Sanatta Kendi İçinde Eriterek Yaratmak; Temellük – Vecdi Uzun yazdı…
Sanatı belirli kelimeler içine sınırlandırarak anlamlandırmaya, açıklamaya ve buradan hareket ederek ortaya çıkanı sanat eseri olarak tanımlamaya çalışmak ilk bakışta çok kolay bir yol olarak görülebilir. Ancak düşünce, hissediş ve üretim sonucu meydana getirilen sanat ve sanat eserinin; bu kolay olduğu sanılan tanımını aşarak sanatın genel felsefesinin günün koşullarındaki yansımasıyla birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Sanat; özü sabit olmak üzere, zaman aşabilen ve dinamik bir yapıdır. Sanat; kimilerine göre kişinin hayal gücünün yeteneğiyle harmanlanıp dışa vurumu ve aktarımı, kimilerine göre ise belli tanımlamalara hapsedilmemesi gereken bir yaratım olmak üzere farklı değerlendirmelerden yola çıkılarak yorumlanabilir. Burada esas sorun; tasarım aşamasında kopya, intihal veya alıntıyı da mübah sayarak sınırlayıcı ilke koymadan sınırsız üretimle yalnızca kar odaklı sanat icra etmeye takınılan karşı tavrın gerekçelerinin ortaya konulup, konulamamış olmasıdır.
Sanatta kopya ile temellük arasında çoğunlukla bilerek ve isteyerek, nadiren de farkında olmadan geçebileceğiniz çok ince bir çizgi vardır. Gerek sanatçı ve sanatsever bilgi ve donanımı ile kopya-temellük handikabına karşı kendini konumlandırır. Bu konumdan oluşturduğu perspektifle sanat eserine yaklaşılarak çoğu zaman ak veya kara denilirken, grinin varlığı bilinmediği için grinin var olma ihtimali yok sayılarak akla getirilmez veya yok sayılır. Sanatta temellük; tam da bu gri alandır.
Michelangelo, antik sanatı taklit eden bir Uyuyan Melek heykeli yontuyor. Sonra bu heykeli bir süre toprak altında tutarak, ona eski havası veriyor ve Roma’ya götürerek Kardinal Raffaele Riario’ya antikaymış gibi yutturarak ciddi bir para kazanıyor. Kardinal ise eserin sahteliği ortaya çıkınca sanatçıyı cezalandırmak yerine onu taltif ediyor ve yanına alıyor. Michelangelo’nun sahtekârlığı bundan ibaret değil; başkalarından ödünç aldığı ustalara ait çizimlerin de kopyalarını yapıyor ve bunları isleyerek ya da başka tekniklerle eskiterek ödünç aldığı kimselere sahtelerini geri veriyor orjinalleri kendine saklıyor. Zaten, daha çocukken ustası Ghirlandaio’nun desenlerini öyle taklit ediyor ki, bunlar ustasının stilini, ondan daha kusursuz olarak ifade ediyor. Yani sahtesi aslından daha ‘orijinal’ oluyor. (1) Her sanat eseri çağının değer yargıları ve sanat anlayışı ile değerlendirilmelidir. Bugün post modern yaklaşımı benimsemeyen ve sanat tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan bir sanatsever Michelangelo’yu kopyacı olarak görebilir.
Herkes istediği resmi yapabilir, bu çalışmasını yayınlayabilir, her galerici de buna sergi açabilir, isteyen de izlemeye gidebilir ve parası varsa satın alabilir. Hiç kimseye zorla resim yaptırılmıyor, zorla sergi açtırılmıyor ve zorla da resim satılmıyor. Bu çalışmanızın sanatseverlerin izlenimine sunulduğu zaman; işte tam da o zaman gelecek eleştirilere karşı sakince susacaksınız, öncelikle söylenenlerin niteliğine bakarak ne demek istediğini tam olarak anlamaya çalışacaksınız, daha sonra yine usulü ile ve gerekçesiyle ne cevap verecekseniz verirsiniz. Sanat dünyası ortaya konulanlar ile konuşulan ve yazılıp-çizilenlere bakarak bir karar verecektir. Bu tartışmalar içinde özgünlüğün derecesi olmadığını savunanlar da olacaktır.
