerce dolar ile paçavra kağıt arasındaki benzerlik ve fark gibi. Para sadece kağıt değildir. Sonra zamanla tedavülden düşüp efemera ve hurda ya da Amerikan kurşun kalemi olur o başka bir hikaye. Ayrıca bir fabrika ordusu gibi asistan çalıştıran sanatçıların işleri de önemli. Bunlar geometrik, stilize edilmiş, geometrik, popart imgeler taşıyan işler ağırlıklı olarak. Seri üretime uygun bir plastik taşıyorlar. Dolayısıyla sanatçının satış baskısıyla binlerce detayı kendi eliyle işlemesi gerekmiyor ya da renk skalasını. Yani ha sanatçı yapmış ya da asistan önemli değil. Ama kalıplaşmış stil ya da o her neyse sanatçıya aittir. Bunu görünür kılan mekanizma ise sanat yazarlarından, galeri ve koleksiyonerlere ve de medyaya geniş bir network ile mümkün oluyor. Satın alınan imza atılmış bir simulark aslında.
Yoksa seri üretilmiş bir Rembrant ve Bacon’daki ya da Kiefer’deki başka bir eli yeni mezun bir eksper bile kolayca ortaya çıkarır ve sahte damgası yer.
Unutmayalım market raflarındaki deterjan kutusunun orjinali yoktur; ya da hepsi orjinaldir.
Ali Şimşek
[1] https://www.politikyol.com/sanatcinin-imzasi-yeterli-mi/