Skolyos Sanatı – Bülent Bakan yazdı…
‘Sen Güldüğüme Bakma.’ Ben gülümsüyorsam vardır bir zeytin kökünden sebebi. Acı acı sırıtan adamdan korkacaksın. Her an elinden bir asamblaj çıkabilir. Bir de müzelere girmeyecek, kolajı yapışmayacak, duvara asılmayacak, eli yakmadan dokunulmayacak bir sanat eseri çıkabilir karşınıza. Kimse onu satın almak istemez. İnsanın canını yakar, beyin kıvrımlarını kanırtır, sinir uçlarını harekete geçirir, ona bakamaz, onsuz yapamazsınız. Düşündürmeyen, devreleri yakmayan sanat eseri bir güzellemedir bu sanat hayata. Güzellemeler güzeldir de hikâyeleri yoktur. Gelecek hikâye sever, geleceğe aktarılmayan hikâye olsa olsa bezeme olur, besleme olur, gözleme olur, gözetleme olur. Anlatacak yoksa bir şey; ne yapsın desen, renk, hacim ve renk. Kara kuru bir bez ya da kâğıt parçası gibidir.
Bir sanat eserinin yumuşak karnı burasıdır. Çok çabuk yanar ve sahibinin canını yakar. Ufacık bir kıvılcımda önce yüzeyin koruyucu katmanı yok olur. Renkler değişmeye başlar, kararır en sonunda, ortada sadece küller kalır. Bir rüzgâr estiğinde sanat eseri doğduğu yere yani doğaya kavuşur. Bodrum yarımadası yandığında benim de ‘Körler için Ansiklopedi’ konseptinden işlerim küle döndü. ‘Yeni Dünya Düzensizliği’ serisinden üç boyutlu işlerim yok oldu. Çocuklar ellerine alıp uzay zamanda bir sanat eserini hissediyor onunla oyun oynuyorlardı ‘Balık’ serisinden asılı işlerim vardı. Onlar da Nazi Kampından yer yüzeyine alçak iniş yapan 21 gramlık ruhlar gibi karadan esen poyraz rüzgârına kapılıp denize kavuştular. Binlerce yıldır yok olan milyonlarca sanat eseri gibi alçaktan uçuşa geçip ortadan kaybolan sanat eserlerinden geriye sadece düşünce kıpırtıları kaldı. Doğanın yeniden uyanışı ile ortaya çıkan düşünce kaybolan sanat eserlerinden onlarcasını yerine koyma gücüne sahip.
Koleksiyoner olmak çok zor bir iştir. Dişinizden tırnağınızdan ayırdıklarınızla topladıklarınız bir anda yok olma tehlikesi altındadır. Sanat eserleri çok zor ortaya çıkmasına rağmen kolayca kül olur ya da suyun dibini boylar ama arka planda yer alan düşünce asla yok olmaz. RMS Titanic battığında yeni kıtaya doğru yola çıkmış eserler de suyun dibini boylamıştı. Peggy Guggenheim’ın babası da çok sevdiği koleksiyonunu yanına almıştı. Bu koleksiyonda Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso işleri de vardı. Önce sodyum klorür ile tanışan espas saf neme teslim oldu ve sonunda birbirine kavuşamayan âşıklar gibi eriyip yok oldu.
Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso günümüz sanatında çok derin izler bırakmıştır. Sanatta yeniliğin yeniliğini ona borçluyuz. Bu öyle böyle bir borç değildir. Altında çok derin bir okyanus bulunur. Yirminci yüzyılın başında küre büyük bir değişimin eşiğinde idi. Sanatta bu değişimden nasibini aldı. Bu döneme doğan 1881 doğumlu sanatçı ve bilim adamları her geçen dakikadaki değişimi gördükçe büyüleniyorlardı. Sokakları at arabalarından ve faytonlardan devralan otomobiller, gökyüzünde süzülen Wright Kardeşler, ahizenin ucundan gelen alo, alo, alo, alo, alo, alo sesleri bir anda küreye bakışı yerle bir etti. Modernizm bu sayede gerçekleşti. Cezanne Fakültesi tüm sanatçıları etkisi altına almıştı. Binlerce yıllık klasik eğitimden gelen sanatçılar son dev pentürcünün etkisinde resim yapmaya ve büyük bir popülasyon içinde kendilerini bulmaya çalışıyorlardı. Rekabet o kadar yoğundu ki Paris’te sanatçılar sokaklara sığmıyordu. Bu sanatçıların arasında genç bir ressam sessiz sedasız ‘Mademoiselle d’Avignon’ resmi üzerinde çalışmaya başlamıştı. Desenleri ve bezemesi tamamlandıktan bu çağ açıp çağ kapatan resim sergilenmek için on yıla yakın bir süre bekleyecektir. Kübizm gibi akımların ortaya çıkması bu süre içinde gerçekleşecektir.