Özgün olduğunu iddia etmek tümden benzersiz olduğunu da iddia etmektir ki karşılıklı etkileşime dayanan sanat gibi hassas bir alan söz konusu olduğunda benzeşimi olmayan bir imge bulmak da imkânsız hale gelir. Özgün olduğunu iddia eden bir sanatçının yapıt/lar/ı da bu anlamda bir başka sanatçıya ait imgelerin dereceli dönüşümüdür ama asla ta kendisi değildir. Mesele özgünlük mefhumunu sanatsal imgenin kızlık zarı gibi gören ve namus bekçiliğe soyunan patolojide. Derecesi ve yüzdesini hesaba katmaksızın eğer özgünlük saplantısından kurtulamazsak yakın gelecekte birbirini intihal ile ihbar eden kindar sanatçılar kabilesine dönüşeceğiz. (2)
Bu yazıyla amaç terazinin bir kefesine saf özgün sanat, diğer kefesine adı ve derecesi ne olursa olsun kopyacılık/esinlenme/etkilenme gibi iyi veya kötü niyetli benzeşmeleri standart ve değişmez fizik kuralları gibi çarpıştırmak değil, sanatta kendi içinde eriterek yaratma kavramının farkına varılarak sanatta temellük kavramına vurgu yapmaktır.
Son sözde denilebilir ki özgünlüğün derecesi olmaz. Özgün olduğunu iddia etmek tümden benzersiz olduğunu da iddia etmektir ki; karşılıklı etkileşime dayanan sanat gibi hassas bir alan söz konusu olduğunda benzeşimi olmayan bir imge bulmak da imkânsız hale gelir. Özgün olduğunu iddia eden bir sanatçının yapıt/lar/ı da bu anlamda bir başka sanatçıya ait imgelerin dereceli dönüşümüdür ama asla ta kendisi değildir. Mesele özgünlük mefhumunu sanatsal imgenin kızlık zarı gibi gören ve namus bekçiliğe soyunan patolojide. Derecesi ve yüzdesini hesaba katmaksızın eğer özgünlük saplantısından kurtulamazsak yakın gelecekte birbirini intihal ile ihbar eden kindar sanatçılar kabilesine dönüşeceğiz. (3) Her şeyi post modernizme bağlayıp konuya bu açıdan da yaklaşmak mümkün hale getirilebilir. Bunlar öncü ve yenilikçi düşünce ve hareketler olup, diğer tarafta da katı karşıt görüşü esas alanlar yanında sanat adına aleni kopyacılık yapanların varlığını kabul etmek gerekir. Bir yaklaşımı tek ve diğerlerini yok sayarak çözüme ulaşmak mümkün değildir. Bu arada kopya olduğu tescillenip ödülü elinden alınan bir genç sanatçı adayına ‘özgünlük’ yok diyerek sadece sanatta özgürlük açısından yaklaşmak ne o sanatçı adayına, ne de ülke sanatına yarar sağlamaz.
Geçtiğimiz on yıllık dönemde Mihriban Serap Demirağ öncülüğünde Facebook’ta oluşturulan Clean Art-Temiz Sanat topluluğu kopyacılık konusunda farklı ve uzun soluklu bir çalışma yaparak görsel sanatlarda kopyacılığa bulaşan birçok kişiyi deşifre etti. Bu kişiler arasında amatörlerden tutun profesyonellere kadar çok sayıda isim vardı. Bunların içinde yetenekli ve hırslı olanların birçoğu bire bir kopya yaptığı çalışmalara kendi imzalarını da attılar, bazıları birkaç yerini değiştirerek kopyacılığını gizlemeye çalıştılar, bazıları da esinlenme kalkanını kullanarak daha önce bilinen bir çalışmayı (ana hatları kalmak üzere) deforme etti veya değiştirdi. Bu tarz çalışanlar hala aynı yöntemleri kullanmaya devam ediyor. Clean Art-temiz Sanat Topluluğu fonksiyonunu tamamladığı düşüncesiyle Mihriban Serap Demirağ tarafından kapatıldı.
