
25 yıldır İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncusu, iki yıl önce kurdukları Tiyatro P.A.S ile sezona iki oyunla devam eden, Tiyatro P.A.S’ın Genel Sanat Yönetmeni, iki oyunun da başrol oyuncularından Sevtap Çapan ile rol aldığı oyunları, tiyatroyu konuştuk. Buyurmaz mısınız keyifli sohbetimize?
Söyleşi: Melike BİRGÖLGE
- Günışığına Mektup; iyi kurgusu, farklı konusu, evrensel oluşuyla sezonun iyi oyunlarından biri olarak ön plana çıkıyor. Siz, mülteci hayatları feda ederek kızının hayatını kurtarmaya çalışan doktor bir anneyi canlandırıyorsunuz. İpek’i kendinize biçmeniz, üstünüze giyinmeniz kolay mıydı? Zorladıysa, hangi konularda?
Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Birkaç açıdan zorlu bir yolculuktu bu oyun bizim için ve çok emek harcadık. Canlandırdığım role gelince; İpek karakterini önce anlamaya çalıştım. Bir doktor olarak, bir anne olarak ve terk edilmiş acılı bir kadın olarak… Temelde kadın olmanın dışında diğer üç unsurla bir bağım yok. Ne doktorum ne bir anneyim ne de terk edilmiş acılı bir kadın. Fakat bir oyuncu olarak sahip olunması gereken gözlem yeteneğim, işimi kolaylaştırdı diyebilirim. Yazım dilindeki tek aykırı olan şey bir doktor olarak İpek’in fazla edebi konuşma tarzıydı. Yazara bu endişemi dile getirdim. Neticede bu bir oyun ve yazar oyunun bütününde tüm karakterleri benzer üslupla konuşturmuş. Bu mantıkla role inancımı korudum ve ‘Edebi repliklerimi en doğal nasıl söyleyebilirim’e odaklandım. Bunların dışında biraz hayal gücü, biraz sezgi, bolca çalışma ile İpek’le tanıştım ve kaynaştım.
‘HERKESLE ÇATIŞABİLİRİM. BİR TEK ROLÜMLE ÇATIŞMAM!’
- Oynadığınız karaktere inandığınız için seyirci de inanıyor İpek’in yaptıklarına. Peki sizin İpek’le çatıştığınız durumlar oldu mu bu noktada?
Ben herkesle çatışabilirim. Bir tek rolümle çatışmam. Onunla çatıştığım an inancımı kaybederim. En toleranslı olduğum kişi rolümdür. Sanırım hayatta en çok anlamak için çaba sarf ettiğim kişi rolüm. (Gülüyor) Her söylediğini, her yaptığını koşulsuz şartsız kabul ederim. Anlamazsam, rolümün yaptığına güvenmezsem inanamam, o zaman da seyirci inanmaz ki bana. Ve soru cümlenizde ne güzel ifade ettiniz; “Oynadığınız karaktere inandığınız için seyirci de inanıyor İpek’in yaptıklarına.” diyerek. Teşekkür ederim, bir oyuncu olarak tüm çabam bunun için.
‘İNSANOĞLU TARİHTEN DERS ALMAYI SEÇMİYOR!’
- İpek, ‘mantık’ derken, kızı Ebru ‘hukuk’ diyor. Avukat Ebru’nun, kendi hayatı pahasına bir konuda olsa hukuktan yana olması, oyunu izleyen insanları uyandırmaya çağırıyor. Hayatın geneline baktığımızda çok konuda hukuk uyandırıcı ve olması gerekenlerin uygulanmasının adıyken, günümüzde birçok konuda hukukun bile uyutulmaya çalışılmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
İnsanlar yüzyıllardır adalet istiyorlar. Bunun için hukuk sistemi kurulmuş. Ne var ki, kurulduğu andan itibaren hukukun uyutulmaya çalışılması acı bir gerçektir. Bu durum ne günümüze ne ülkemize özel bir durum değildir. Ne var ki, insanoğlu tarihten ders almayı seçmiyor. Sanırım ezici gücü, baskıyı, benmerkezciliği, kötülüğü, çıkarcılığı, vahşeti, sapkınlığı, nankörlüğü, ihaneti ve adaletsizliği nesilden nesile aktarıyoruz.
- Dostoyevski’nin romanı ‘Suç Ve Ceza’ ve ‘Yusuf Dündar’ın bu oyunda kalemini konuşturduğu ‘Günışığına Mektup’ oyunundaki ortak paydadan yola çıkarak sizce suç nedir? Peki ya ceza?