O dönemde Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso ve Albert Einstein arkadaşları ile uzay ve zaman üzerinde kafelerde toplaşıp beyin cimnastiği yapıyordu. Bilimin ve sanatın iki büyük devinin ortak özellikleri çoktu. Yanlarında fırtına yaratan sinir hücreleri bol deha arkadaşları, bilim ile sanat aşığı köpekleri vardı ve kadınlar. Kadınlar çok zekidir ve bulundukları her ortama zekâ, yaratıcılık ve neşe tohumları saçarlar. Modernizmi yaratan ortam köpekler ve kadınlar sayesinde ortaya çıkmıştır. Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso’nun bakışını değiştiren ise röntgen-ışınları ile çekilmiş bir çene kemiği filmidir. İnsan bedeninin yapısını tüm çıplaklığı ile gösteren bu resimler aslında birer sanat eseridir. Bu filmlere bakmak cesaret ister. Çürük dişiniz veya kırık kalça kemiğiniz bir anda şok tesirli bir bomba etkisi yaratabilir. Yarattı da. Modernizm akımları köpekler, kadınlar ve Nobelli bir kadının bulduğu röntgen ışınları sayesinde ortaya çıktı.
İnsan bedeni çok ilginçtir. Bir röntgen filmini elinize aldığınızda erkek ile kadın bedeni arasındaki farkı hemen görürsünüz. Ben bir skolyos filmini elime aldığımda çok şaşırmıştım. Boydan çekilmiş röntgen filmini gördükten sonra sanat hayata bakışım değişmişti. Skolyos omurga eğriliği demektir ve omurganın göğüs veya bel bölgelerinde görülen, yana doğru eğriliğidir. Tek başına olabileceği gibi, arkadan öne doğru anormal bir eğrilik olan kifoz ile beraber de görülebiliyor. Hastalık, kızlarda çok daha sık görülür. Özellikle 30 dereceyi geçen skolyoslar kızlarda on kat fazla görülmektedir.
Kürede milyonlarca skolyos hastası mevcuttur. Omurganın yana doğru eğrilmesi omuz ve kalçaların simetrik durmaması, birinci eğriliği karşılayıcı ikinci bir eğri varlığı, sırt ve/veya bel ağrısı, yorgunluk ve nefes darlığı gibi belirtileri vardır.
Omurgasızlık ise skolyostan farklı bir rahatsızlıktır. Özellikle bilim adamları ve sanatçılarda görüldüğünde ise küreye olan etkileri çok daha yıkıcı olmaktadır. Omurgasızlık önce sanat eserlerinde veya bilimsel çalışmalarda görülür. Sanatçılar ve bilim adamları bu hastalığı teşhis edemeden sonuçları bütün küreye yayılır ve bu hastalık teşhisini zorlaştırır. ‘Dejenere Sanat- Entarte Kunst’ tam bir omurgasızlık örneğidir. Nazilerin sanata bakışı köleci antik dünyadan temelini aldığından idealize ettiği imgelerde sanat hayatın gerçeği olan deformasyonu kabullenemiyordu. 1937 Temmuz ayında ‘Büyük Alman Sanatı’ ‘Grosse Deutshe Kunst-Austellung’ sergisini bir sanat tapınağı olan Haus der Deutshe te sergilermişlerdi. Bu serginin karşısındada 112 sanatçının 650 eseriyle ‘Dejenere Sanat’ ‘Entarte Kunst’ sergisi açıldı. Bu iki serginin de küratörlüğünü omurgasız bir ressam olan 1892 doğumlu Adolf Ziegler düzenlemişti. Sergide MarcChagal, Henri Matisse, Vincent van Gogh ve Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso eserleri de vardı. Bu sergideki yirmi bir bin eserden yedi bin tanesi küle döndü.
Sanat eserlerinin yumuşak karnı alevler, sanatçıların ve bilim adamlarının zaafı ise omurgasızlıktır. ‘Yeni Dünya Düzensizliği’nde en sık rastlanan rahatsızlık omurgasızlıktır. Bilimde omurgasızlar havale geçiren yarasaları ellerinden kaçırır ve küreyi yasa boğarlar, omurgasız sanatçılar ise kürede algı operasyonlarının yapıldığı yerlerde file bekçiliği yaparlar. Sonuçta kürede her yerin her yerinde külden yağmurlar yağar, yas tutanlar gökyüzüne yeni yağmur bulutları taşırlar. Gözyaşları sel olur akar.
Şemsiyenizi almadan çıkmayın sokağa. Maske de takın. Çift…