Bir sanatsever olarak Clean Art-Temiz Sanat’ta gündeme gelen ülkemizden çok sayıdaki pastiş(x) çalışmayı gördükçe; o çalışmaların pastiş olup olmalarından değil, bunları ortaya koyanların yeni bir üslup ve özgün eser yaratamamış olmalarına rağmen, bir kısım sanatseverin bunlara yeni bir üslup ürünü gibi davranmalarına tepki olarak “Çeşitli üslup parçalarının yeni bir bütünde eritilmeden temelsiz kullanımı; yeni üslup ve özgün bir sanat ürünü yaratmaz.” eleştirisini de dile getirmiştim. Clean Art-Temiz Sanat’ın çalışmaları sırasında konuya meraklı bazı sanatsever ve takipçilerde zaman zaman temellükün dikkate alınmadığını, farkın gözden kaçtığını ve bazı takipçilerde her şeyin aynı çuval içine konularak kopyacılığa yaklaşıldığını izledim. Bu çalışmalar esnasında bir sanatsever olarak yaptığım tüm gözlemlerde sanatın hızla akan zaman çizgisinde dinamik bir yapıda olduğu yaklaşımında bulundum.
TEMELLÜK
Temellükün varlığını kabul etmek yanında çağdaş ve kavramsal sanatların bugünkü konumuyla ve gidebileceği yeri az çok tahmin edebilmekteyim. Öncelikle temellük konusunu açmakta yarar var. İletişimin hızlanması sonucunda günümüz sanatçılarının bir kısmı; sanatını ulusal ve özellikle küresel dolaşım-ticari ağların içine sokabilmek için mesajları çok kolay anlaşılabilir, tercüme edilebilir, benzerliklerden hareketle alıcılarla kolay ve hızlı bağlantılar kurulabilir ve farklı kültürlere iletişimi kolaylaştırıcı yöntemlerle global piyasaya arz etmeyi denemektedir. Bu ivmenin artması sonucunda günümüz sanatçıların ürünlerinin göçebe dünyanın ürünleri haline geleceği de düşünülebilir. Sanatçıların küresel pazara eser sokma işinde temellük sanatı kolaylık sağladı. Buradan hareketle temellük adı altında iç piyasada benzer işler de zaman zaman çok rahat görünür hale gelmektedir.
Postprodüksiyon (y) günümüz teknolojisinin bir üretim şekli olduğu gibi sanatların da üretiminin değişmez parçası haline gelmiştir. Fotoğraf olsun, enstalasyon olsun veya videolar olsun postprodüksiyon stüdyo, bilgisayar ortamı içinde çoğaltılan, montajlanan ve yeniden değerlendirilen bir üretim sürecinin vazgeçilmez bir hali olarak karşımızda durmaktadır. Ama asıl postprodüksiyonun kendisi, sitüasyonist bir pratiği, yani saptırma eylemini ortaya çıkaran, varolanı, elde duranı temellük ederek, ki, Bourriaud’ye göre temellük etme postprodüksiyonun ilk safhasıdır, yoldan çıkarma kavramının adı olarak belirmektedir. Nasıl ki, Duchamp sosyal olanı, kapitalist üretim biçiminin özgüllüğü içinde, olanın gelişini sanat alanına doğru taşımaktadır. Nasıl sosyal olan (ready-made pisuar) sanat eseri haline geldiyse, 20. yüzyılın başında; bugün de sanat olan kapitalist emek toplumuna doğru eğilmektedir. Dokümanter sanat, sanat tarihi göndermeleri ile sosyal alana doğru açılmaktadır.
Postprodüksiyon; kendinden önce olmuş ürünü kendine mal edinme ve sahip olma ile dönüştürerek mülk edinilmiş yeni bir sanat metasına dönüştürme eylemi olup, post yapısalcılıkla temellük iç içe geçirilerek her şey sanattır yaklaşımıyla olayın üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
İçinde bulunduğumuz sanat dünyasında estetik-kitch, somut-soyut gibi karşıtlıklara imkân veren bir ortam bulunmaktadır.
Her şeye kopya/aşırma gözüyle yaklaşır ve temellük kavramının bilincinde olmazsanız her çalışmayı başka bir çalışma ile çarpıştırarak hatalı değerlendirme sonuçlarına ulaşma ihtimaliniz yüksektir.