Edebiyat dünyasına yeni bir bakış açısı yeni bir tarz getiren, klasikler arasında yer alan Dostoyevski’nin betimlemeleri, psikolojik ve felsefi tahlilleri, karakterler arasındaki ustalıklı boyut farklılıkları ile ‘Suç Ve Ceza’ eseri bambaşka bir noktada ve derinlikte bana göre. Lakin suç ve ceza sözcüklerinin örtüşmesinden yola çıkılıyor ise bir başkasının canına, malına, yaşamına, ruhuna zarar verecek her şey bir nevi suçtur benim için.
- Ki bu tür suçların vicdani ağırlığını, insanı bu yükle nasıl ezdiğini saymıyorum bile.
Kesinlikle! Kişi işlediği suçun sorumluluğunun farkında ise vicdani bir çatışmaya girer ki en büyük cezası budur belki. Ya da hukuk sistemi devreye girer, girmelidir ya da girerse ne ala… Bir suç var ise cezası da mutlaka vardır, olmalıdır.
- Size karşı hangi davranışlarda bulunan insanlar suçludur ya da hangi davranışlar suçtur peki? Ve bu tür insanlara cezanız ne şekilde oluyor?
Suç kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda ahlaka, törelere ve yasaklara aykırı davranış olarak tanımlanıyor. Beni ahlaksal ve hukuksal boyuttaki suçlar ilgilendiriyor açıkçası, töreler değil. Töre kan davasını desteklerken ben desteklemiyorum. Böyle bir töreyi kabul edemem mesela. Çünkü bir başka canı almak suçtur. Bana karşı bugüne kadar taciz, fiziksel saldırı, mobbing gibi pek çok suç işlendi. Bir kısmında hukuksal ceza yöntemine başvurdum. Bir kısmında iş ortamındaki gerekli mercilere durumu ilettim. Bir kısmını da kendim halletmeye çalıştım ya da Allah’a havale ettim.
- Oyunu izleyip çıkarken kendinizi sorgular halde buluyorsunuz. Empatiden ziyade toplumsal normların bireysel vicdanla çatışmasında sıkışıp kalma halleri gibi. Kendi başına gelince anlıyor çünkü insan bu tip çatışmaları. Oyundan sonra ‘Kim suçlu, kim haklı’ konusunda ne gibi yorumlar geliyor size, izleyenlerden?
Seyirci bu sorgulamaya giriyor. Bu zaten istenen, oyunun arzu ettiği sonucun ta kendisi. Ortak bir söylem olmadığını söyleyebilirim. Akılları karışıyor. Dehşete düşüyorlar. Kimi bütün karakterleri haklı buluyor, kimi anneyi… Oyunun etkisi ve sorgulamasından hemen sıyrılamıyorlar. Düşünmeye ve anlamaya çalışması sürüyor seyircinin. Bu da oyunun rejisiyle, dekoruyla, ışığıyla, müziğiyle, sahne geçişlerindeki hatırlatıcı efektleriyle ve oyun gücüyle sahne üzerinden seyirciye, doğru aktarılmış olduğunun sağlaması kanımca.
‘KİŞİSEL ÇIKAR OLDUĞUNDA, ADALETSİZLİK BAŞ GÖSTERİYOR!’
- Adalet, mülteci, tıp konularının irdelendiği oyunda, adalet hangi noktalarda adaletsizlik terazisine kayıyor, hayatın geneline baktığınızda?
Kişisel çıkar olduğu noktada adaletsizlik baş gösteriyor. Kişi sadece kendini ve sevdiklerini koruma altına almaya kalktığında vahşileşiyor, çirkinleşiyor, karaktersizleşiyor. Hakkı olmayana el uzattığında ipler kopuyor. Açgözlülük ettiğinde, egosu ön plana çıktığında, insan olarak karşısındakine saygı duymadığında…
- Seyirciler kendini sorgulayarak çıkadursun oyundan, İpek’in yerine siz olsaydınız n’apardınız demeyeceğim tabii ki ama hayata dair neleri fark ettiniz?
İnsanoğlundan korkulur. Herkes kendi derdinde… Değer görmek isterken bir başkasının değerini bilmemenin, kendine gösterilen iyi niyetin karşısında nankörlük etmenin, tanımadığımız birine karşı gösterdiğimiz vicdansızlığın bazen yakınımız olan birine duyulan büyük sevgiden kaynaklandığının, bir şey yapamamanın çaresizliğinin, ne gücün ne paranın sağlığın öneminin, arada kalmışlığın karakteri ezişinin… O üstün insanın küçülüşünün, suç – vicdan – ceza üçlüsünün dile kolay gelişinin…
- İpek’i; her şeyi kontrol altına almaya çalışan, güçlü bir kadın olarak görüyoruz. Ama o da acıları olan, güçsüz biri, her insan gibi. Günümüz şartlarına ve kadınlarına baktığımızda güçlü görünmek zorunda bırakılmalarını ya da bu durumda olmalarını neye bağlıyorsunuz?
Yaşamak için mücadele şart. Büyük balık küçük balığı yutar, doğanın kanunu. O yüzden ya güçlü olacak ya da güçlü görünecek. Hayat, kadınları bir sıfır geriden başlatıyor. Hatta bazen üç sıfır, beş sıfır… Kurulu ataerkil düzenin içinde hayatta kalma çabası işte. Ya da susup oturacak.
‘AYNI TÜR VE KARAKTERİME YAKIN ROLLERİ OYNASAYDIM TİYATROYA DEVAM ETMEYEBİLİRDİM!’
- Evet oyunculuk kendinde olmayanı oynamak. Birçok insan kolayı tercih edip aynı ya da yakın rolleri kabul ederken, daha önceki rollerinize baktığımda siz hep farklı, tezat karakterleri canlandırmışsınız, İpek’te olduğu gibi. Sizden uzak, farklı karakterlere hayat vermek oyunculuğa kattıkları yadsınamaz diyenlerden misiniz?
Teşekkür ederim. Evet, farklı karakterler canlandırmam denk gelmekle birlikte sürekli benzer rolleri ya da benim karakterime yakın rolleri oynamak zorunda kalsaydım tiyatroya devam etmeyebilirdim. Çünkü oyunculuğuma hiçbir katkısı olmazdı. Gelişme de gösteremezdim. Kendi kişisel özelliklerime uzak roller sayesinde heyecanım diri kalıyor.
- Balca Aydoğdu ve Uğur Özbağı ile rol aldığınız Günışığına Mektup, iki yıl önce kurulan Tiyatro P.A.S’ın ikinci ve yeni oyunu. Bu oyunun paralelinde ‘Bankta İki Kişi’ ilk oyunuyla da sahnelerdesiniz; eşiniz ve aynı zamanda Tiyatro P.A.S’ın kurucusu Murat Batıkan Avcı’yla. Oyundan önce insanın eşiyle sahne almasının avantajlarını ve dezavantajlarını sorsam?
Ben oyuncuyum, karşıma herkes çıkabilir. Ben karşımda kim olursa oyuncu gözüyle bakıp öyle çalışıyorum. Eşim ya da kardeşim de olabilir. Sahneye adım attığımda o kişi benim partnerim. Öyle olması gerekiyor. Bu profesyonelliktir. O yüzden tiyatromuzun adı Profesyonel Artı Sonsuz… Kısaltmasından doğan Tiyatro P.A.S
‘TİYATROYU APTAL CESARETİ OLANLARIN YAPMAMASI İYİ OLUR!’
- Yaşamın ağır yükü altında ezilen bir kadın ve ve yalan söyleyen bir erkeğin parktaki tuhaf karşılaşmalarını anlatan, Alexander Gelman’ın yazdığı‘Bankta İki Kişi’oyunuyla, geçtiğimiz yıl Tiyatro P.A.S perdelerini açtı. 25 yıllık Şehir Tiyatrosu oyunculuğunuzdan sonra tiyatro kurmak, tiyatro gibi bir cesaret işi midir?
Bu zamanda tam bir delilik (Gülüyor) Sanat elbette her zaman için bir cesaret işidir. Tiyatroyu cesur olmayanlar yapamaz. Tabi aptal cesareti olanların yapmaması da iyi olur.
- Karşılıklı üstünlük göstermek çabasının da anlatıldığı oyunda; adam yalan söylüyor, üstelik daha önce farklı yalanlar söylediğini unutarak. Günümüzde de yalanı normalleştirenlerin sayısının artmasını neye bağlıyorsunuz?
Bir kadını tavlamadaki yalan ile her konuda söylenebilen ve normalleştirilen yalan arasında ciddi bir fark var tabii. Belki teknoloji hayatları kolaylaştırmıyor da böylesine çarpıtıyor diyebilirim bunun için. Herkes gerçek hayatta da sanal bir kimliğe bürünmüş durumda. Kendi yalanlarına inanan onlarca insan var çevremizde. İşin kötüsü “Yalancının mumu yatsıya kadar…” sözü yerini “Yalancının mumu yeni bir yalana kadar…” sözüne bırakıyor gibi.
‘DÜNYA, TENCEREDEKİ TEMCİT PiLAVI VE ARTIK DİBİ TUTMUŞ!’