Sanatçının temel görevi; kendi potasının içinde her şeyi eritmektir. Francis Bacon, Papa X. Innocent’ın Portresi‘ni kendi içinde eritebilmiş mi? Her sanat ilgilisi sanat tarihine bakarak bu eritmenin yapılıp yapılmadığını, sanatçının eritme potasınıın büyüklüğü, kalitesi ve hassaslığına anlamaya çalışmalıdır.
Sanat, felsefe, edebiyat vb. düşünce, duygu ve bakışta öznellik gerektiren yazılarda Yazarın Niyeti, Metinin Niyeti ve Okuyucu-Yorumlayıcının niyetinin zaman içinde farklılaşması doğaldır. Yazı henüz yeni olduğu için ek bilgi ile destekleme ihtiyacı doğmuş olabilir.
Bu bilgiler ışığında tekrar özetleyeyim; Yaşadığımız çağda iletişim araçlarının sağladığı imkânlar her şeye rahat ve hızlı ulaşımı sağladığı gibi sanatçı adaylarının imge bombardımanına tutulmasına neden olmaktadır. Tam da bu nokta da sanatçılar çok ciddi karar vermek zorundadır.
- a) Ya kendi özgün imgelerini yaratacaktır (Bu da bir genç için oldukça zor ve uzun bir yoldur) ,
b)ya da mevcut imgeleri kendi içinde özgün bir dönüşüme uğratacaktır.
c)Ya da büyük çoğunluğun yaptığı gibi orasını burasını bir şeklide değiştirecektir (ta ki; resminin gerçekliği konusunda uyarılana kadar).
Sanatsal açıdan zayıflık resmin bütününde ve resim izleyicilerinde de olumsuz etkilere dönüştürmektedir. Sanatçı yeni eserin kendini oluşturmaktan ziyade orjininin altında ezildiği görülmektedir. Bu ezikliği kabul ettikten sonra gerisi mübah olup, orjine sığınmaktan başka yol bulamayanlara güncel sanatta oldukça sık rastlamaktayız. Yazdıklarımın hedefi genç sanatçılar olup, bu arada “Kızım sana diyorum, Gelinim sen anla!” dediğimi de belirterek; “Erimeyen kabın içinde sırıtır.” görüşümü tekrar vurgularım.
Çağdaş sanat veya tek başına sadece sanat söylemleri bile artık, tek başına söylenir olmaktan çıkmış, bunun yerine içerisinde her tür sanatsal eylemi, fikri ya da imgeyi birleştiren çok amaçlı söylemlere dönüşmüş, gelinen bu nokta da artık, sanat ya da içerisinde barındırdığı her tür sanat akımıyla birlikte öznel ve nesnel her tür değerin AYNI POTADA ERİTİLDİĞİ entelektüel ve estetik bir diyalektiğin geliştiği bir tasarımsal süreçlerden bahsetmek mümkün hale gelmiştir. denildi.(z) Her işin başı insanın içindeki potada eritebilmesinde saklıdır!
Bir resim düşününüz temel kompozisyon neo klasik. Bunu önce bu kompozisyonu alın ampir üslupla değiştirin, sonra değişen bu resmi bu defa kübik tarzda resim halinde yapın, en sonunda da ortaya çıkan bu resmi bu defa sürrealist tarzla tekrar dönüştürün. Alın size sanat harikası. Bu ve bunun gibi nice çalışma galeride sergileniyor. Sanki sanat şaheseri gibi sanatseverler koşan koşana ve yetişemeyen alamayacak! Daha galeride sergilenmeden hepsi satılıyor. Sanatseverler dinlemiyor. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi resmin önünde duruyor. Etrafına bakınan, araştıran, okuyan ve soran sayısı çok az. Kim bu? Hangi resim? diye sormanıza gerek bile yok. Etraf sanatın içeriğini ne olduğunu bilmeden sanat yapmaya çalışanlarla dolu. Kendi içinde dıştan gelenlerle içindekileri birleştirip eritebilecek kişinin sanatçı olabileceğini önemseyen yok. Sadece üslup montajı veya figür aşırmayla ile sanat yapılacağını, bunun da çağdaş ve post modern sanat eseri olacağını sananlar var. İşin ilginç tarafı bunlara sergi açan galeriler ve satın alan sanatseverler var.