- Yabancılaşmanın yarattığı umutsuzluk ve ruh çölleşmesinin içinde bocalayan iki insanın trajikomik aşk arayışlarına da değinen oyunda, kadınla adam birbirlerine tasladıkları üstünlükleri ve yalanı öğütüp başka bir noktaya geçiyorlar. Buradan yola çıkarsak… Bu oyunla ilgili hayata dair neleri daha iyi anladınız, daha da fark ederek?
Alexander Gelman bu oyunu ne zaman yazmış? O tarihten bu yana neden hiçbir şey değişmemiş bu konuda? Aşk mı? Sevgi mi? Arayışı nedir kadın ve erkeğin? Aldanış ve aldatış bir tercih mi yoksa? Hep mi aç şehvete insan? Elde kalan ne peki tüm bunların sonunda? Özgüvenini yitirdiği için midir tüm bu yaşananlar, yoksa hayatın anlamını yitirdiği için mi? Bir insanın diğerini anlaması için gereken ne? İnsan kendini mi arıyor yoksa her defasında? Yalanda, öfkede, bir gülüşte, üstten bir göz süzüşte… Bilmiyorum. Dünya, tenceredeki temcit pilavı ve artık dibi tutmuş.
- Tiyatro P.A.S’ın bundan sonraki yapmak istedikleri arasında neler var?
İki yılda kazandığımız ivmeyi daha yukarı taşımak istiyoruz. Hem dünya tiyatrosundan hem de Türk tiyatrosundan az ya da hiç oynanmamış oyun seçimimize devam edeceğiz. Bir komedi oyunu hazırlığı içindeyiz. Metne karar verdik ve geri kalan detaylarla ilgiliyiz şu an. Bir komedi oyununu kendi anlayışımız çerçevesinde sunmak istiyoruz. Bu kez hedefimiz bu. Bir diğer amacımız da tarihi kahramanlarımıza bir saygı duruşunda bulunmak! “Ben Serisi” adı altında tek kişilik oyun projemizi hayata geçirmek istiyoruz. Ben Serisi – Kurtuluş Kahramanları’nın ilk oyunu Mehmet Dağıstanlı’nın kaleminden “BEN KARA FATMA” oyunu. ‘Bankta İki Kişi’ oyununun çevirmeni Belgi Paksoy ile bu kez dramaturg olarak çalışacağız. Kara Fatma’yı ben canlandıracağım. Aynı tasarım ekibimizle birlikteyiz hayırlısıyla.
- Birkaç projeye hazırlanmak daha da heyecan katıyordur çalışmalarınıza?
Aynen öyle… Komedi oyunu ve ‘Ben Serisi’nden başka yine tek kişilik bir oyun hazırlığı içindeyiz. Özel bir simanın kitabından sahneye uyarlayacağız. Bir de çocuklar için kolları sıvayacağımız bir proje düşünüyoruz. Tiyatro P.A.S olarak yapmak istediklerimiz bunlar.
‘YAŞAMDA NEFES ALMANIN KEYİFLİ HALİ, İKİ KALAS BİR HEVESTEN FAZLASIDIR TİYATRO!’
- Tiyatro ve sanatla ilgili eklemek istedikleriniz…
Son günlerde şu “Tiyatro iyileştirir, birleştirir…” gibi sözler var ya onlara takılmış durumdayım.
- Neden?
Herkesin dilinde ama eylemde göremiyorsun. İyileşmek ve birleşmek istemeyen hiç kimseyi hiçbir şey birleştirip iyileştiremez. Boş konuşmaktan vazgeçip sanata sevgimizi işimizle, işimize ve iş verenimize, tiyatroda çalışan her kademedeki insanımıza ve seyircimize saygıyla gösterebiliriz. Saygının olmadığı bir yerde hiçbir şey olmaz. Tiyatro bir tutkudur. Yaşamda nefes almanın keyifli halidir. Böyle düşünmeyen ve davranmayan sanat yapmasın. İki kalas bir hevesten fazlasıdır tiyatro. Sanata aşkla bağlanmış olanlara selam ola!
Söyleşi: Melike Birgölge
GÜNIŞIĞINA MEKTUP PROGRAMI
16 MART Cumartesi – İ SAHNE MASLAK 20:30
19 MART Salı – KATS SAHNE 20:30
23 MART Cumartesi – NEZİHE MUHİDDİN SAHNESİ 20:30
27 MART Çarşamba – BEYKOZ AHMET MİTHAT EFENDİ KÜLTÜR MERKEZİ 19:30
29 MART CUMA PROFİLO KÜLTÜR MERKEZİ 20:30
BANKTA İKİ KİŞİ
12 MART Salı – KATS SAHNE 20:30
31 MART Pazar – NEZİHE MUHİDDİN SAHNESİ 15:00