Sanatta kişisel olarak, çok zor iş olan hesaplaşmayı göze alabilen sanatçıya büyük saygı duyarım. Çok zor iştir. Hem kendin olarak kalacaksın, sanatının temel ögelerinden taviz vermeyeceksin, hem de o ikonu yeni bir alana taşıyacaksın.
DÜNYADAN TEMELLÜK
Picasso, gerek Velazquez’in Nedimeler, gerekse Manet’in “piknik” tablosunda ve İngres’in kadınlarında bu hesaplaşmayı denedi. Böyle müthiş bir çabaya saygı duymak gerekir. Hedefi olan resim tarihinin üç büyük tepesini fetih için yola çıkıyor. Ama ne yazık ki üç örnekte de -bence– başaramadığını düşünürüm.
Temellük yoluna başka sanatçılar da başvurmuştur.
Marcel Duchamp’ın yaşadığı dönem ve sanata yaklaşımını bilmeyenin, Duchamp’ın Mona Lisa’ya hakaret eden kötü bir kopyacı olarak görmesi mümkündür.
TÜRK RESMİNDE İNTİHAL VE TEMELLÜK
Türkiye resim dünyasında intihal, temellük, kopyacılık ve esinlenme çokça tartışılıyor. Çoğunlukla en küçük benzerliğe intihal denilip geçiliyor. Öyle olanları tabii var, ama her benzer konu intihal mi? Bu yazıyla “Her benzer iş intihal midir?” sorusu aracılığıyla okurları intihal-temellük-benzeşme konularında detaylı araştırmaya yönlendirme yatmaktadır. Bu konudaki bazı örnekleri içeren link: https://listelist.com/sanat-araklama-kopya/ (4)
Son dönemde yer yer benzeşmeler olduğu düşünülen karşılıklı iki çalışmadan örnekler vererek yorumu sanatseverlere bırakmak istemekteyim.
Okurların Berrin İlhan-Ayla Aksoyoğlu ve Jale İris Gökçe-Nuri Battal çalışmalarını karşılıklı olarak incelediğinde, öncelikle bu çalışmaların hangisinin hangisinden benzeşme, esinlenme, intihal etkisi altında olduğuna, buradan temellük varsa bu temellüğün varlığını hangi detaylarda görebileceğimize bakmak gerekir.
1-Berrin İlhan- Ayla Aksoyoğlu:
Berrin İlhan:
Ayla Aksoyoğlu’nun kadın ayakkabıları temelinde kurulmuş İki kere (-) projesinden hareketle “Malzeme ve harekete geçiş biçimi aynı, manifesto farklı olabilir sonuçta aynı“ diyerek Berrim İlhan ayakkabı projesi ile aşağıdaki bilgileri vermiştir:
“Aralık 2013 de Aydın Kanza sanat galerisinde açmış olduğum sergimde, ayakkabı kutularını, dönemin siyasi gündeminden yola çıkarak kullandım. Yerel bir kanalda da röportaj verdim hatta…Sanatın muhalif tavrının etkileyiciliği üzerine ve sanatçının da öyle olması gerektiği üzerine..Bugün kutuları resimlemenin artık manası kalmamıştır, eş zamanlılık o an, o günlerde kabul edilebilir idi..Gündemden düşmüş ayrıca birileri bunu uygulamış ise ilerleyen zamanlarda tekrar edilmesinin bir manası kalmamıştır. Fikir başka olabilir ancak o kutular resimlenerek konuyu kapatmıştır…Kutulardan heykel yapsınlar, bence o olur …
… Aradan 4-5 yıl geçtikten sonra aynı fikirle birilerinin başka isim altında uygulamamı bire bir taklit etmesi artık taklitten başka bir durum teşkil etmemekte. Adına biri, Kadına şiddet dese de, yok Çarşıya gittim renklerle vb dese de..Aynı uygulama aynı malzemeyle aynı girişimle yapıldığında taklit oluyor…Ahmeti makyajlasanızda o Ahmettir….
Yaptığım işlerden henüz karşılaşmadığım , şemsiye land art projesi ve Kadın erkek eşitliğini öne çıkaran DON ( külot) projesini henüz birileri uygulamadı, hayırlısı diyelim :)..”
Berrin İlhan 1963 yılında Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezun olan sanatçı, Yeditepe Üniversitesi Plastik Sanatlar Resim bölümünde yüksek lisans eğitimi yaptıktan sonra, Antalya da, kendi sanat atölyesinde sanat çalışmalarını aktif olarak sürdürmektedir. Yurt içi ve yurtdışında pek çok karma sergide yer almış olup yurt içinde kişisel sergiler açmıştır. Aynı zamanda Land art uygulamaları ile dikkat çekmektedir.
Ayla Aksoyoğlu:
99 kadın sanatçının çalıştığı proje 2019 yılında gerçekleşmiştir.
1968 yılında Ankara’da doğdu. 6-7 yaşlarında küçük heykeller ve resimler yapmaya başladı. Üniversiteye kadar resim yapmanın yanında spor ve müzikle uğraştı. 1990 yılında Gazi Üniversitesi resim bölümünden mezun oldu. Resim çalışmalarını aralıksız olarak sürdürdü. Fransa’da çeşitli müzelerde incelemeler yaptı ve galerilerin resim sergileme yöntemlerini araştırdı. İlk kişisel sergisini 2006 yılında açtı. Eserleri, 2006 yılında 32. DYO Resim Yarışmasında, 2007 yılı 68. Devlet Resim Heykel Yarışmasında sergilenmeye değer bulundu. 7 kişisel sergi açan sanatçı çok sayıda karma sergiye katıldı. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Sergisi, Femin-Art Trabzon sergisi, Araf’ta Trans 1 Ankara sergisi bunların bazılarıdır. Sanatçı BİRLEŞMİŞ RESSAMLAR VE HEYKELTIRAŞLAR DERNEĞİ, KARADENİZ PLASTIK SANATLAR DERNEĞİ üyesidir. Resimlerinde rengi güçlü bir biçimde kullanan sanatçı daha çok kâğıt ve tual üzerine akrilik tekniğiyle, biçimleri deforme ederek çalışmaktadır. Çalışmalarını atölyesinde aralıksız olarak sürdürmektedir.
2- Jale İris Gökçe – Nuri Battal
Jale İris Gökçe:
Çalışma ve sergi tarihi 2019 yılıdır.
JALE İRİS GÖKÇE: 1984 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde okudu. 1991 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü’nden mezun oldu. 1994’te Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Bölümü’nden Yüksek Lisans, 2016 yılında Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Bileşik Sanatlar Bölümü’nden Sanatta Doktora derecesi aldı. Sanatsal çalışmalarını Ankara’daki atölyesinde sürdüren Jale İris Gökçe, sanatçı sorumluluğu temelinde interdisipliner ve kavramsal projeler üzerindeki çalışmaları ile biliniyor.
Nuri Battal:
İnternetten bulduğum portfolyosu ve söz konusu resmin tarihi 2022 görünüyor.
İstanbul’da doğan Nuri Battal’ın resim sanatına olan ilgisi küçük yaşlarda başladı. Orta öğretimi yıllarında katıldığı yarışmada aldığı ikincilik ödülü sanata olan yatkınlığını artırdı ve çalışmalarına yoğunluk verdi. İstanbul Üniversitesi’nde öğrenimini ve doktora programını bitirdikten sonra 1990 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Nevada Üniversitesi’nde çalışırken College of Liberal Arts da resim plastik sanatlar dersleri aldı. Amerika’da kaldığı süre içinde resim çalışmalarına devam etti ve karma sergilere katıldı. 1995 yılında Kagawa Üniversitesi’nin daveti üzerine Japonya ‘ya giden sanatçı Kagawa Perfecture Culter Center’de üç yıl boyunca resim ve plastik sanatlar geleneksel el sanatları programına katıldı. Takamatsu City Museum of Art ve Kagawa Cultural Museum da karma sergilere katıldı. Türkiye’ye döndükten sonra yurt içinde kişisel ve karma sergilere katılan sanatçı İstanbul’daki resim atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir. Sanatçının eserleri pek çok yerli ve yabancı özel koleksiyonda yer almaktadır.
SANATÇI HAKİKAT YARATIR
Felsefeci ve bilim adamı mevcut hakikati keşfetmeye çalışır. Sanatçıysa mevcut hakikati keşfetmekle uğraşmaz, bizzat imgelem gücüyle yeni hakikat/hakikatler yaratır. Sanatçı yeni dünyalar ve yaşamlar yaratır.
Keşif (q) ve yaratmak içerik olarak farklıdır. Keşifte; o keşfedilen zaten orada durmaktadır. Cristof Colombus gitti ve Amerika’yı keşfetti. Cristof Colombus bir Amerika yaratmadı. Amerika zaten vardı.
Sanatçı keşif peşinde değil, yaratım peşinde olmak zorundadır. Sanatta yapılan keşiflerden elde edilecek birikimleri sanatçı yaratımında kullanabilecek yol ve yöntemi hazırlayabilmek de başlı başına yaratıcılık gerektirir.
Bir kişi gerçekçi bir resimle doğayı, dünyayı ve bireyi birebir resmetmeye çalışırsa, o fotoğraf makinasının yaptığını yapmaya çalışan ustalık sahibi insani makinadır. Sanat adı altında değişmeden ve aramadan sürekli bir tekrar varsa; o da yaratıcılık ve ustalık değil, sadece el yeteneğine ve tecrübeye dayalı bir ustalıktır. Sanatçı ile ressam arasındaki fark yaratıcılığa dayanır.
Sanatçının hakikat iddiası mevcudun tekrarı değil, yeniden inşa etmek üzerine olmalıdır. Yeniden inşa ile toplum değişebilir, gelişebilir. Bu gelişimin ve değişimin toplumu etkileyebilmesi için sanat ve düşün dünyasının her noktasında hareketlenme olması gerekir.
NETİCE
Bir sanatsever olarak sadece beğenmiş olmak yeterli olmayıp, önce beğeniyi gerekçelendirmek ve estetik algı ve hafızayı güçlendirip sanat tarihi üzerinden bağlantılar kurmak gerekmektedir. İntihalin varlığı ve içeriği bilinmeden her şeye kopyacılık diye yaklaşmak insafsızlıksa, bile bile kopyacılık yapanı da özgürlük adı altında korumamak gerekir. Sanatta yaratmak kopya bir resmi satın alarak resme harcamış olduğunuz paranız kötü niyetlilere haksızca destek sağlamak anlamındadır. Yaratıcılığı ustalık içeren kopyacılıkla karıştırmamak gerekir.
Okurlardan bu iki grup çalışma için bir yorum yapmamın beklenildiğinin farkındayım, ama öncelikle okurların bir sanatsever olarak bu konuda bir çalışma yapması ve sonra yazıya konu olan sanatçıların düşüneceklerini iletmesinin uygun olacağı düşüncesindeyim.
Vecdi Uzun
- https://aliartun.com/yazilar/sahte-sanat/
- https://www.sanatatak.com/view/sanatci-akademisyen-ferhat-ozgurden-intihal-ozgunluk-saplantimiz
- https://www.sanatatak.com/view/sanatci-akademisyen-ferhat-ozgurden-intihal-ozgunluk-saplantimiz
- https://listelist.com/sanat-araklama-kopya/
(x) Çeşitli kökenlerden gelen parçaların, ya aynen ya da kopya edilerek kullanılıp bir bütün içinde eritilmeksizin, özgün bir sanat ürünü oluşturmadan kullanılmaları olan Pastiş; böylesi temelsiz gelişigüzel bir seçmeci durumu nitelemek için, özellikle resim sanatında kötüleyici anlamda kullanılır
(y): Postprodüksiyon, Yazar:Nicolas Bourriaud, Yayınevi: Bağlam Yayıncılık
(z) :Safiye SARI Yrd. Doç, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
(q): Keşfetmek: Var olduğu bilinmeyen bir şeyi bulmak (TDK), (Arapça kökenlidir.